Hazımsızlık
Hazımsızlık ve çekememezlik gibi tavırlar karşısında üslubumuz nasıl olmalıdır?
![5504652468.jpg](/proxy.php?image=http%3A%2F%2Fwww.bidepo.com%2Fimages%2F5504652468.jpg&hash=fdc44468a5230b7acf767c40f76723d8)
Öncelikle hazımsızlığın, halledilmesi çok zor ruhî bir maraz olduğunun bilinmesi gerekir. Şeytanın insan karşısındaki hazımsızlığı ve bu sebeple tepetaklak yuvarlanıp gitmesi bu hakikatin en çarpıcı bir misalini teşkil eder. Kurân-ı Kerimde değişik yerlerde geçen şeytanın konuşmalarına bakılacak olursa, onun, Allahı bilen bir varlık olduğu anlaşılır. Fakat buna rağmen o, göz göre göre, sırf kıskançlık ve hazımsızlığından dolayı Hazreti Âdeme secde etmemişti. Kurân-ı Kerim onun, secde mevzuundaki muhalefetini anlatırken hep ebâ fiilini kullanır ki, bu da onun bu konudaki ısrarını ifade eder. Yani şeytan katiyyen ve katıbeten Hazreti Âdeme secde etmeme inat ve temerrüdü içindeydi. Mahiyeti kin ve nefretle dopdolu olduğundan, bu durum onun olumlu ve güzel şeyleri görmesine, düşünmesine fırsat vermiyordu. Kıskançlık ve hazımsızlığın yenilmesi, ortadan kaldırılması kolayca mümkün olsaydı, belki de şeytan böyle feci bir akıbete maruz kalmayacaktı. İhtimal, Hazreti Âdemin Allahla münasebeti ve melaike-i kiramın onu tazimi, şeytan için bir mânâ ifade eder ve böylece o, bu tablo karşısında dersini alır ve yola girerdi. Fakat kıskançlık ve hasedin kurbanı bu zavallı varlık, tepetaklak yuvarlanıp gitmiştir ve hâlâ da yuvarlanmaya devam etmektedir. Bir menkıbede şöyle anlatılır: Şeytan, Cenâb-ı Hakka, Bu kadar çok insanı affediyorsun. Benim ceza ve çilem -sanki çile çekiyormuş gibi- daha bitmedi mi? diye sorar. Cenâb-ı Hak da ona: Senin ilk imtihan olduğun hususu bir kere daha hatırlatıyorum. Git ve Hazreti Âdemin mezarına secde et. Ben de seni bağışlayayım. der. Fakat şeytan nasıl bir haset ve hazımsızlığa kilitlenmiş ki, yine de red ve inkârına devam eder. Demek ki, hasedin öyle muzaaf ve mükab bir kısmı var ki, bunun sonucunda şeytan kendisini göz göre göre balıklamasına küfrün içine atmıştır.
![3792002456.jpg](/proxy.php?image=http%3A%2F%2Fwww.bidepo.com%2Fimages%2F3792002456.jpg&hash=5665ee21c35d3315513e244cc760e3cd)
Hazımsızlıktan Kardeş Katline
Öte yandan Cenâb-ı Hak, Mâide Sûresinde, kıskançlık ve hazımsızlığın insanı nasıl bir akıbete sürüklediğini gösterme adına Hazreti Âdemin iki evlâdının kıssasını anlatır. (Mâide Sûresi, 5/27-31) Kuran-ı Kerim ve Sünnet-i Sahihada Hazreti Âdemin bu iki oğlunun isimleri tasrih edilmese de, kütüb-ü sâlifede bunların isimlerinin Habil ve Kâbil olduğu ifade edilir. Evet, sağanak sağanak vahyin yağdığı bir evde neşet eden, bir yönüyle Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) nüvesi olan ve Safiyullah unvanıyla yâd edilen Hazreti Âdemin bu iki evladından birisi diğerini hazmedememiş, kardeşinin hayatına kıyacak kadar gözü dönmüş ve neticede onun kanına girmiştir.
