Hitit Mitolojisi ve Kültürü (Bölüm 1) | Define işaretleri ve anlamları

Hitit Mitolojisi ve Kültürü (Bölüm 1)

BoZKurT

"R@m@z@n"
Forum Düzeni
Katılım
22 Mart 2012
Mesajlar
9,476
Beğeni
16,841
Puanları
113
Konum
İstanbul
Bu konu, Hitit mitolojisi ve kültürüne dair bir takım bahislerin çeşitli kaynaklardan değiştirilmeden yazılmasıyla oluşturulmuştur. Kaynak isimleri yazarı ve adı ile birlikte konu başlıkları üzerinde belirtilmiştir.


Derman Bayladı, DİNLER KAVŞAĞI ANADOLU
HİTİTLERDE DİN

Hititlerin hoşgörüsü öylesine ileri düzeydeydi ki, egemenlik sürdükleri topraklara kendi adlarını değil de, orada daha önce yaşamış ve parlak bir uygarlık kurmuş olan bir ulusun adını verdiler, “Hatti Ülkesi” diye. Bizim bugün Hititler diye adlandırdığımız topluluk aslında kendilerine “Nesililer” dedikleri halde, Hitit adı üzerlerinde yerleşti kaldı. Dilleri de göz göre göre “Hititçe” olup çıktı.
Bilim dünyasının Hititler diye kabul ettiği- ve de ettirdiği- bu ulus Hattilerin dinlerini kolaylıkla benimsemişti. Bu benimseme sonucunda pek çok tanrıdan oluşan bir inanç sistemi doğdu. Bu yüzdendir ki, Hitit tabletlerinde sıklıkla “Hatti ülkesinin bin tanrısı”ndan söz edilir. Bu tanrılardan pek çoğunun Hitit kökenli olmadıkları açıktır. Zaten Hititler de bu tanrıları köken olarak kendilerine mâl etmiyorlardı. Ama onları oldukları gibi kendi pantheonlarına kabul etmişlerdi. Bu tanrılar topluluğunda, Hatti, Luvi, Hurri, Pala gibi Anadolu kökenli tanrı ve tanrıçaların yanı sıra Mezopotamya’dan gelen tanrı ve tanrıçaları da görmekteyiz.



Baş Tanrıça

Yontma taş çağı çok önemlidir ve bir o kadar da saygı görmüştür. Bu önem ve saygı, çok daha sonraki dönemlerde bile sürüp gitti. Ortalık tanrı ve tanrıçadan geçilmez olmuştu ama yontma taş çağının ana tanrıçası, her ne kadar değişik adar taşısa, dahası ona değişik görevler yüklenmiş de olsa, temel niteliğinden, önem ve saygınlığından ödün vermedi. Onca tanrı ve tanrıça kalabalığında kişilik ve tekinliğini korudu.
Geleneksel ana tanrıçanın Hititler döneminde “Arinna’nın Güneş Tanrıçası” adıyla anıldığını görmekteyiz. “Her ülkenin anası babasıymış Arinna’nın Güneş Tanrıçası. Kusurları bağışlayan mahkemenin başıymış. Tanrıların kurbanlarını o paylaştırır, şikayetleri o dinler, ülkelerin sınırlarını o belirlermiş”.
Bir Hitit kasidesinden derlenen bu sözler, ana tanrıçanın Hititler çağındaki ataerkil düzende bile saygınlık ve önemini ne denli titizlikle koruduğunu göstermekte.
Bu ana tanrıçaya Hattiler’de “Vuruşemu” deniyordu. Geç Hitit dönemindeki adı “Kupaba” Yunan ve daha sonraki Roma döneminde “Kubelh” adıyla Phrygialılar’ın ulusal tanrıçası oldu.
Tanrıçanın Hurriler’deki adı ise “Hepat” idi. Hepat ile Arinna’nın Güneş Tanrıçası’nın M.Ö. 13. yüzyılda, belki de daha önce, eşdeğerlik kazandıklarını görmekteyiz. Bu eşdeğerlik, bir belgeyi de açıkça ortaya çıkarıyor:
“Bütün ülkelerin kraliçesi efendim, Arinna’nın Güneş Tanrıçası! Hatti ülkesinde sen Arinna’nın Güneş Tanrıçası adını alırsın, sedir ağacı ülkelerinde ise adın Hepat’tır.”
Bu çok önemli tanrıçanın büyük krallık döneminde imparatorluk sarayının resmi koruyucusu olduğunu da görmekteyiz. İkinci Murşili bu yüce tanrıçaya nasıl yakarışta bulunduğunu şöyle anlatıyor:
“Ben şahsım için, eşim, oğlum, evim ve ülkem için Hepat’a yalvardım, çağrıda bulundum.
Hepat bu yakarışta görüldüğü gibi ikinci Murşili (M.Ö. 1345-1313) zamanında aile ocağı tanrıçalığını aşarak bütün ülkenin koruyucu tanrıçası olmuştur.

