Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..
Bakara Sûre-i Şerifesi'nin 213. ayet-i kerimesini okuyoruz. Eùzü billâhi mineş-şeytànir-racîm. Bismillâhir-rahmânir-rahîm:
(Kânen-nâsü ümmeten vâhideten febeasallàhün-nebiyyîne mübeşşirîne ve münzirîn, ve enzele meahümül-kitâbe bil-hakkı liyahküme beynen-nâsi fîmahtelefû fîh, ve mahtelefe fîhi illellezîne ûtûhü min ba'di mâ câethümül-beyyinâtü ba'yen beynehüm, fehedallàhüllezîne âmenû limahtelefû fîhi minel-hakkı biiznih, vallàhu yehdî men yeşâü ilâ sırâtın müstakîm.) (Bakara: 213) Sadakallàhul azîm.
Bir ayet-i kerime. Bu ayet-i kerimenin önce mânâsını, mealini nakledelim:
(Kânen-nâsü ümmeten vâhideten) "İnsanlar, halk bir tek ümmet idiler. (Febeasallàhün-nebiyyîn) Allah peygamberleri gönderdi; (mübeşşirîne ve münzirîn) müjdeleyiciler ve ihtar ediciler, ikaz ediciler, korkutucular olarak..." Yâni, "Allah'ın emirlerine itaat ederseniz; cennete girersiniz, ebedî saadeti bulursunuz. Allah'a àsî olursanız; cehenneme düşersiniz, ahirette ebedî azaba uğrarsınız." diye cenneti müjdelemek, azabı hatırlatıp insanları tahzir etmek, korkutmak ve ikaz etmek, uyarmak için.
(Ve enzele meahümül-kitâbe bil-hakkı) "Ve o peygamberlerle beraber, hak ile, hak olarak kitabı indirdi. (Liyahküme beynen-nâs) İnsanların arasında o peygamber, o vazifeli şahıs hükmetsin; (fîmahtelefû fîh) aralarında ihtilaf ettikleri konularda hakim olsun, hakem olsun, doğru hükmü versin diye, Allah o peygamberlerle beraber kitap indirdi."
(Ve mahtelefe fîhi illellezîne ûtûhü min ba'di mâ câethümül-beyyinât) "Amma bu konuda, ancak kendilerine beyyineler, belgeler, kanıtlar geldikten sonra, kendilerine o kanıtlar gelen insanlardan başkası ihtilafa düşmedi, onlar ihtilafa düştüler."
Allah peygamberleri ve kitabı onların ihtilaflarını çozmek için gönderdi, ama yine ihtilafa onlar düştü. Yâni ihtilafları çözümlensin diye, kendilerine peygamber gönderilen, kitap indirilenler yine ihtilifa düştüler. Neden?.. (Ba'yen beynehüm) "Aralarında zulmederek, kıskançlıkla, hırsla, zulümle, o çeşit duygulara kapılarak, yine onlar ihtilafa düştüler."
(Fehedallàhüllezîne âmenû) "Bu durumda Allah iman edenleri hidayete erdirdi. (Limahtelefû fîhi minel-hakkı biiznih) 'Hak nerdedir, şurda mıdır, burda mıdır?' diye hak konusundaki ihtilaflarında kendi izni ile, lütfu ile inananları hidayete erdirdi. O ihtilafların içinden çıkarttı, onlara dğoru yolu buldurup doğru yola sevkeyledi."
(Vallàhu yehdî men yeşâü ilâ sırâtın müstakîm.) "Ve Allah dilediği kimseleri sırat-ı müstakîme sevkeder, yöneltir, sırât-ı müstakîmi buldurur." Dilemediklerine buldurtmaz, istediğine verir. İstemediğine, lâyık olmayana hidayeti vermez.
a. İnsanların Sapıtmaları
Bu bir ayet-i kerime, Bakara Sûre-i Şerîfesi'nin 213. ayet-i kerimesi. Ama insanlığın yeryüzüne geldiği ilk andan, Peygamber Efendimiz'e bu ayetin indiği zamana kadar, insanlığın tarihini anlatan, durumlarını kısaca özetleyen bir ayet-i kerime. Peygamberleri, peygamberlerin vazifesini anlatan, önemli bir takım bilgileri bize öğreten bir ayet-i kerime. Buradan kesin olarak öğreniyoruz ki, (Kânen-nâsü ümmeten vâhideten) "İnsanlar tek bir ümmet idiler." Ümmet ne demek?.. İ'timâm eden, birbirleri ile uyuşan, bir araya gelen insanlar. Uyumlu insanların bir araya getirdiği topluluğa ümmet deniliyor.
