Av Geleneği Ve Atın Yeri | Define işaretleri ve anlamları

Av Geleneği Ve Atın Yeri

aliveli44

ONURSAL ÜYE
Forum Düzeni
Admin
Super Moderatör
Vip Üye
Katılım
12 Haziran 2012
Mesajlar
11,018
Beğeni
20,950
Puanları
426
Konum
Malatya
Av Geleneği
“Sen gideli hanım çapraz yatan alaca dağların avlanmamıştır, ava bin gönlün açılsın.
Ünümü anlayın beyler, sözümü dinleyin beyler, yata yata yanımız ağrıdı, dura dura belimiz kurudu, yürüyelim beyler, av avlayalım, kuş kuşlayalım, yabani geyik yıkalım, dönelim otağımıza, yiyelim içelim hoş geçelim.
…gel şimdi seninle ava çıkalım, eğer senin atın benim atımı geçerse onun atını da geçersin, hem seninle ok atalım, beni geçersen onu da geçersin ve hem seninle güreşelim, beni yenersen onu da yenersin dedi.
Oğlandır ne bilsin, geyiği kovalıyordu, getiriyordu, babasının önüne vuruyordu. Babam at koşturuşuma baksın kıvansın, ok atışıma baksın güvensin, kılıç çalışıma baksın sevinsin diyordu.”
Av ve avlanma erken devir insanının yaşantısında çok büyük yeri ve önemi olan olaylardı. Mağara resimlerinden anlaşıldığı gibi, av öncesi yapılan bir takım törenlerin amacı, avın başarılı geçmesini sağlamak olmuştur. Aynı zamanda bu bir nevi av denemesi, antremanı da sayılabilirdi. Bu en eski geleneklerin Türk bozkır kültüründe Gök Tanrı inancı ile harmanlaşarak zenginleşmesi ve simgesel hal alması bilinmektedir.
Çok arkaik düşünceye göre avlandığın hayvanı yemek, onun gücünü ve becerilerini benimsemek demektir. Aynı şekilde hayvan kılığına girmek, onun gibi hareket etmek, o hayvanın kuvvetine kavuşmak anlamına geliyordu. Günümüz Türk halk oyunlarında bu eski inancın izlerini hala taşıyorlar. Bu açıdan baktığımızda, av arkaik toplumlar için sadece geçim kaynağı değil, aynı zamanda bir ritüeldir, yaşamın devamını ve sonsuzluğunu temin eden ve paralelinde çok sayıda sembolik anlamlar taşıyan uygulamaları gerektiren bir ayindir.
Bu toplumlarında ava gitmeden önce yapılan işlemler arasında temizliğe büyük önem verilir, avcı karısıyla ilişkide bulunmaz, büyü bozulmasın diye kimse ile konuşmaz, av dönüşüne kadar ailesinde oyun, eğlence yapılmazdı. Altay Türkleri orman ve ağaç ruhlarının avın verimli geçmesinde büyük payı olduğuna inanıyorlardı. Şor Türklerinde ise orman ruhlarının hikâye dinlemeyi sevdiklerine inanılıyor ve ruhları memnun etmek için ava, avdan eşit pay alan usta hikâyecini götürüyorlardı.
Türk mitolojisinde yeraltı dünyadan gelen kötü ruhlarla av zamanı karşılanma konusu da geçmektedir. Bu ruhları taşıyan veya onlara hizmet eden hayvanlar avcıyı yeraltı dünyasına, yani ölüme sürüklerler.(Sibirya masalları) Bazen de tam tersi, avcıya yol gösteren, onu zor durundan kurtaran av hayvanları motifi karşımıza çıkar, örneğin Oğuz Kağan destanındaki boz kurt gibi.
Erken dönemlerden başlayarak avlar teşkilatlı şekilde tüm kabilenin katılımıyla gerçekleşiyordu. Hunların zamanında ise artık avlar devlet avı ve halk avı olarak bölünmüştür.

Kubadabad Sarayı’ndan alçı avcı kabartması, Beyşehir. Konya.
İnceminareli Medrese Müzesi.
Daha geç dönemlerde av, Türkler için geçim kaynağı olmaktan çıkmış, daha çok diğer önemli manalarla yüklü uygulama olmuştur. Av bir savaş antrenmanı, hüner ve kahramanlık meydanı, aynı zamanda bir spordu. Dede Korkut Destanı’nda birkaç yerde geçen ilk av hadisesi Türklerde bir yiğitlik göstergesi, yetişkinlik simgesi olarak vurgulanmaktadır. Bu tür avlar tüm kabilenin toplanarak kutladıkları, bazen de ad verme merasimiyle sonuçlanan törenlerdi. Dirse han’ın hatunu oğlancığımın ilk avıdır diye attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç kestirdi. Oğuz beylerine ziyafet vereyim dedi.
Türlerde sürek avı sevilerek yapılan bir av türü olmuştur. Cuveyni’nin Tarihi Cihankuşa adlı eserinde bu av ayrıntılı şekilde anlatılmaktadır.