Tarih süzüldüğünde onun usaresinden buna benzer daha pek çok hadiseyi müşahede etmek mümkündür. Bütün bu hadiselerde karşımıza çıkan netice ise, hasedin nicelerini tepetaklak baş aşağı getirdiğidir. Hatta kimseyi gül kadar incitmeyen ve sorgulanacak hiçbir yanı olmayan İnsanlığın İftihar Tablosu bile bazı insanlar tarafından kin ve haset kaynaklı tavırlara maruz kalmıştır. Mesela bir seferinde Ebu Cehilin Mugire ibn-i Şubeye şu sözleriyle açıktan açığa bu hazımsızlığını ifade ettiğini görüyoruz: Onun getirdiği haberlerin hepsi doğru. O yalan söylemez. Çünkü şimdiye kadar hiç yalanına şahit olmadık. Fakat Abdülmuttalipoğulları, Sikâye (Hacılara zemzem dağıtma hizmeti) bizden, sidâne (Kâbenin kilitlerini muhafaza hizmeti) bizden, rifâde (Hacılara yemek dağıtma hizmeti) bizden diyorlar; bir de kalkıp Peygamber de bizden. derlerse ben bunu içime sindiremem. (İbn İshak, es-Sîre 4/191) Bedirde devrileceği ana kadar her gününü Allah Resûlüne düşmanlıkla geçiren bu bedbaht insan, haset ve hazımsızlık duygusunun cenderesinde ebedî felakete sürüklenmiştir. Vefatından birkaç dakika önce Ben şu ana kadar kıskançlık ve hasedimden dolayı hep Senin yaptığın işleri yıkmaya çalıştım. Şimdi özür diliyorum. diyerek kelime-i şehadet getirseydi belki de ilahî affa mazhar olacaktı. Fakat o, öylesine haset ve hazımsızlığa kilitlenmişti ki, ölüm hırıltıları esnasında dahi gurur, kibir ve hasetle dopdoluydu.
Şimdi düşünelim; eğer Efendiler Efendisinin büyüleyici atmosferinde bile buz dağı mesabesindeki bu hazımsızlık duygusu erimiyor, kırılmıyor ve parçalanmıyorsa, kanaatimce kimilerinin size olan hasetlerinin kırılmaması ve erimemesi çok zorunuza gitmemeli ve bir mânâda bu hâli tabii ve normal görmelisiniz.
![7335924350.jpg](/proxy.php?image=http%3A%2F%2Fwww.bidepo.com%2Fimages%2F7335924350.jpg&hash=a13ae8d1fac3bda9430a90278548237a)
Hazımsızlığı Hazmetmek
Öyleyse bu tür haset ve hazımsızlıkların her zaman yaşanabileceğini hesaba katmamız gerekir. Nasıl ki uzaktakiler küfürlerinin muktezasını yerine getiriyorlarsa, yakında duran, sizinle aynı duygu ve düşünceyi paylaşan, hatta ellerinde aynı eserleri dolaştıran insanlar da yer yer hazımsızlık ve çekememezliklerini ortaya koyacaklardır. Bu durumda size düşen vazife, bütün bunları beşer tabiatının muktezası görerek hazmetmek ve herkesi bağrınıza basmaktır.
وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ
Kızdıklarında öfkelerini yutar, insanların kusurlarını affederler. (Âl-i İmrân Sûresi, 3/134) âyet-i kerimesi gereğince, gayzınızı yutacak, insanları affedecek ve karşı taraftan kötülük gelse bile, siz, bu kötülüğü tek taraflı bırakacaksınız. Zira duran bir vasıtaya, başka bir vasıta gelip çarptığı zaman tahribat yarıya iner. Fakat iki vasıta da süratle birbirine çarptıklarında ikisi de orada preslenirler. Aynen bunun gibi siz de kötülükleri tek başına bırakmak suretiyle, tahribatı yarıya indirmeli ve karşı tarafın haset ve hazımsızlığını erimeye mahkûm etmelisiniz.
Öte yandan bu tür problemlerin üstesinden gelme adına, sürekli çevrenizdeki insanlara imanda derinleşme yollarını göstermeli, ihlâs ve uhuvveti nazara vermeli, onları sürekli sohbet-i Cananla rehabilite etmeli ve böylece onların nefis ve enaniyet cihetiyle fena bularak kalbî ve ruhî hayatları itibarıyla yeniden bekâ billâha mazhar olmaları istikametinde cehd ve gayret göstermelisiniz. Sohbetlerinizin birinci gündem maddesi, Allahla münasebetlerimizi, durmamız gereken yerde tam durup durmadığımızı, düşünce dünyamız itibarıyla Kurânî çizgide olup olmadığımızı bir kere daha gözden geçirme olmalıdır. Her seferinde sohbet-i Cananla yeniden canlanmalı, bir kere daha dolmalı ve tekrar şarj olmalıyız. Böyle büyük bir mesele karşısında falan yerde okul açma, filan yerde üniversite açma gibi işler çok küçük kalır. İşte bu zaviyeden meseleye bakınca, nerede eksiğimiz olduğunu görmek mümkündür. Biz oturup kalkıp sürekli sohbet-i Canan demediğimizden, sözleri evirip çevirip Allah ve Resûlullaha (sallallâhu aleyhi ve sellem) getiremediğimizden, sürekli tahkiki iman etrafında tahşidatta bulunamadığımızdan haset ve hazımsızlık denilen o canavarın ağzına fermuar vuramıyoruz. Ağzına fermuar vuramadığımız için de bu canavar Müslümanları yamuk yumuk konuşturuyor ve yamuk yumuk davranışlar içine itiyor.