Tabii ümmetin Kur'an-ı Kerim'de, bir topluluğa isim olduğu gibi, bir tek şahıs olduğu halde İbrâhim AS'a da sıfat olarak verildiğini görüyoruz.
(İnne ibrâhîme kàniten lillâhi hanîfâ) "İbrâhim AS şüphesiz Hakka meyilli, Cenâb-ı Hakk'a ibadet arzusuyla dolu, itaatkâr, ibâdetkâr bir ümmet idi." (Nahl: 120) Yâni tek kişi olduğu halde ümmet vasfı İbrâhim AS'a verilmiş. Topluluk ismi gibi olduğu halde, bir çok bireylerden meydana gelen bir topluluğu anlattığı halde, umûmiyetle ümmet deyince aklımıza o geldiği halde, bir kişi için de kullanılabiliyor.
Bazen de bir zaman için kullanılıyor. Ama burada, (Kânen-nâsü ümmeten vâhideten) "İnsanlar tek bir ümmet idiler." buyruluyor. (Febeasallàhün-nebiyyîne mübeşşirîne ve münzirîn) Fe'ye burda ta'kıbiyye derler. "Ondan sonra Allah, müjdeleyiciler, ikaz ediciler olarak peygamberleri gönderdi."
Bu insanlar ilk başta nasıl bir ümmet idiler, nasıl bir topluluk idiler?.. İnsanlardan ayrı varlıklara da ümmet deniliyor; kuşlar, karıncalar, diğer vahşî cinsler... Onlar da uyumlu, birbirlerine benzer şeyler oldukları için, onlara da;
(Ümemün emsâlüküm) "Sizin gibi ümmetlerdir." deniliyor Kur'an-ı Kerim'de. (En'am: 38)
İnsanlar tek bir ümmet idi, çeşit çeşit değildi, aynı durumda idiler. Ondan sonra Allah müjdeleyiciler ve ikaz ediciler olarak peygamberler gönderdi.
Şimdi bu ayet-i kerimenin kıraatini Abdullah ibn-i Mes'ud kıraatinde, (Kânen-nâsü ümmeten vâhideten fahtelefû) diye okumuşlar. Çünkü zâten başka ayet-i kerimeler var:
(Ve mâ kânen-nâsü illâ ümmeten vâhideten fahtelefû) (Yunus: 19) ayetinde olduğu gibi, burda da (fahtelefû) diye okumuşlar. "Tek bir ümmet idiler, ihtilafa düştüler de, onun üzerine Allah peygamberleri müjdeciler ve ikaz ediciler olarak, korkutucular olarak ba'seyledi, gönderdi." diye, öyle okumuş. "Übey ibn-i Ka'b RA de öyle okurdu." diye, Ebû Âliye (Rh.A)'den rivayet olunmuş.
Tabii insanların tek bir toplum halinde iken, tek cins, tek görünümlü, tek vasıflı, aynı durumda iken, ihtilâfa düştüğünü bu ayet-i kerimenin içindeki, ilerideki (ihtelefû fîhi) kelimesinden de sezinliyoruz. Ne buyruluyor?.. "Allah peygamberleri müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi. Onlarla beraber hak ile kitabı inzal etti, indirdi. Neden?.. (Liyahküme beynen-nâs) O peygamber, insanlar arasındaki ihtilaf ettikleri konuları hükme bağlasın, hükmetsin, doğruyu göstersin diye."
