- Katılım
- 11 Ağustos 2012
- Mesajlar
- 2,733
- Beğeni
- 430
- Puanları
- 83
Eyyûb -aleyhisselâm-ın mal-mülk zenginliği, evlâdları ve nâil olduğu bütün nîmetler imtihân-ı ilâhî olarak birer birer elinden alındı. Ardından ağır bir hastalığa dûçâr oldu. Ancak Hakka tevekkül ve teslîmiyeti ile, bedenine, malına ve evlâdına gelen musîbetlere karşı büyük bir sabır göstererek ilâhî takdîre râzı oldu.
Onun dillere destân olan sabır ve teslîmiyeti, bir ibret numûnesi olarak insanlık târihine geçti.
Eyyûb -aleyhisselâm-ın imtihânı peygamberlik devresine âittir. Başına gelen her türlü musîbet imtihânına, melûn şeytan sebep kılınmıştır. Ondaki fazîleti hazmedemeyen iblîs, insan kılığına girerek halk arasında:
Bu kadar nîmet ve bolluk içinde kulluk yapmak kolaydır. Eyyûbu bir de darlık ve belâ ânında iken görmeli!.. diyor ve devamlı olarak Onun îtibârını zedelemek istiyordu.
Bunun üzerine Allâh Teâlâ da, Eyyûb -aleyhisselâm-ın kendisine olan tevekkül ve teslîmiyetini izhâr etmek için bu sevgili peygamberine çeşitli musîbetler verdi.
Cenâb-ı Hak, Eyyûb -aleyhisselâm-ı imtihân etmeyi murâd edince, ilk olarak mallarını elinden aldı. Bir sel ile koyunlarını, bir rüzgar ile de ekinlerini mahvetti. Şeytan, çoban kılığına girerek hemen Hazret-i Eyyûba koştu. Eline geçen fırsatı değerlendirecekti. Ağlaya ağlaya olup biteni Ona haber verdi:
Ey Eyyûb! Büyük bir felâket oldu. Allâh Teâlâ senin bütün mal ve mülkünü telef etti. dedi.
Hazret-i Eyyûb, bu haber karşısında telâşlanmadan, büyük bir tevekkül ve sükûnet içinde Rabbine hamd etti ve insan kılığına girmiş bulunan şeytana:
Mal ve mülkü bana Rabbim vermişti. Şimdi de aldı. Yegâne sâhip Odur! Dilerse verir, dilerse alır!.. dedi.
Bu söz ve tavırlar, şeytanı perişan etmeye yetmişti.
Daha sonra ise Eyyûb -aleyhisselâm-ın ders okumakta olan çocukları bir zelzele ile vefât etti. Şeytan bu sefer de feryâd ü figân ederek Hazret-i Eyyûbun yanına geldi. Onu isyân ettirmek için gözlerinden seller gibi yaşlar döküp:
Ey Eyyûb! Allâh Teâlâ evini bir zelzele ile yıktı. Bütün çocuklarını elinden aldı. Onların canhıraş feryadları dayanılacak gibi değildi. Sen hâlâ duruyor musun? dedi ve hâdiseyi o kadar acıklı bir şekilde nakletti ki, Hazret-i Eyyûbun tevekkül ve teslîmiyet ile yoğrulmuş kalbindeki merhamet hissiyâtı taşarak mübârek gözlerinden yaş geldi. Ancak bu imtihân karşısında da büyük bir sabır göstererek ilâhî tecellîye rızâ gösterdi.
Maksadına yine nâil olamayan şeytan öfkeden kudurdu. Yine birşeyler demek üzere idi ki Hazret-i Eyyûb:
Ey melûn! Sen iblîssin ve beni Rabbime karşı isyâna teşvîk etmek istiyorsun! Bilesin ki evlâdlarım birer emânetti. Sâhibi geri aldı! Veren O, alan O; niçin incineyim? Ben, her ahvâlde Rabbime hamd eden bir kulum! dedi.
Sâlih kulların Hakka teslîmiyetini, Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri bir beytinde ne güzel dile getirir:
Alan Sensin veren Sensin kılan Sen;
Ne verdinse odur; dahî nemiz var!..
Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh- şöyle buyurmuştur:
(Üvey babam) Ebû Talhanın bir oğlu ölmüştü. O sırada kendisi dışarda bulunuyordu. Hanımı Ümmü Süleym, oğlunun öldüğünü görünce, onu yıkayıp kefenledi ve evin bir tarafına koydu. Derken Ebû Talha geldi ve:
«Çocuk nasıl oldu?» diye sordu.