Sürek avı sahnesi. Kuzey Azerbaycan, Baki, Gobustan kaya üstü resimleri.
MÖ. VIII. yy. Erken Neolitik Dönem.

Aslanı öldüren Bahram. Nizami.
Sultan Muhammed, Tebriz, 1539 – 1543 yy.
Dede Korkut kitabında dört ayaklı hayvanların avı için “av avlamak”, avcı kuşlarla yapılan av için “kuş kuşlamak” tabiri kullanılmaktadır.
Atın Yeri
“At Türkün kanadıdır.” Kaşgarlı Mahmud
Çin kaynaklarında Türkler hakkında şöyle yazılmıştır: “Türklerin hayatı atlarına bağlıdır”.(Esin,2004,s.258) Gerçekten de At Türk toplumlarında bir binek hayvanı niteliğinden çıkarak Türkün simgesi haline gelmiştir. Türkü atsız düşünmek mümkün değildi. Hun’larda erkek çocuk doğur doğmaz çadırın önüne atını bağlarlardı ki hayatta kala bilsin. Çünkü Oğuz destanlarında “yaya erin umudu olmaz”denilmekteydi. Bu çocuklar yürümekle at binmeği aynı anda öğrenir ve gelecekte tüm hayatları at üzerinde geçer, yer, uyur, çeşitli binicilik oyunları oynarlardı. At üstünde dinlenme pozisyonu da, cirit oyunu, at üzerinde koşarak geriye ok atmak da o zamanların buluşlarıdır.(Esin,2004)
Ordu-Devlet şeklinde oluşan Türk idari sisteminde oturmuş at kültürü vardı. Çin kaynakları Türk süvarilerinin çok iyi binici olduklarını ve hatta sarhoş halde bile attan düşmelerinin mümkün olmadığını yazmaktadırlar. Hunlarda kadınlar da iyi at biner, çocuklarını at sırtında emzirir ve beşiklerini eğer üzerinde taşırdılar.(Duru,1998,s.8)
Orhun yazıtlarında savaş atının cesareti takdir edilir, at Türk beylerinin dostu olarak gösterilmektedir. At, sahibi öldüğünde, onu öbür dünyaya takip ederdi.
Gök Türk döneminde süvariler savaşa giderken, veya defin merasiminde atlarının kuyruklarını düğümlerdiler ve bu durumun ciddiliğinin simgesi haline gelmişti. Bir kahramanın akıbeti bilinmiyorsa ve ölmüş olduğuna karar veriliyorsa, aygırı kurban edilip kuyruğu bir direğe asılırdı.(Esin,2004,s.258)

At ve sahibi. Minyatür. 15. yüzyıl.
Beyreğin atını övmesi:
Açık açık meydana benzer senin alıncığınİki gece ışık saçan taşa benzer senin gözceğizinİbrişime benzer senin yeleciğin İki çift kardeşe bezer senin kulacığıEri muradına yetiştirir senin arkacığınAt demem sana kardeş derim kardeşimden daha iyiBaşıma iş geldi arkadaş derim arkadaşlarımdan daha iyi.