Demek ki insanların çoğalmasıyla, sonradan aralarında ihtilaflar çıkmış, ayrılıklar gayrılıklar olmuş, fikir ayrılıkları doğmuş ve çeşit çeşit gruplar olmuşlar da, ondan sonra peygamberleri Allah göndermiş.
Bizim inancımız, Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin ilk peygamber olarak, ilk insan Adem AS'ı gönderdiği tarzında. İlk insan, ilk peygamber olunca, ondan sonraki insanlar da, yâni onun evlatları Adem AS'a tâbî, tek bir ümmet idiler.
Katâde İkrime'den naklen, İbn-i Abbas RA'nın şöyle dediğini naklediyor:
(Ve mâ kânen-nâsü illâ ümmeten vâhideten fahtelefû) (Yunus: 19) ayetinde olduğu gibi, burda da (fahtelefû) diye okumuşlar. "Tek bir ümmet idiler, ihtilafa düştüler de, onun üzerine Allah peygamberleri müjdeciler ve ikaz ediciler olarak, korkutucular olarak ba'seyledi, gönderdi." diye, öyle okumuş. "Übey ibn-i Ka'b RA de öyle okurdu." diye, Ebû Âliye (Rh.A)'den rivayet olunmuş.
Tabii insanların tek bir toplum halinde iken, tek cins, tek görünümlü, tek vasıflı, aynı durumda iken, ihtilâfa düştüğünü bu ayet-i kerimenin içindeki, ilerideki (ihtelefû fîhi) kelimesinden de sezinliyoruz. Ne buyruluyor?.. "Allah peygamberleri müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi. Onlarla beraber hak ile kitabı inzal etti, indirdi. Neden?.. (Liyahküme beynen-nâs) O peygamber, insanlar arasındaki ihtilaf ettikleri konuları hükme bağlasın, hükmetsin, doğruyu göstersin diye."
Demek ki insanların çoğalmasıyla, sonradan aralarında ihtilaflar çıkmış, ayrılıklar gayrılıklar olmuş, fikir ayrılıkları doğmuş ve çeşit çeşit gruplar olmuşlar da, ondan sonra peygamberleri Allah göndermiş.
Bizim inancımız, Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin ilk peygamber olarak, ilk insan Adem AS'ı gönderdiği tarzında. İlk insan, ilk peygamber olunca, ondan sonraki insanlar da, yâni onun evlatları Adem AS'a tâbî, tek bir ümmet idiler.
Katâde İkrime'den naklen, İbn-i Abbas RA'nın şöyle dediğini naklediyor:
(Kâne beyne nûhin ve âdeme aşeratü kurûn) "Nuh AS'a kadar, Adem AS ile arasında Nuh AS arasında on karn vardır." Kurûn karn kelimesinin çoğulu. Karn ne demek?.. On karn vardı; yâni on asır, veya on devre, veyahut on nesil vardı. Artık bu karn'dan, kurun'dan maksad nedir Allah bilir. Ama, Nuh AS ile Adem AS arasında uzun bir zaman geçtiğini görüyoruz, biliyoruz. Bilgileri topladığımız zaman, öyle olduğunu anlıyoruz.
Nuh AS'ın zamanında insanların çoğunun putlara tapmağa başlamış olduklarını da, Kur'an-ı Kerim bildiriyor. Yauk ve Nesir ve diğer bazı putlara taptıklarını, Nuh AS'ın onları putlara tapmaktan vazgeçirmeğe çalıştığını ayet-i kerimelerden biliyoruz.
(Küllühüm alâ şerîatin minel-hak) "Hepsi bunların hak üzere, Hak'tan olan bir şeriat üzere idiler, hak şeriat üzere idiler." Yâni Adem AS'ın öğrettiği bilgilerle idare ediyorlardı. Ama tabii, zaman geçtikten sonra, (Fahtelefû) ihtilaflar çıktı. Nesiller çoğalınca, sayılar artınca, bölgelere yayılınca, bu nesillerde ihtilaflar çıktı. Çünkü bazen bir olayı seyreden insanlar bile, onu başka başka anlatırlar. Hele o anlatım başka başka şehirlere gidince, başka başka rivayetler halinde sonradan dallanır budaklanır. Bu işin çoğalmasının, genişlemesinin olağan bir sonucu oluyor.
