Hoş Görmek Lazım Hoşgörüyü.. | Define işaretleri ve anlamları

Hoş Görmek Lazım Hoşgörüyü..

Lacivert24

Extra/Dini Konular
Admin
Katılım
20 Ocak 2013
Mesajlar
7,877
Beğeni
22,538
Puanları
113
Konum
Erzincan


`Hoş` ve `görmek` sözcüklerinden oluşan hoşgörü kavramı, her şeyi anlayışla karşılayarak hoş görme, müsamaha, tolerans, insanlar arası ilişkilerde orta yolu takip etme, dengeli olma, farklı olan bir şeye sabır gösterip katlanma, benimsenmeyen bir davranış ve düşünceye bile tahammül edebilme anlamlarına gelmektedir.

Hoşgörü, günlük konuşmalarımızda sıkça kullanılan ve söylemesi de hoş olan kavramlardan birisidir. Hoşgörü; müsamaha, katlanma, görmezden gelme, başkalarının fikirlerine açık olma, onları sabırla dinleme, olaylara tarafsız bakabilme, affetme, alay etmeme, ayıpları kapatma, kusurları görmeme, izin verme, iyi karşılama, pozitif bakabilme gibi birçok anlamı içinde barındıran bir deryadır.

Diğer insanlarla iletişim kurma sırasında ortaya çıkan ve psiko-sosyal boyutlu bir kavram olan hoşgörünün affetme, kusura bakmama, farklılıkları anlayışla karşılama, bireyi daraltıp sıkıştırıcı yaklaşımlardan uzak durarak dengeyi koruma, medenî olma ve düşünceleri karşılıklı anlayış içerisinde tartışabilme gibi anlamları içerdiği söylenebilir. Yani hoşgörü, karşılaşılan olayların ve düşüncelerin çeşitli yönleriyle ele alınarak kuralların daha esnek ve toleranslı bir biçimde uygulanmasını ifade eder. Hoşgörüde temel ilke, karşımızdakini istediğimiz gibi olmaya zorlamak değil; ona kendi istediği gibi olma imkânı vermektir.

İnsanlar arası ilişkilerde dengeyi koruyan ve onları birbirlerine yakınlaştıran hoşgörü, duygusal bir tavır olarak insanın her konuda hemfikir olması, aldırış etmemesi, olaylara kayıtsız kalması veya kendi inançlarından ve öz benliğinden taviz vermesi değil; farklılıkların bilincine varması, değişik düşünce ve kimliklere anlayışla bakabilmesidir.Bir başka ifadeyle hoşgörü, başkalarından nefret etmeme bilincini kazandıran bir erdemdir, ahlâkî sistemlerin en temel unsuru ve diğer unsurlara da kaynaklık edebilecek önemli bir ruh disiplinidir.

Hoşgörünün temelinde, doğruluk değerlerini dikkate almadan, toplumda farklı inanç ve düşüncelerin de bulunabileceğini kabul etme duygusu yatmaktadır. Ancak bu farklılıklar çekici, ilginç ya da sevimli göründüğü sürece hoşgörüye ihtiyaç duyulmaz. Hoşgörü, bizim uygun görmediğimiz bir durumla karşılaştığımızda söz konusu olur ve asıl bu yüzden önemlidir. Öyleyse, tek taraflı bir yaklaşım tarzı olmayan hoşgörüde herhangi bir haksızlığa yol açılmaması, bir kişinin sürekli hoşgörü bekleyen, diğerinin ise hoşgörü göstermek zorunda kalan durumuna düşmemesi önemlidir.

Herhangi bir nedenden ya da kişisel yetenek ve özelliklerden kaynaklanan farklı düşünce ve davranışlara hoşgörüyle bakmak, değişik fikirlere değer vermek ve onları toleransla karşılamak toplum bireylerinin birbirleriyle yakınlaşmalarını sağlamaktadır. Bencillik, düşüncelerde taassup ve katılık ise, ayrımcılığa ve toplumsal huzursuzluklara neden olmaktadır. Öyleyse hoşgörü, dinler, kültürler ve gelenekler arasında barış fikrinin gelişmesini sağlayan en temel unsurdur. İnsanların bakış açıları ve kültür dünyaları aynı olmayabilir. Ancak hoşgörü ve saygı kurallarına herkes uymak durumundadır. Çünkü hoşgörünün bulunmadığı yerde taassup; taassubun olduğu yerde de barış ihlâlleri kaçınılmazdır.

