Bir Küp Altın | Define işaretleri ve anlamları

Bir Küp Altın

Meltun

Kullanıcı
Katılım
2 Kasım 2014
Mesajlar
339
Beğeni
1,032
Puanları
93
Yaş
77
Konum
Tekirdağ/Çorlu
Melis çocukluğundan beri dedesinin anlattığı definecilik hikâyeleriyle büyümüştü.
Rahmetli dedesi define arama isine çok meraklı hatta bunu hastalık haline getirmiş bir adamdı.
Zamanında bu ise aşırı derecede merak sarmış. Eline gecen her haritayı değerlendirmiş, birçok yeri kazmış. Bu kazıların birinde başına çok ilginç olaylar gelmiş, birkaç parçada olsa heykelcik bulup zor zahmet elden çıkarıp birkaç kuruşta olsa para kazanmıştı.
En sonunda bu islerin nasipten öte olmadığını anlamıştı anlamasına ama bu uğurda da yıllarını, gençliğinin en verimli yıllarını, tüm emeğini bu hayallere adamış. Olmayacak bir hayal uğruna karisini, çocuklarını, babadan kalma tarla, tokadını bu hayallere harcamıştı.
Yıllar sonra bu hayallerini anlatırken hala heyecanlanır, gözleri parlardı. Babaannesi her zaman kızardı dedesinin define merakına.
Hakliydi. çünkü define isi yüzünden yıllarca kandırılmış, yıllarca acı ve yokluk çekmiş, yollarca endişe ve korkuyla yaşamıştı.
Melis daha mesleğe yani atılmış bir çaylak olduğu için bütün angarya isleri ona yüklüyorlardı. Buna cay kahve servisi de dâhildi.
Kızıyordu bütün bunlara ama henüz en alt kademedeydi. Biliyordu ki yükselmek için çalışmalı, çok çalışmalı, kendisini ispat etmeliydi. Gerçekten iyi bir haber yakalamalı, şefinin gözüne girmeyi başarmalıydı.
O gün gazeteye gittiğinde sıradan bir gündü. Bilgisayarını açmış maillerini kontrol ederken bir mail dikkatini çekti. Uzak bir şehirden uzun suredir görüşmediği bir arkadaşı köylerinde olan bir olayı haber yapmasını istiyordu. Bu haber tam Melislik bir haberdi. Belki terfi almasını sağlamayacaktı ama dedesinin anılarını tekrar yasamak için onun hatırası için bu haberi yapmalıyım diye duşundu.
Esra köylerinde Osman amca diye birinin yıllardır define aradığını sonunda bu defineyi bulmanın çok yakınına geldiğini ama başına çok ilginç gerçek üstü olaylar geldiğini söylemiş gelip bunu haber yapmasını istemişti.
Heyecanla şefinin yanına gitti. Gelen maili ve olayları anlattı. şefi pek istemese de Melis’in heyecanına ve ısrarına dayanamamış bu habere gitmesini kabul etmişti.
Melis ertesi gün erkenden yola çıkacaktı. akşamüstü hazırlanmak için eve gittiğinde babaannesine gideceği haberi anlattı. Babaannesi ağlamaya başladı.
“Gitme kızım. Bu define isi uğursuz olur. Bizim ailemize uğursuzluk getirdi. Başımıza gelmeyen kalmadı. simdi sende gideceksin, bu definecilik sana da uğursuzluk getirecek” dedi. Melis:
“Korkma babaanne. Ben define aramaya gitmiyorum. Sadece define arayan bir adamın başına gelenleri haber yapmaya gidiyorum. Benim mesleğim bu.” dedi. Sakinleşmişti artik babaannesi.
Melis sabah otobüsle çulluk köyüne doğru giderken yine aklında onlarca fikir geçiyordu. Dedesinin ona anlattığı anıları, defineciliğin kendine çeken büyüsü. Dedesi hala heyecanlı bir sesle anılarını anlatmaya başladığında sesi titrek, gözleri çakmak ,çakmak olarak konuşurdu.
“İnsan bir kere bu isin büyüsüne kapıldıysa eğer bulamasa da, bulamayacağını bilse de vazgeçemiyor bir turlu. Ölümün esiğine geliyorsun, delirdim sanıyorsun ama nafile” derdi.
Sonra o gözlerindeki korkuyla köyün çıkısındaki mağaraya girip define aradıklarını, arkadaşı Mustafa ile birlikte ne çok korktuklarını anlatırdı. Sesi nasıl da heyecanla titrerdi onca seneye rağmen
“akşamın alacakaranlık zamanı, gündüz gidilmez Haa Gündüz gitsek hemen jandarmaya haber salarlar. Sonra ayıkla pirincin taşını. Sonra Mustafa dede’nle beraber epeyce bir meşale hazırladık kendimize. azık, su, kibrit, el feneri, pil, ihtiyacımız olan ne varsa doldurduk çantalarımıza vurduk sırtımıza çıktık yola.
Mağaranın kapısına geldiğimizde ilk önce helalleştik Mustafa Dede’nle Beli olmazdı girip de çıkmayıverirdik mağaradan. Korkuyorduk.