(Fahtelefû) İhtilaf ondan sonra çıktı. (Febeasallàhün-nebiyyîne mübeşşirîne ve münzirîn.) Ondan sonra Allah-u Teàlâ Hazretleri Peygamberleri müjdeleyiciler, Allah'ın ni'metlerini müjdeleyici, cenneti müjdeleyiciler olarak; Allah'ın azabını anlatıp Allah'ın azabından korkutucu, ikaz ediciler olarak; çıkarttıkları ihtilafları bıraksınlar, yanlış yola sapmış olanlar yanlış yollarını değiştirsin diye, Allah o peygamberleri gönderdi.
İbn-i Abbas'ın bu rivayeti böyle açıklaması ayet-i kerimeyi sonra Abdullah b. Mes'ud'un, Ubey ibn-i Kaab'ın kendi nüshalarında, (Kânen-nâsu ümmeten vahideten fahtelefû) diye, (fahtelefû) kelimesini ekleyerek, bu ayeti kerimeyi böyle kıraat eylemeleri, insanların iyi yolda iken sonradan zamanın geçmesi ile bozulduğunu gösteriyor
İkinci bir rivayet daha var: O da yine Avfî tarafından İbn-i Abbas'a isnad edilerek nakledilmiş, orada da deniliyor ki:
Yâni bu insanların bir oluşları, ihtilafsız oluşları, hepsi iman üzere miydi? Evet! Umumi görüş bu. Ama bazıları da diyor ki, hepsi yamuk halde, sapık halde idi, Allah peygamberleri ondan gönderdi. Ama biz biliyoruz ki, Adem AS da ilk peygamber, O da Allah'ın emirlerini anlattı. Kendisi de Allah'ın emirlerine uymakla vazifeli idi. Ona hitaben gelen ayet-i kerimeler bunları gösteriyor.
Demek ki doğru olan, önce iman üzereydiler, insanlık imanla başladı, peygamber ile başladı. İnsanlar sonradan çeşitli sebeplerden imanı kaybettiler, bozdular. Kimisi atalara taptı, kimisi başka şeylere taptı. Yâni insanoğlu yaşam tecrübesini ilerletirken, çevreyi tanıyacağız derken, kendilerini o anda ikaz edecek kimseler olmadığı için, şeytanın kandırması ile, bazıları bu tapma işinde yanlış yollara saptılar. Böylece sapıttılar da, ondan sonra peygamberler geldi.
Sevgili Definemekani.com sakinleri alıntı yaptığım konu uzun olduğundan inşaallah haftaya devam edelim. Arkadaşlarımızın sıkılmadan okuması için uzatmadım.
Bakara Sûre-i Şerifesi'nin 213. ayet-i kerimesini okuyoruz. Eùzü billâhi mineş-şeytànir-racîm. Bismillâhir-rahmânir-rahîm:
(Kânen-nâsü ümmeten vâhideten febeasallàhün-nebiyyîne mübeşşirîne ve münzirîn, ve enzele meahümül-kitâbe bil-hakkı liyahküme beynen-nâsi fîmahtelefû fîh, ve mahtelefe fîhi illellezîne ûtûhü min ba'di mâ câethümül-beyyinâtü ba'yen beynehüm, fehedallàhüllezîne âmenû limahtelefû fîhi minel-hakkı biiznih, vallàhu yehdî men yeşâü ilâ sırâtın müstakîm.) (Bakara: 213) Sadakallàhul azîm.