Hanımı:
«Sâkinleşti; ben onun istirahat etmiş olmasını umuyorum!» dedi.
Nihâyet sabah olunca kocası Ebû Talha boy abdesti aldı. (Hazırlanıp) dışarı çıkmak istediği sırada, hanımı ona çocuğun vefât ettiğini haber verdi. (Büyük bir teessüre kapılarak evinden ayrılan) Ebû Talha, (hemen) Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-in yanına gitti ve Onunla birlikte namaz kıldı. Sonra olup bitenleri Peygamber -aleyhisselâm-a anlattı. Bunun üzerine Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
«Umarım ki Allâh Teâlâ, bu gecenizi sizin için bereketli kılmıştır.» buyurdu.(Buhârî, Cenâiz, 42, Edeb, 116)
Enes bin Mâlik Hazretlerinin anlattığı bu hâdise, Ümmü Süleymin zekâ, takvâ ve bilhassa Cenâb-ı Hakka teslîmiyetini göstermektedir. Bu hâdise, ana-baba, evlâd, mal-mülk gibi bütün varlıkların ancak bir emânet olduğunu ve sâhibinin gerektiğinde geri aldığını ne güzel îzâh eder. Sanki Ümmü Süleym, Ebû Talhaya hâl lisânı ile:
Yavrumuz, onu bize gönderen kudret tarafından geri çağrıldı. Bir müddet sonra onunla kıyâmette tekrar buluşacağız. Üzülme ve sesini çıkarma! Haktan râzı ol!.. demekteydi.
Nitekim Cenâb-ı Hak, Ümmü Süleyme kısa bir müddet sonra nur topu gibi bir yavru ihsân etti. İsmi de Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- tarafından Abdullâh olarak konuldu.
Allâh Teâlâ, Eyyûb -aleyhisselâm-a son olarak Kurân-ı Kerîmde ismi belirtilmeyen bir hastalık[14] verdi. Hastalığı o derece arttı ki, hiç kimse yanına uğramaz oldu. Yalnız, şefkat timsâli hanımı Rahîme Hâtun, eşsiz bir sadâkat ve vefâ örneği sergileyerek Onun hizmetine devâm etti. El işi yaparak maîşet temînine çalıştı. Her türlü hizmeti severek îfâ etti.
Eyyûb -aleyhisselâm-, bu hastalığında da hâlinden şikâyetçi olmadı. Rabbine sığınarak sabretti, hamd ü senâsına devâm etti. Nebevî bir edeb göstererek hastalık ve yorgunluğunu şeytana izâfe etti. Bu hâl, âyet-i kerîmede şöyle bildirilmektedir:
وَاذْكُرْ عَبْدَنَا أَيُّوبَ إِذْ نَادَى رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ بِنُصْبٍ وَعَذَابٍ
(Rasûlüm!) Kulumuz Eyyûbu da an! O, Rabbine: «Doğrusu şeytan, bana bir yorgunluk ve eziyet verdi.» diye seslenmişti. (Sâd, 41)
Çünkü şeytan, Eyyûb -aleyhisselâm-ın güzel hâline hased edip kendisine musallat olmak iştemişti. Fakat Eyyûb -aleyhisselâm- her şeyin Allâhtan olduğunun idrâki, tevekkülü ve teslîmiyeti içindeydi.
Eyyûb -aleyhisselâm-ı şükür, hamd ve rızâ hâlinden uzaklaştırma husûsunda bütün çabaları boşa giden şeytan, bu defa şehir halkına vesvese vermeye başladı:
Aman Rahîme ile görüşüp kendisine yardımcı olmayın! Yoksa Eyyûbun hastalığı size de geçer! Derhal onu şehrinizden kovun! dedi.
Şehir halkı da bu fesâda meylederek Rahîmeye:
Eyyûbla beraber burayı terk edin! Yoksa sizi taşlayarak öldürürüz! diye tehdîd ettiler.
Rahîme Hâtun, çâresiz kalarak Hazret-i Eyyûbu sırtına aldı ve oradan ayrıldı. Şehir dışında bir yer edindi. Eyyûb -aleyhisselâm-ın altına kumlar yayıp başına taştan yastık koydu. Sonra da küçük bir kulübe yaptı ve hizmetine sadâkatle devâm etti.
Allâhın sabırlı peygamberi Hazret-i Eyyûb bu durumda bile, oradan gelip geçenlere emr-i bil-marûf ve nehy-i anil-münkerde bulunuyordu.