Mağaraya girdik, yürüyoruz, yürüyoruz. Sanırsın günler boyu yürüdük. Belki iki saat kadar yürüdük. Mağaranın bir yerine geldik ki artik yürüyemiyoruz. Mağara gittikçe daralmış ayakta durabilmek mümkün değil. Nerdeyse sürünerek ilerliyorduk. İçeride hava almak çok zordu. Sık.sık meşaleler sönüyordu. Sonunda meşale ile yapamayacağımızı anladık. Meşaleleri orada öylece birikip karanlıkta sürüne, suruna ilerledik. acıkmıştık, susamıştık ve çok yorulmuştuk, en kötüsü de nefes alamıyorduk ve çök korkuyorduk. ama bir kez yola çıkmıştık ne olursa olsun ilerleyecektik.
Bir sure daha süründükten sonra dinlenmeye karar verdik. Birere sigara yaktık. İkimizde kendi düşüncelerimize dalmışken uzaklardan bir su sesinin geldiğini fark ettik. Birazcık kendimiz toparlayıp zorda olsa su sesine doğru ilerledik. Su sesinin gittikçe kuvvetlendiği bir yere geldik.
aman yarabbi. O da ne? Toprak içeri çökmeye başladı. Sanırsın deprem oluyor. Birden toprak tamamen içeri çöktü ve biz toprağın içine yuvarlandık.
Oda gibi, mezar gibi bir yere düşmüştük. Mustafa deden bayıldı korkudan. Öldü sandım bir an ama görsen nasıl korkuyorum.
Odanın içi ayağa kalkılabilecek kadar yüksekti ama bacaklarım öyle bir tutulmuş ki kalkamıyorum. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Mustafa deden ayıldı. Gecenin kaçıydı bilmiyoruz. Zar zor ayağa kalktık. ayaklarımıza kemikler çarpıyordu. El fenerini yaktığımızda gördük ki bir mezarlıktı burası.
Belki bir düzineye yakin heykel vardı. Korka, korka mezarın içinde dolaştığımızda bakir bir bakraç bulduk ama görsen içi silme altın dolu.
Bir sevindik, bir sevindik ama sorma. Hazineyi bulmuştuk sonunda. Heykeller isimize yaramazdı belki ama bu altınlarla zengin olmuştuk.
Bakracı aldık. Ne olur ne olmaz diye heykelleri de aldık yanımıza. Mezradan dışarı cıktık ama ne zorluk, ne emek, güç, kuvvet kalmamıştı.
Mezardan dışarı çıktığımızda bu mağaradan çıkamadan ölüp kalacağız burada diye öyle çok korktuk ki Mustafa deden ağlamaya başladı.
“Hiç girmeyecektik bu ise. Ben bu mağarada öldükten sonra ne yapayım bu kadar altınla. Kim bakar benim sabilere” diye hıçkıra, hıçkıra ağlıyordu. Bende çok korkuyordum orada ölmekten ama elimizde bir küp dolusu altınla orada ölümü bekleyemezdim.
“Hadi” dedim Mustafa dede’ne. “Biraz daha gideceğiz. Bak su sesinin olduğu yere doğru ilerleyeceğiz. Sonra kurtulacağız” dedim. Su sesine doğru sürünmeye devam ettik.
Yine epeyce süründük,süründük. Su sesi giderek yaklaşıyordu. Biraz daha ilerlediğimizde bir ışık göründü. Öyle çok sevindik ki. artik tavanda yükselmeye başlamıştı. Bir çeyrek saat daha kâh yürümeye çalışarak, kâh sürünerek ilerledik. Ve çıkışa vardık.
Bilmediğimiz, daha önce hiç görmediğimiz bir şelaleye gelmiştik. Gün yeni, yeni ışıyordu. Deli gibi sarıldık birbirimize. Sonra etrafıma bakmaya başladık şaşkınlıkla. İkimizde köyü ve çevresini avucumuzun içi gibi bildiğimiz halde burayı değil görmek bu ormanın, bu şelalenin adini bile duymamıştık.
Ne yapacağız diye kara, kara düşünürken bir de ne görelim. Tepemizde cübbeli, sarıklı ama kapkara yüzlü, kalın dudaklı bir adam dikliyor. Boynunda tuhaf işaretli bir kolye var. Sanki gözlerinde ateş fışkırıyor gibi bakıyor bize.
Öyle çök korkmuştuk ki Hiçbir şey diyemedik. adam bize baktı, baktı. Sonra “Hayır, Olmaz” der gibi başını salladı ve o anda yanımızdaki bakraçtan bir alev topu çıktı. alevin çıkmasıyla adamın kaybolması bir oldu. ama artik bakracın içinde çil,çil altın yerine bir bakraç dolusu kül vardı.
Öyle çok korkmuştuk ki. Korkudan ikimizde bayılmıştık. Gözümüzü açtığımızda mağaraya girdiğimiz yerdeydik. Gördüklerimiz, yaşadıklarımız rüyamıydı, hayal miydi bilemedik bir sure. Sonra etrafıma bakındığımızda gördük ki içi kul dolu bakraç ve birkaç parça heykel yanımızdaydı.
çok korktuk. Ömrümüzden ömür gitti. Sonra bir hışımla etrafta ne varsa toplayıp eve geldik. ama günlerce ikimizde ölümlerden dönesiye hasta olduk.”
Melis dedesinin anlattığı hikâye aklına gelince içi ürperdi yine. Dedesi doğrumu anlatırdı yoksa masal mı bilemezdi ama her dinlediğinde, her hatırladığında içi ürperir, etkisini günler boyunca üzerinden atamazdı.

Aiıntıdır
 
Üst Alt