Bir ayet-i kerime. Bu ayet-i kerimenin önce mânâsını, mealini nakledelim:
(Kânen-nâsü ümmeten vâhideten) "İnsanlar, halk bir tek ümmet idiler. (Febeasallàhün-nebiyyîn) Allah peygamberleri gönderdi; (mübeşşirîne ve münzirîn) müjdeleyiciler ve ihtar ediciler, ikaz ediciler, korkutucular olarak..." Yâni, "Allah'ın emirlerine itaat ederseniz; cennete girersiniz, ebedî saadeti bulursunuz. Allah'a àsî olursanız; cehenneme düşersiniz, ahirette ebedî azaba uğrarsınız." diye cenneti müjdelemek, azabı hatırlatıp insanları tahzir etmek, korkutmak ve ikaz etmek, uyarmak için.
(Ve enzele meahümül-kitâbe bil-hakkı) "Ve o peygamberlerle beraber, hak ile, hak olarak kitabı indirdi. (Liyahküme beynen-nâs) İnsanların arasında o peygamber, o vazifeli şahıs hükmetsin; (fîmahtelefû fîh) aralarında ihtilaf ettikleri konularda hakim olsun, hakem olsun, doğru hükmü versin diye, Allah o peygamberlerle beraber kitap indirdi."
(Ve mahtelefe fîhi illellezîne ûtûhü min ba'di mâ câethümül-beyyinât) "Amma bu konuda, ancak kendilerine beyyineler, belgeler, kanıtlar geldikten sonra, kendilerine o kanıtlar gelen insanlardan başkası ihtilafa düşmedi, onlar ihtilafa düştüler."
Allah peygamberleri ve kitabı onların ihtilaflarını çozmek için gönderdi, ama yine ihtilafa onlar düştü. Yâni ihtilafları çözümlensin diye, kendilerine peygamber gönderilen, kitap indirilenler yine ihtilifa düştüler. Neden?.. (Ba'yen beynehüm) "Aralarında zulmederek, kıskançlıkla, hırsla, zulümle, o çeşit duygulara kapılarak, yine onlar ihtilafa düştüler."
(Fehedallàhüllezîne âmenû) "Bu durumda Allah iman edenleri hidayete erdirdi. (Limahtelefû fîhi minel-hakkı biiznih) 'Hak nerdedir, şurda mıdır, burda mıdır?' diye hak konusundaki ihtilaflarında kendi izni ile, lütfu ile inananları hidayete erdirdi. O ihtilafların içinden çıkarttı, onlara dğoru yolu buldurup doğru yola sevkeyledi."
(Vallàhu yehdî men yeşâü ilâ sırâtın müstakîm.) "Ve Allah dilediği kimseleri sırat-ı müstakîme sevkeder, yöneltir, sırât-ı müstakîmi buldurur." Dilemediklerine buldurtmaz, istediğine verir. İstemediğine, lâyık olmayana hidayeti vermez.
a. İnsanların Sapıtmaları
Bu bir ayet-i kerime, Bakara Sûre-i Şerîfesi'nin 213. ayet-i kerimesi. Ama insanlığın yeryüzüne geldiği ilk andan, Peygamber Efendimiz'e bu ayetin indiği zamana kadar, insanlığın tarihini anlatan, durumlarını kısaca özetleyen bir ayet-i kerime. Peygamberleri, peygamberlerin vazifesini anlatan, önemli bir takım bilgileri bize öğreten bir ayet-i kerime. Buradan kesin olarak öğreniyoruz ki, (Kânen-nâsü ümmeten vâhideten) "İnsanlar tek bir ümmet idiler." Ümmet ne demek?.. İ'timâm eden, birbirleri ile uyuşan, bir araya gelen insanlar. Uyumlu insanların bir araya getirdiği topluluğa ümmet deniliyor.
Tabii ümmetin Kur'an-ı Kerim'de, bir topluluğa isim olduğu gibi, bir tek şahıs olduğu halde İbrâhim AS'a da sıfat olarak verildiğini görüyoruz.
Bazen de bir zaman için kullanılıyor. Ama burada, (Kânen-nâsü ümmeten vâhideten) "İnsanlar tek bir ümmet idiler." buyruluyor. (Febeasallàhün-nebiyyîne mübeşşirîne ve münzirîn) Fe'ye burda ta'kıbiyye derler. "Ondan sonra Allah, müjdeleyiciler, ikaz ediciler olarak peygamberleri gönderdi."