Zevcesi Rahîme Hâtun, geçimlerini temin için şehirdeki hanımlara iplik bükmekteydi. Bir ara efendisine:
Sen bir peygambersin! Allâh Teâlâdan sıhhat ve âfiyet istesen de bu dertleri Senden alsa! deyince Eyyûb -aleyhisselâm-:
Sıhhat ve âfiyetle geçen günlerimiz ne kadardı? diye sordu.
Rahîme Hâtun:
Seksen yıl idi. dedi.
Bunun üzerine Hazret-i Eyyûb:
Ey Rahîme! Şiddet ve belâ zamânı sıhhat ve safâ süresi kadar olmadan Cenâb-ı Mevlâya şikâyet etmekten hayâ ederim. Allâh Teâlâ, bizlere nîmetler verirken (râzı oluyoruz da), Ondan gelen belâlara niçin sabretmeyelim?! dedi.
Hazret-i Eyyûbun bu tahammül ötesi sabrı, âyet-i kerîmede medhedildiği gibi, hadîs-i şerîfte de senâ buyrulmuştur:
Hazret-i Eyyûb, insanların en halîmi, en sabırlısı ve en çok gazabını
(öfkesini) yeneni idi. (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, III, 201)
Onun Hakka karşı rızâsı tam ve kusursuzdu. Sanki şu şiir, Onun yüksek sabır ve teslîmiyet hâlini yansıtmaktadır:
Hoştur bana Senden gelen,
Ya gonca gül, yâhut diken,
Ya hilat ü yâhut kefen,
Nârın da hoş, nûrun da hoş!..
Eyyûb -aleyhisselâm-a vesvese veremeyen şeytan, bu sefer hanımı Rahîme Hâtuna musallat oldu. İkide bir onun önüne çıkıyor ve aklını çelmeye çalışıyordu. Rahîme Hâtun da, bunları Hazret-i Eyyûba naklediyordu. Eyyûb -aleyhisselâm- ise hanımına:
_Ey hanım! O senin yoluna çıkan iblîstir. Dikkatli ol; seni vesvese ile benden ayırmak istiyor!.. diyerek îkâzda bulunuyordu.
Rahîme Hâtun, Yûsuf -aleyhisselâm-ın torunlarından idi. Kendisinde ceddi Yûsufun güzelliğinden bir akis vardı. Civârında ondan daha güzeli yoktu. Bunun için şeytan, birgün onun karşısına yakışıklı bir kişi sûretinde çıktı:
_Senden daha güzel birini görmedim.. Ben şu yakın köydenim. Servetimin de hadd ü hesâbı yoktur dedi.
Rahîme Hâtun Rabbine sığınarak:
_Ben hasta olan Eyyûb Peygamberin hanımıyım. Ona hizmet etmekteyim. Ve ben, o şerefli peygamberden başkasına aslâ meyletmem dedi ve yürüyüp gitti.
Rahîme Hâtun, Hazret-i Eyyûbun yanına döndüğünde, olup biteni anlattı. Hazret-i Eyyûb bu sözlerden sıkıldı. Hiddetle:
Ey Rahîme! Ben sana ondan sakınmanı söylemiştim. Eğer sıhhate kavuşursam, sana yüz sopa vuracağım! diye yemîn etti.
Eyyûb -aleyhisselâm-ın hastalığı gün geçtikçe şiddetlendi. Bu durum Onun peygamberlik vazîfesini yapmasına mânî olmaya başladı. O da yüce dergâha ellerini açtı ve:
أَنِّي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَأَنتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
Bana gerçekten hastalık isâbet etti. Sen merhametlilerin en merhametlisisin! (el-Enbiyâ, 83) diyerek, ilâhî merhametin kendisi üzerine tecellî edip şifâ bulması için kalben Cenâb-ı Hakka yöneldi.
Eyyûb -aleyhisselâm-ın bu şekilde duâ etmesinin sebebi husûsunda tefsîrlerde değişik rivâyetler bulunmaktadır:
İmâm Câfer es-Sâdık buyurdu ki: Musîbet müddeti uzayınca şeytan: «Ey Eyyûb! Hastalıktan kurtulmak istersen, bana secde et!» dedi. Hazret-i Eyyûbun kalbi gâyet mahzûn oldu ve: «Hastalıktan değil, düşmanın harîs olmasından rahatsızım.» deyip Rabbine: «Bana bu hastalık isâbet etti.» dedi.
Diğer bir rivâyet: Kendisine îmân etmiş bulunan birkaç kişi: «Eğer bunda hayır olsaydı, bu belâya dûçâr olmazdı!» demişti. Nâdânların bu sözleri de, Hazret-i Eyyûbu son derece rencide etmişti.