İnsanların benimsemediği düşünce ve davranışlar karşısındaki tutumu ile yanlış, zulüm, adaletsizlik ve hakların ihlâli karşısındaki tutumu bir değildir. Dolayısıyla haksızlık, kötülük, çirkinlik ve adaletsizlik karşısında susmak, bilerek yanlışlıklara göz yummak hoşgörü olarak değerlendirilemez. Bireye ve topluma karşı işlenen öylesine ağır suçlar vardır ki, bunları hoş görmek, suça ve haksızlığa rıza gösterme anlamı taşır. Öyleyse yasa ihlâlleri, inançlara saygısızlık ve kişiliklere hakaret de hoşgörü kapsamının dışındadır. Çünkü hoşgörüde esas olan, ötekinin zarar görmemesidir.

Hoşgörünün zıddı olan hoşgörüsüzlük, basit bir nezaketsizlikten başlayarak kasıtlı yok etme girişimlerine ve bunun için güç kullanmaya kadar uzanan sonuçlara neden olabilir. Pek çok toplumda bireyler arasında baş gösteren düşünce farklılığı hemen bir ilke ayrılığına dönüşerek, her iki taraf diğer tarafın yanlış olduğunu ve ona katılmanın suçluluğu paylaşmakla aynı anlama geldiğini düşünmektedir. Bu da, anlaşmazlıkların şiddete dönüşmesini ve kuvvete başvurmayı doğurur. Bu durum karşısında alınabilecek en etkili önlem, her milletin, her ırkın, her din ve dinî düşünce mensubunun diğerlerine karşı hoşgörü göstermesini sağlayabilecek bir anlayışı toplum bireylerinde geliştirmektir.


Peygamber Efendimiz (SAV) “Ben Allah resulüyüm. Benim dediğim olacak.” vb şeyleri (Hâşâ! Allah muhafaza) demiş olsaydı Uhud Savaşı`nda ya da bak “Amcamı kaybettim sizin aldığınız karara uydum da ne oldu?” ( Hâşâ! Allah muhafaza ) deseydi Muallim-i Ekber! Tek Rehber! Olur muydu hiç?

Her anı, her adımı, her bakışı, her duyguları ile örneksin efendim Sen bize!

Ancak bazı kontrolünde zorlandığımız duygularımızı iftihar meselesi yaparak “Asarım, keserim, yıkarım” dersek insanları ikna ile değil de maddi-manevi makamla mevkiiyle üstün görüp azalama, bağırma veya şiddet gibi uygulamalarla eğitmeye kalkarsak vay halimize. Yazıklar olsun bize o zaman. Elmas parçasını kömüre dönüştürmekte maharetimizi göstermenin vahşi hazzını yaşarız bir zaman. Toplumda saygıyı, sevgiyi, vefayı anılarda ararız kırlaşmış saçlarımızı göstererek “Biz bunları değirmende ağartmadık. Bak ne yaptıksa boşuna!” deriz dışımızdan Ama içimizde ses hep bizi yalanlar. Bunun yerine “Yaratılanı Yaratan (CC)`dan ötürü sevmeyi”, “Güzel görüp güzel düşünmeyi” anlıyorsak ve kabullenmişsek insanların bize davranışı elbet değişecektir. İnsanlar etkili mesajlar karşısında ikna olup verilen bilgileri içselleştirmesi kolaylaşacaktır. Bu yüzden hoşgörü ilkesini gözeten değerler hedeflerine daha kısa yoldan ulaşabilirler. Çünkü hoşgörüye dayalı sistemde bireyler olaylara bir başkasının gözüyle bakabilme ve kendini onun yerine koyarak değerlendirme alışkanlığı kazanırlar.

Değerler kaybolmaya başladığında ise dedikodu, fitne baş göstermekte, önyargıların oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Sonuç; yıkılan yuvalar, ölen veya öldürülen insanlar, hüküm giymeler, güvensizlik, gözyaşı, huzursuzluk, geleceğe güvenle bakamama…

Peki, bu olumsuzlukların önlenmesinde reçete nedir?

Birey; karşısındaki insanın inancı, görüşü, etnik yapısı, rengi ne olursa olsun onu anlamaya çalışmalıdır. İnsana insan olduğu için değer vermeli, insanı kaybetmeyi değil de kazanmayı ölçü almalıdır. Olaylara tarafsız, bardağın dolu ve boş tarafını dikkate alarak bütüncül olarak bakmalıdır.

Bizler ne zaman hoşgörüye kapımızı aralar, onu gönlümüzün en üst köşesinde konuk edersek, ona uygun olarak eylem ve söylemlerimizle tutarlı davranışlar sergilersek o vakit reçetede yazan “hoşgörü” ilacın fayda sağladığını göreceğiz. Biz yeter ki hoşgörüyü hoş görelim. Ne dersiniz?
 
Üst Alt