Gümüş sikke. Urmiye. 18.yy.
Geleneksel olarak Türk toplumlarında at, hükümdarın gücünün bir simgesi olmuş ve çeşitli dönemlerde süvari tasvirli sikkeler basılmıştı.
İbn Bibi at üstünde hükümdarı yükselen güneşe benzetmişti.(Esin,2004)
Türklerde Osmanlı dönemlerine kadar devam etmiş diğer gelenek, önemli bir göreve atanma sırasında ata binme ayinin icrası olmuştur. Tarihte Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad’ın yaptığı böyle bir tören yine İbn Bibi tarafından kaleme alınarak, Türklerde hükümdarlık kavramının at sembolizmi ile bağlantısına ışık tutmaktadır. Beyler, sultana bağlılıklarını sunup kabul edildikten sonra hükümdarı, siyah beyaz benekli, zamanın en azılı atını saltanat kevkebesiyle (bir sırığın ucuna bağlanmış madeni disk) süslemek üzere davet etmişlerdi. Aynı zamanda ata binme töreni müneccimlerin tespit ettiği uğurlu bir anda başlamıştı.( Esin,2004 )
Türk toplumunda, ülkenin güvenliğini sağlamasından dolayı, ata, üzerindeki savaşçıya gösterilen kadar ilgi ve saygı gösterilmiştir. Dede Korkut’ta Kazan Han şöyle demektedir: At işlemese er övünmez, hüner atındır.
Daha geç İslam dönemlerinde ise din uğrunda savaşan atın çevresinde meleklerin uç uçuştuğuna inanılırdı.
Selçuklu Sultanları haralarında en az on bin at besledikleri bilinmektedir. Türk ordusunun esas vurucu gücünü atlılar teşkil etmekteydiler ve savaş zamanı Selçuklu ordusunun ortalama iki yüz bin at çıkarabildiği düşünülür. Bu dönemde bir beyin serveti, sahip olduğu at ve koşum sayısı ile ölçülmekteydi.(Sumer,1988)
Türklerde ata olan sevgi ve bağlılık dilde de aksini tapmıştır. Türkce’de yeni doğmuş atın yavrusuna kulun, iki yaşına kadar olanlara tay, damızlıkta kullanılan ata aygır, dişi ata kısrak, burulmuş erkek ata iğdiş deniliyordu. Ayrıca arabaya koşulan erkek atları ise beygir adlandırmaktaydılar. Türk dili at donunun renginin ifadesinde de çok zengindir, kara ata yağız, kızılı kahve ata al, gövdesi kahve, yelesi ve kuyruğu kara olan ata doru, gövdesi koyu sarı, kuyruğu ve yelesi kara olanlara kula, kılları koyu karışık beyaz olanlara kır, al don üzerine ak kılları olanlara ise boz denilirdi.
Atın ayaklarındaki beyaz lekelere seki, alnındaki ak lekeye kartopu, alından burna doğru inen beyaz lekelere ise akıtma adı verilmiştir.(Duru,1998,s.10-11)
Osmanlı’da at kültürünün devam etmesini ve daha da gelişmesini görüyoruz. Burada at Saltanatın kuvvetinin, kudretinin ve ihtişamının simgesi haline gelmişti. Örneğin, IV.Mehmed 1672′de Edirne’de bayram namazı için Selimiye Camisi’ne geldiğinde dokuz yedek atından üçünde incili örtü, üçünde ağır altın işlemeli örtü ve diğer üçünde de murassa olduğu yabancı elçiler tarafından hayranlıkla kaydedilmişti.
Osmanlı padişahlarının törenlerde kır ata, savaşta ise yağız ata binmek gibi bir geleneği vardı. At hediyesi ise en değerli hediye sayılırdı, ve bu atlar özel hazırlanmış eyerleriyle birlikte armağan edilirlerdi. Ayrıca, bayrak ve erk simgesi olan ve çok eski dönemlere dayanan atkuyruğundan yapılmış tuğ kullanma geleneği, Osmanlı Sarayında sürdürülmeğe devam ediyordu.
İslamın getirdiği bazı kısıtlamalara rağmen Türklerde ata olan bağlılık ve sevgi hep kendini göstermiştir. Çanakkale Boğazı’nı ilk olarak geçen Alaeddin Paşa atlarıyla birlikte gömülmüştü, IV. Murad’ın cenazesinde kendi atları, eyerleri ters yerleştirilerek yürütülmüş, II. Osman çok sevdiği Sisli Kır adlı atını,Üsküdar Sarayı’nın bahçesindeki türbeye yalnız olarak gömülmesini emir etmiş, Lala Şahin Paşa ise Karacaahmet’te kendi mezarı yanına atları için mezar kazdırmıştı.(Duru,1998,12)
 

naftabar

Kullanıcı
Katılım
22 Temmuz 2012
Mesajlar
817
Beğeni
43
Puanları
28
Konum
Ağrı
Cevap: Av Geleneği Ve Atın Yeri

Çok güzel paylaşım teşekkürler
“At Türkün kanadıdır.”
“Türklerin hayatı atlarına bağlıdır”
“yaya erin umudu olmaz”
 

aliveli44

ONURSAL ÜYE
Forum Düzeni
Admin
Super Moderatör
Vip Üye
Katılım
12 Haziran 2012
Mesajlar
11,018
Beğeni
20,950
Puanları
426
Konum
Malatya
Cevap: Av Geleneği Ve Atın Yeri

Beğendiğinize sevindim:cool:
 
Üst