Baş tanrıça Hepat’ın ünü ve etkisi giderek o denli yaygınlaşır ki, Kutsal Kitap’a (Eski Ahid) “Havva” adıyla girerek, ilk insan Adem’in karısı olur. Yunan mitologyasındaki Gençlik Tanrıçası ve tanrılar başbuğu Zeus’un şarap sunucusu Hebe’nin de aslında Hepat’tan geldiği söyleniyor.
Neolitik çağ ana tanrıçasının bir uzantısı olan Hepat’ın önem ve saygınlığı bu denli yüksektir Hititlerde gerçi ama toplum da ataerkil düzene geçmiştir artık. O nedenle bütün tanrıçalara baş olacak bir erkek tanrının varlığı kaçınılmazdır.

Göklerin Tanrısı Teşup

Fırtınanın da tanrısıdır Teşup ve de Hitit pantheonunun baş tanrısıdır. Teşup, bu tanrının Hurri dilindeki adıdır. Hattiler bu tanrıyı “Taru” olarak adlandırıyorlardı. Yine aynı dönemlerde yaşamış bir başka Anadolu toplumu Luvilerdeki adı ise “Data” idi aynı Tanrının. Ne var ki, Hitit pantheonu baş tanrısının Hitit dilindeki adını bilemiyoruz.
Teşup’un simgesi boğa idi. Bu da doğal sayılmalı. Toprağı kutsallaştıran, onu her şeyin anası, yaratıcısı olarak düşünen ilk insan, “ana tanrıça” kavramıyla simgeleştirip somutlaştırmıştı bütün yaratılanlara yaşam veren temel varlığı.
Ama toprak *****n bu işlevini görmesi için bir de yardımcıya gereksinmesi vardı. Bu yardımcı, toprak *****n bağrının yarılmasını sağlayacak, bu yarıklara da toprağı dölleyecek tohumlar atılacaktı. Bu döllenme görevi boğaya verildi. Boğa da kutsal bir hayvan, giderek de baş tanrının simgesi oldu. Unutmayalım ki, Yunan mitologyasında tanrılar başbuğu Zeus’un da kutsal hayvanıydı boğa. Zeus’un yeryüzüne indiğinde boğa biçimine girdiği de olur. Böyle yaparak Fenike kralı Agenor’un kızı Europa’yı kaçırmıştı.
Teşup, tanrılar anası Hepat’ın kocasıydı. Hitit başkenti Hattuşaş’ın hemen yanı başındaki yazılıkaya açık hava tapınağında bu tanrısal aileyi temsil eden kabartmalar belirgin bir biçimde görülmektedir. Bu resimde baş tanrı Teşup’u, başka iki tanrının omuzlarına basmış olarak görmekteyiz. Bu tanrılar Nanni ve Hazzi adlarında iki dağı temsil ediyorlar. Baş tanrının tam karşısında karısı Hepat’ı görüyoruz. Tanrıça bir panter üzerinde durmaktadır. Unutmayalım ki, neolitik dönem ana tanrıçası iki yanını panterlerin (ya da leoparların) oluşturduğu bir taht üzerinde oturmaktaydı. Bu de nedensiz değildir. Ana tanrıça bütün doğaya olduğu gibi, onun bir parçası olan vahşi hayvanlara da can vermekteydi. Bunun içindir ki, geç dönemlerde “yabani hayvanlar ecesi” anlamında “Potnia Theron” da deniyordu ona.
Tanrı ile Tanrıça’nın –birincisinin sağında, ötekinin de solunda olmak üzere Teşup’un simgesi kutsal boğalar duruyor. Hepat’ın arkasında ise tanrısal ailenin üçüncü bireyi oğul Şarruma’yı görüyoruz. Annesi Hepat gibi, o da bir panter üzerinde durmaktadır. Şarruma’nın da, tıpkı anne ve babası gibi bir tanrıyı simgelemesi son derece doğaldır. Bu tanrı ailesi de zaten “ana-baba-oğul” nitelikleriyle bir kutsal üçleme oluşturuyorlar adeta.
Hitit dinsel inançlarında kralın da çok önemli bir işlevi bulunmaktaydı.
 