Diğer bir rivâyet: Rahîme Hâtun çâresizlik içinde kalarak yiyecek almak için elbisesini satmıştı. Eyyûb -aleyhisselâm- bunu öğrenince büyük bir üzüntüyle Rabbine ilticâ etti.
Diğer bir rivâyet: Cebrâîl -aleyhisselâm-, Hazret-i Eyyûba gelerek: «Hak Teâlânın hazînesinde musîbet imtihânı çoktur. Onlara tâkat getiremezsin. Sen Allâhtan âfiyet talebinde bulun!» demiş ve şifâyâb olması için Cenâb-ı Hakka duâ etmesini söylemişti.
Rivâyete göre, bir kimse Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-in mescidine girdi ve Eyyûb -aleyhisselâm- ile alâkalı bazı suâller sordu. Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ağladılar ve şöyle buyurdular:
Allâh Teâlâya yemîn ederim ki, Eyyûb belâdan inlemedi, sızlanmadı. Lâkin yedi sene, yedi ay, yedi gün, yedi gece o belâda kaldı. Ayakta namaz kılmak istedi; duramadı, düştü. Hak yolundaki hizmetinde kusur görünce: «Bana gerçekten hastalık isâbet etti» dedi.[15]
Hazret-i Eyyûbun ifâdeleri görünüşte sızlanma gibi ise de, gerçekte bir duâ idi. Çünkü sızlanma, insanlara yapılan şikâyete denir. Allâh Teâlâya yöneliş, bir sızlanma değildir. Nitekim Yakûb -aleyhisselâm- da, oğlu Yûsuf -aleyhisselâm-ın ayrılık ıztırâbı ve hasreti ile büyük bir elem içindeydi ve âyet-i kerîmede buyrulduğu gibi:
قَالَ إِنَّمَا أَشْكُو بَثِّي وَحُزْنِي إِلَى اللّهِ وَأَعْلَمُ مِنَ اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
Dedi ki: Ben bütün kederimi ve hüznümü ancak Allâha arz ediyorum. Ve ben, sizin bilemeyeceğiniz şeyleri de Allâh tarafından (vahiy ile) biliyorum. (Yûsuf, 86)
Onun dillere destân olan sabır ve teslîmiyeti, bir ibret numûnesi olarak insanlık târihine geçti.
Eyyûb -aleyhisselâm-ın imtihânı peygamberlik devresine âittir. Başına gelen her türlü musîbet imtihânına, melûn şeytan sebep kılınmıştır. Ondaki fazîleti hazmedemeyen iblîs, insan kılığına girerek halk arasında:
Bu kadar nîmet ve bolluk içinde kulluk yapmak kolaydır. Eyyûbu bir de darlık ve belâ ânında iken görmeli!.. diyor ve devamlı olarak Onun îtibârını zedelemek istiyordu.
Bunun üzerine Allâh Teâlâ da, Eyyûb -aleyhisselâm-ın kendisine olan tevekkül ve teslîmiyetini izhâr etmek için bu sevgili peygamberine çeşitli musîbetler verdi.
Cenâb-ı Hak, Eyyûb -aleyhisselâm-ı imtihân etmeyi murâd edince, ilk olarak mallarını elinden aldı. Bir sel ile koyunlarını, bir rüzgar ile de ekinlerini mahvetti. Şeytan, çoban kılığına girerek hemen Hazret-i Eyyûba koştu. Eline geçen fırsatı değerlendirecekti. Ağlaya ağlaya olup biteni Ona haber verdi:
Ey Eyyûb! Büyük bir felâket oldu. Allâh Teâlâ senin bütün mal ve mülkünü telef etti. dedi.
Hazret-i Eyyûb, bu haber karşısında telâşlanmadan, büyük bir tevekkül ve sükûnet içinde Rabbine hamd etti ve insan kılığına girmiş bulunan şeytana:
Mal ve mülkü bana Rabbim vermişti. Şimdi de aldı. Yegâne sâhip Odur! Dilerse verir, dilerse alır!.. dedi.
Bu söz ve tavırlar, şeytanı perişan etmeye yetmişti.