Bu insanlar ilk başta nasıl bir ümmet idiler, nasıl bir topluluk idiler?.. İnsanlardan ayrı varlıklara da ümmet deniliyor; kuşlar, karıncalar, diğer vahşî cinsler... Onlar da uyumlu, birbirlerine benzer şeyler oldukları için, onlara da;
İnsanlar tek bir ümmet idi, çeşit çeşit değildi, aynı durumda idiler. Ondan sonra Allah müjdeleyiciler ve ikaz ediciler olarak peygamberler gönderdi.
Şimdi bu ayet-i kerimenin kıraatini Abdullah ibn-i Mes'ud kıraatinde, (Kânen-nâsü ümmeten vâhideten fahtelefû) diye okumuşlar. Çünkü zâten başka ayet-i kerimeler var:
Tabii insanların tek bir toplum halinde iken, tek cins, tek görünümlü, tek vasıflı, aynı durumda iken, ihtilâfa düştüğünü bu ayet-i kerimenin içindeki, ilerideki (ihtelefû fîhi) kelimesinden de sezinliyoruz. Ne buyruluyor?.. "Allah peygamberleri müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi. Onlarla beraber hak ile kitabı inzal etti, indirdi. Neden?.. (Liyahküme beynen-nâs) O peygamber, insanlar arasındaki ihtilaf ettikleri konuları hükme bağlasın, hükmetsin, doğruyu göstersin diye."
Demek ki insanların çoğalmasıyla, sonradan aralarında ihtilaflar çıkmış, ayrılıklar gayrılıklar olmuş, fikir ayrılıkları doğmuş ve çeşit çeşit gruplar olmuşlar da, ondan sonra peygamberleri Allah göndermiş.
Bizim inancımız, Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin ilk peygamber olarak, ilk insan Adem AS'ı gönderdiği tarzında. İlk insan, ilk peygamber olunca, ondan sonraki insanlar da, yâni onun evlatları Adem AS'a tâbî, tek bir ümmet idiler.
Katâde İkrime'den naklen, İbn-i Abbas RA'nın şöyle dediğini naklediyor:
(Ve mâ kânen-nâsü illâ ümmeten vâhideten fahtelefû) (Yunus: 19) ayetinde olduğu gibi, burda da (fahtelefû) diye okumuşlar. "Tek bir ümmet idiler, ihtilafa düştüler de, onun üzerine Allah peygamberleri müjdeciler ve ikaz ediciler olarak, korkutucular olarak ba'seyledi, gönderdi." diye, öyle okumuş. "Übey ibn-i Ka'b RA de öyle okurdu." diye, Ebû Âliye (Rh.A)'den rivayet olunmuş.
Tabii insanların tek bir toplum halinde iken, tek cins, tek görünümlü, tek vasıflı, aynı durumda iken, ihtilâfa düştüğünü bu ayet-i kerimenin içindeki, ilerideki (ihtelefû fîhi) kelimesinden de sezinliyoruz. Ne buyruluyor?.. "Allah peygamberleri müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi. Onlarla beraber hak ile kitabı inzal etti, indirdi. Neden?.. (Liyahküme beynen-nâs) O peygamber, insanlar arasındaki ihtilaf ettikleri konuları hükme bağlasın, hükmetsin, doğruyu göstersin diye."
Demek ki insanların çoğalmasıyla, sonradan aralarında ihtilaflar çıkmış, ayrılıklar gayrılıklar olmuş, fikir ayrılıkları doğmuş ve çeşit çeşit gruplar olmuşlar da, ondan sonra peygamberleri Allah göndermiş.
Bizim inancımız, Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin ilk peygamber olarak, ilk insan Adem AS'ı gönderdiği tarzında. İlk insan, ilk peygamber olunca, ondan sonraki insanlar da, yâni onun evlatları Adem AS'a tâbî, tek bir ümmet idiler.