BoZKurT

"R@m@z@n"
Forum Düzeni
Katılım
22 Mart 2012
Mesajlar
9,476
Beğeni
16,841
Puanları
113
Konum
İstanbul
Hitit İnançlarında Kralın işlevi

Hitit krallarının, hükümdarlık görevlerinin yanı sıra üç önemli görevinin daha olduğu anlaşılıyor: Başrahip, Başkomutan ve Başyargıçlık görevleri.
Kral, başrahiplik görevi gereği belirli dinsel bayramlarda tanrılar için yapılan ayin ve duaları yönetir, onlara içki ve kurbanları doğrudan kendisi sunardı. Tanrılara bu denli yakın olan kralın, dinsel anlamda son derece temiz olması gerekmekteydi. Bu temizliği sağlamakla yükümlü saray görevlileri vardı. Yiyecekler gibi, Tanrının eşyaları da temiz olmalı, bunlara domuzlar ve köpekler yaklaşmamalıydı. Özellikle de yıkanılacak suyun temiz olmasına çok dikkat ediliyordu.
Burada ilginç bir nokta, cinsel ilişkiden sonra yıkanarak arınmanın önemidir. Bir çeşit boy abdesti diyebileceğimiz bu işlem Eski Ahid’e Hititlerden geçmişe benziyor, bu olgu da Anadolu’nun hem çok hem de tek tanrılı dinler açısından gerçek bir kavşak olduğunu gözler önüne seriyor.
Hitit dinsel kurallarına göre cinsel ilişki kirleticidir. Böyle bir eylemde bulunan kişi güneş doğar doğmaz yıkanmalı ve sabahleyin tanrıların yemek yiyeceği zaman hazır bulunmalıdır. Bilerek yıkanmayı geri bırakmak ve kirli durumda tanrının ekmeklerine ve içki kaplarına yaklaşmak ölümü gerektiren bir suçtur.
Eski Ahit’in Levililer kitabında yukarıdakine çok benzeyen bir yargı şöyle:
“...Ve bir adam kadınla yatar ve ona yaklaşırsa, ikisi de su ile yıkanacaklar ve akşama kadar murdar olacaklardır.”
Dinsel açıdan önemli bir işleve sahip olan kralın, Mısır firavunları ya da Roma imparatorları gibi kutsal nitelikleri olduklarını söylemek oldukça zordur. Gerçi kralların öldükten sonra tanrılık derecesine eriştikleri söyleniyordu ama bunun inançtan çok saygıdan, bir de kralı onurlandırma çabasından ileri geldiği düşünülebilir. Bir saygı belirtisi olsa gerek, ölen kral için “öldü” sözcüğü yerine “Tanrı oldu” deyişi kullanılıyordu. Ama “onursal bir tanrı” yalnızca. Gerçek tanrılara hiçbir zaman eşit tutulmayan, üstelik pantheona da tutulmayan bir tanrı.
Hitit kralları, her ne kadar sağlıklarında Tanrı değillerse de tanrının yeryüzündeki temsilcileriydiler en azından. Bunun böyle olduğu bir duada açıkça belirtilmektedir:
“Tabarna-kral tanrıların gözünde değerli olsun: Ülke Fırtına Tanrısı’nındır. Gök, yer ve insanlar onundurlar hep. Tabarna-kralı kendisine vekil kılan, Hattuşa ülkesini ona emanet veren de odur. Tabarna-kral bütün ül***i kendi eliyle yönetsin. Her kim ki ona ya da onun ülkesine zarar verecek olursa Fırtına Tanrısı onu yok etsin!.”
Duada geçen “Tabarna” sözcüğü üzerinde de biraz durmak gerekiyor. Kimi zaman da “Labarna” diye geçen “Tabarna”, Hattuşa’da kurulan Eski Krallığın kurucusunun adı. Bu ad sonradan tıpkı Sezar, Kayzer, Çar gibi imparatorlara verilen bir unvan oluyor.
 

BoZKurT

"R@m@z@n"
Forum Düzeni
Katılım
22 Mart 2012
Mesajlar
9,476
Beğeni
16,841
Puanları
113
Konum
İstanbul
Hitit Pantheonuna Anadolu Dışından Gelen Tanrılar

“Bin tanrılı” Hitit pantheonu, yalnızca Anadolu tanrılarından oluşmuyordu. Bu yabancı tanrı ve tanrıçalar arasında özellikle Mezopotamya kökenlilerin çok saygın bir yer tuttuklarını gerek resmi ve dinsel metinlerden, gerekse efsanelerden öğrenmekteyiz. Ninive İştar’ı, suların tanrısı Ea ve karısı Damkina, Güneş tanrısı Şamaş ve karısı Aya, Ay tanrısı Sin ve karısı Ningal bunlardan bazılarıdır.
Bu sayılardan ise kuşkusuz en fazla saygı göreni ise İştar’dır. Bu tanrıça, Hattarina İştar’ı, Kırların İştar’ı, Ninive İştarı gibi değişik yerler gösteren adlarla anılmakta.
İştar, köken olarak bir Sümer tanrıçasıydı. Sümerler bu tanrıçaya “İnanna” diyorlardı. Temelde döl verme ve aşk tanrıçasıydı. Bir yanıyla Yunanlıların Aphrodite’si, bir yandan da her şeyin yaratıcısı doğurgan ana tanrıçaydı. Sevgilisi “Dumuzi” idi. Bu ad, daha sonra Babil dilinde “temmuz”a dönüşür; yani temmuz ayına. “İnanna-Dumuzi” ya da Sâmileşmiş “İştar-Temmuz” çiftinin maceraları, Yunan mitologyasındaki “Aphrodite-Adonis” çiftininkiyle hemen hemen aynıdır.
Yine Sâmi Fenikeliler, bu tanrıçaya “Aştoret” dediler. Onlardan da Astarte adıyla Yunanca’ya geçti. Hititler de bu tanrıçayı yine Sâmi Mezopotamya’daki adıyla İştar diye benimsediler.( bu paragrafın doğruluğu bakımından kesin bir şey söyleyemem, Sami)
Ne var ki, bu Mezopotamya tanrıçasının, kaynağını neolitik çağ ana tanrıçasından almış olması çok güçlü bir olasılıktır. Bir başka deyişle “Anadolu = Mezopotamya = Anadolu” doğrultusunda bir gidiş-dönüş, asıl kaynağa geri geliş. Anadolu ile Mezopotamya arasındaki bu kültür alışverişine aracılık edenlerse yine bir (Güneydoğu) Anadolu toplumu olan Hurriler.
Bir başka önemli tanrı olan Şamaş, Sümerlerde “Utu” adıyla biliniyor ve yasaları simgeliyordu. Sami Mezopotamyalılarda Şamaş adıyla savaş ve bilgelik tanrısı oldu; aynı adla da Hitit pantheonuna girdi. Sümerlerde “Enki” adıyla da bilinen Ea, suları simgeliyordu. Sonraki dönemlerde Hitit pantheonuna giren Mezopotamya tanrılardan oldu.
 