Katâde İkrime'den naklen, İbn-i Abbas RA'nın şöyle dediğini naklediyor:
Nuh AS'ın zamanında insanların çoğunun putlara tapmağa başlamış olduklarını da, Kur'an-ı Kerim bildiriyor. Yauk ve Nesir ve diğer bazı putlara taptıklarını, Nuh AS'ın onları putlara tapmaktan vazgeçirmeğe çalıştığını ayet-i kerimelerden biliyoruz.
(Küllühüm alâ şerîatin minel-hak) "Hepsi bunların hak üzere, Hak'tan olan bir şeriat üzere idiler, hak şeriat üzere idiler." Yâni Adem AS'ın öğrettiği bilgilerle idare ediyorlardı. Ama tabii, zaman geçtikten sonra, (Fahtelefû) ihtilaflar çıktı. Nesiller çoğalınca, sayılar artınca, bölgelere yayılınca, bu nesillerde ihtilaflar çıktı. Çünkü bazen bir olayı seyreden insanlar bile, onu başka başka anlatırlar. Hele o anlatım başka başka şehirlere gidince, başka başka rivayetler halinde sonradan dallanır budaklanır. Bu işin çoğalmasının, genişlemesinin olağan bir sonucu oluyor.
(Fahtelefû) İhtilaf ondan sonra çıktı. (Febeasallàhün-nebiyyîne mübeşşirîne ve münzirîn.) Ondan sonra Allah-u Teàlâ Hazretleri Peygamberleri müjdeleyiciler, Allah'ın ni'metlerini müjdeleyici, cenneti müjdeleyiciler olarak; Allah'ın azabını anlatıp Allah'ın azabından korkutucu, ikaz ediciler olarak; çıkarttıkları ihtilafları bıraksınlar, yanlış yola sapmış olanlar yanlış yollarını değiştirsin diye, Allah o peygamberleri gönderdi.
İbn-i Abbas'ın bu rivayeti böyle açıklaması ayet-i kerimeyi sonra Abdullah b. Mes'ud'un, Ubey ibn-i Kaab'ın kendi nüshalarında, (Kânen-nâsu ümmeten vahideten fahtelefû) diye, (fahtelefû) kelimesini ekleyerek, bu ayeti kerimeyi böyle kıraat eylemeleri, insanların iyi yolda iken sonradan zamanın geçmesi ile bozulduğunu gösteriyor
İkinci bir rivayet daha var: O da yine Avfî tarafından İbn-i Abbas'a isnad edilerek nakledilmiş, orada da deniliyor ki:
Kânen-nâsü ümmeten vâhideten, yekùl: Kânû küffâren) "Eskiden insanlar kâfirlerdi de, Allah peygamberleri onlara imanı öğretsin, cenneti anlatsın, cehennemi anlatsın diye gönderdi." diye de böyle bir rivayet var.Yâni bu insanların bir oluşları, ihtilafsız oluşları, hepsi iman üzere miydi? Evet! Umumi görüş bu. Ama bazıları da diyor ki, hepsi yamuk halde, sapık halde idi, Allah peygamberleri ondan gönderdi. Ama biz biliyoruz ki, Adem AS da ilk peygamber, O da Allah'ın emirlerini anlattı. Kendisi de Allah'ın emirlerine uymakla vazifeli idi. Ona hitaben gelen ayet-i kerimeler bunları gösteriyor.
Demek ki doğru olan, önce iman üzereydiler, insanlık imanla başladı, peygamber ile başladı. İnsanlar sonradan çeşitli sebeplerden imanı kaybettiler, bozdular. Kimisi atalara taptı, kimisi başka şeylere taptı. Yâni insanoğlu yaşam tecrübesini ilerletirken, çevreyi tanıyacağız derken, kendilerini o anda ikaz edecek kimseler olmadığı için, şeytanın kandırması ile, bazıları bu tapma işinde yanlış yollara saptılar. Böylece sapıttılar da, ondan sonra peygamberler geldi.
Sevgili Definemekani.com sakinleri alıntı yaptığım konu uzun olduğundan inşaallah haftaya devam edelim. Arkadaşlarımızın sıkılmadan okuması için uzatmadım.