BoZKurT

"R@m@z@n"
Forum Düzeni
Katılım
22 Mart 2012
Mesajlar
9,476
Beğeni
16,841
Puanları
113
Konum
İstanbul
Geç Hitit Şehir Devletleri Döneminde Din

Büyük Hitit krallığı, yaklaşık altı yüzyıllık bir egemenlikten sonra M.Ö. 1200 yıllarında, deniz kavimleri adı verilen barbar toplulukların ani saldırıları karşısında tutunamayarak yıkıldı. Ama yıkılan devletti. Bu devleti oluşturan insanlar güneye doğru çekilerek ve akraba bir toplum olan Luvilerle kaynaşarak Anadolu’nun güneydoğusu ve bir bölümüyle de Suriye’nin kuzeyinde olmak üzere şehir devletleri oluşturdular.
Bu dönem Hititlerinin dinlerine gelince...
Hititlerin eski görkemli dönemlerinden devralınan inançlar sürdürülmekteydi. Ama yeni yorumlarla kimi değişiklikler de ortaya çıkmamış değildi.
Bu dönemde özellikle “Tarhun” tapımı büyük önem kazanmıştı.
Aslında yeni bir tanrı değildi Tarhun. M.Ö. 1400 yılarında, Yeni Krallık çağındaki kayıtlarda da adına rastlanır. Fırtına Tanrısıydı, yani adını Tarhun’a dönüştürmüş Teşup. Yine Arinna Güneş Tanrıçası’nın –ya da öteki adıyla Hepat’ın- kocasıydı. Baş tanrı olduğuna göre simgesi yine boğaydı.
Öte yandan, İtalya’da birçok şehrin kurucusu olarak ünlenen Etrüsk kahramanı Tarquinius’un adının da, bu Hitit tanrısı Tarhun’dan geldiği ileri sürülür. Mysia kralı Telephos’un oğluymuş Tarquinius. Bu ad Tarkhon diye de söyleniyor. Mysia ilk çağlarda Bergama ve yöresine verilen addı. Tarquinius’un –ya da Tarkhon’un- babası Telephos, Bergama’nın kurucu kralı sayılıyordu. Hititlerin tarihi Bergama’ya göre çok eskilere uzandığından, Hitit tanrısı Teşup, Tarhun ve Tarkhon adlarıyla Anadolu’nun doğusundan batısına doğru bir yol izlemiş oluyor demek ki. Oradan da İtalya’ya geçer, Tarquinius adı ve bir Etrüsk kahramanı kişiliğiyle Roma’nın kurucularından biri olur. Bundan anlaşıldığına göre de Anadolu, Batı’nın kültür ve inanışları bakımından bir kaynak oluşturur.
Bu dönemde tapımı çok yaygınlaşan tanrılardan biri de Sanda’dır. Anadolu’nun antik Kapadokia, Pisidia, Karia, Lykia bölgelerinde bu tanrıya tapılmaktaydı. Simgesi iki yüzlü bir baltadır. Bu baltaya “labrys” deniliyordu. Bu Hitit kökenli baltaya daha sonra Zeus sahip olmuştu ve Mylasa (Milas) yakınlarında adına bir de şehir kurulmuştu “Labranda” diye. Baltasından dolayı Zeus burada “Zeus Labrandeus” yani “baltalı Zeus” olarak anılmaktaydı. Aslı bir Hitit tanrısı olan Sanda yani. Konya Ereğlisi yakınlarındaki bir kaya üzerinde kabartması bulunan tanrı da bu Sanda imiş. Tanrı burada sağ elinde üzüm salkımları, sol elinde de bir buğday başağı tutmuş olarak betimleniyor. Bu tanrının daha sonra Dionysos’a dönüştüğü ileri sürülüyor. Dionysos, şarap tanrısı olarak kutsandığına göre bu da doğal sayılmalı ve Hititlerde tanrıya içki sunma törenlerinin çok önemli bir yer tuttuğunu da unutmamalı.
 

BoZKurT

"R@m@z@n"
Forum Düzeni
Katılım
22 Mart 2012
Mesajlar
9,476
Beğeni
16,841
Puanları
113
Konum
İstanbul
Telepinu’nun Dönüşü

Telepinu –ya da Telipinu- fırtınalar tanrısı Teşup’un oğludur ve toprağın veriminin de simgesidir. Günün birinde ül***i bırakıp gider. O zaman yaşam durur ya da çok yavaşlar. Çünkü Telepinu giderken gökyüzünün bereketini de alıp götürmüştür. Toprak ürün vermez, canlılar üremez olur. Ağılarda koyunlar boğulur, sığırlar ölür, inek buzağısını, koyun kuzusunu bırakır. Ül***i kıtlık kaplar. Ağaçlar kurur, filizler çürür, kaynaklar kesilir.
Tanrılar bunun üzerine bir araya gelerek Telepinu’yu geri getirmeye çalışırlar. Ararlarsa da bulamazlar önce, bulurlarsa da Telepinu geri dönmeye yanaşmaz. Sonunda bir çok tanrı girer de araya, binbir yakarma ve ricayla dönmeye razı olur Telepinu. Onun dönüşüyle de yeryüzünde bolluk ve yaşam yeniden başlar.
Telepinu’nun dönüşü Hititlerde bayramlarla kutlanırmış. Bu da Yunan mitologyasındaki “Demeter’in dönüşü” ya da “Adonis”in yeniden canlanmasını kutlayan türden bir bahar bayramı olmalı.



İllujanka Ejderi

Hititlerde düzenlenen bir başka önemli şenlik de İllujanka adındaki ejderhanın öldürülmesi onuruna kutlanan bayramlardı. Bunlara “Purulli bayramları” deniyordu.
İllujanka (İlluyankaş, İlluviyanka da denilir) dev bir yılandır. Bir anlatıma göre Fırtına Tanrısı, bu korkunç ejderhaya karşı giriştiği kavgada bütün öteki tanrıları da yardıma çağırır. Tanrıça İnara bunun üzerine bir şölen düzenleyerek ejderha’yı davet eder. Bu şölen sırasında İllujanka’yı bir güzel sarhoş ederek onu silahlarından arındırır ve etkisiz duruma getirir.
Bir başka anlatıma göre ise İllujanka, fırtına tanrısının kalbini ve gözünü almıştır. Tanrı’nın oğlu Telepinu, ejderhanın kızı ile evlenmiştir. Fırtına Tanrısı, gelini aracılığıyla yüreğine ve gözüne yeniden sahip olarak İllujanka’ya savaş açar. Yağmur, yıldırım ve şimşek gibi doğa güçlerini kullanarak Ejderha’yı yok eder ama bu arada kendi oğlunu da öldürür.
Bu öykü iyiliğin kötülüğe zaferini simgeliyor. Ama Purulli şenliklerinin ilkbaharda düzenlendikleri göz önüne alınırsa, baharın kışa olan zaferi biçiminde yorumlamak da olanaklı.
Bu efsanelerin Yunan mitologyasında karşılıkları vardır. Korkunç yılanlar, ejderhalarla boğuşma motiflerini yine Hesiodos’un Theogonia’sında görmekteyiz. Tanrılar başbuğu Zeus, Titanlar’ı ve Gigantes denilen devleri yendikten sonra Gaia ona karşı Typhon ejderhasını göndermiş, Zeus bu ejderhayı yıldırımlarıyla vurarak yok etmişti.
Bu efsaneler ve daha birçokları, Yunan mitologya ve inançlarının asıl kaynakları konusunda şaşmaz ipuçları gösteriyor bizlere.
 

BABACONDA

DiScOvErY
Kullanıcı
Katılım
25 Nisan 2016
Mesajlar
986
Beğeni
2,692
Puanları
93
Yaş
51
Konum
iDA
elinize sağlık paylaşım için teşekkür
 
Üst