Daha sonra ise Eyyûb -aleyhisselâm-ın ders okumakta olan çocukları bir zelzele ile vefât etti. Şeytan bu sefer de feryâd ü figân ederek Hazret-i Eyyûbun yanına geldi. Onu isyân ettirmek için gözlerinden seller gibi yaşlar döküp:
Ey Eyyûb! Allâh Teâlâ evini bir zelzele ile yıktı. Bütün çocuklarını elinden aldı. Onların canhıraş feryadları dayanılacak gibi değildi. Sen hâlâ duruyor musun? dedi ve hâdiseyi o kadar acıklı bir şekilde nakletti ki, Hazret-i Eyyûbun tevekkül ve teslîmiyet ile yoğrulmuş kalbindeki merhamet hissiyâtı taşarak mübârek gözlerinden yaş geldi. Ancak bu imtihân karşısında da büyük bir sabır göstererek ilâhî tecellîye rızâ gösterdi.
Maksadına yine nâil olamayan şeytan öfkeden kudurdu. Yine birşeyler demek üzere idi ki Hazret-i Eyyûb:
Ey melûn! Sen iblîssin ve beni Rabbime karşı isyâna teşvîk etmek istiyorsun! Bilesin ki evlâdlarım birer emânetti. Sâhibi geri aldı! Veren O, alan O; niçin incineyim? Ben, her ahvâlde Rabbime hamd eden bir kulum! dedi.
Sâlih kulların Hakka teslîmiyetini, Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri bir beytinde ne güzel dile getirir:
Alan Sensin veren Sensin kılan Sen;
Ne verdinse odur; dahî nemiz var!..
Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh- şöyle buyurmuştur:
(Üvey babam) Ebû Talhanın bir oğlu ölmüştü. O sırada kendisi dışarda bulunuyordu. Hanımı Ümmü Süleym, oğlunun öldüğünü görünce, onu yıkayıp kefenledi ve evin bir tarafına koydu. Derken Ebû Talha geldi ve:
«Çocuk nasıl oldu?» diye sordu.
Hanımı:
«Sâkinleşti; ben onun istirahat etmiş olmasını umuyorum!» dedi.
Nihâyet sabah olunca kocası Ebû Talha boy abdesti aldı. (Hazırlanıp) dışarı çıkmak istediği sırada, hanımı ona çocuğun vefât ettiğini haber verdi. (Büyük bir teessüre kapılarak evinden ayrılan) Ebû Talha, (hemen) Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-in yanına gitti ve Onunla birlikte namaz kıldı. Sonra olup bitenleri Peygamber -aleyhisselâm-a anlattı. Bunun üzerine Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
«Umarım ki Allâh Teâlâ, bu gecenizi sizin için bereketli kılmıştır.» buyurdu.(Buhârî, Cenâiz, 42, Edeb, 116)
Enes bin Mâlik Hazretlerinin anlattığı bu hâdise, Ümmü Süleymin zekâ, takvâ ve bilhassa Cenâb-ı Hakka teslîmiyetini göstermektedir. Bu hâdise, ana-baba, evlâd, mal-mülk gibi bütün varlıkların ancak bir emânet olduğunu ve sâhibinin gerektiğinde geri aldığını ne güzel îzâh eder. Sanki Ümmü Süleym, Ebû Talhaya hâl lisânı ile:
Yavrumuz, onu bize gönderen kudret tarafından geri çağrıldı. Bir müddet sonra onunla kıyâmette tekrar buluşacağız. Üzülme ve sesini çıkarma! Haktan râzı ol!.. demekteydi.
Nitekim Cenâb-ı Hak, Ümmü Süleyme kısa bir müddet sonra nur topu gibi bir yavru ihsân etti. İsmi de Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- tarafından Abdullâh olarak konuldu.
Allâh Teâlâ, Eyyûb -aleyhisselâm-a son olarak Kurân-ı Kerîmde ismi belirtilmeyen bir hastalık[14] verdi. Hastalığı o derece arttı ki, hiç kimse yanına uğramaz oldu. Yalnız, şefkat timsâli hanımı Rahîme Hâtun, eşsiz bir sadâkat ve vefâ örneği sergileyerek Onun hizmetine devâm etti. El işi yaparak maîşet temînine çalıştı. Her türlü hizmeti severek îfâ etti.
Eyyûb -aleyhisselâm-, bu hastalığında da hâlinden şikâyetçi olmadı. Rabbine sığınarak sabretti, hamd ü senâsına devâm etti. Nebevî bir edeb göstererek hastalık ve yorgunluğunu şeytana izâfe etti. Bu hâl, âyet-i kerîmede şöyle bildirilmektedir:
وَاذْكُرْ عَبْدَنَا أَيُّوبَ إِذْ نَادَى رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ بِنُصْبٍ وَعَذَابٍ
(Rasûlüm!) Kulumuz Eyyûbu da an! O, Rabbine: «Doğrusu şeytan, bana bir yorgunluk ve eziyet verdi.» diye seslenmişti. (Sâd, 41)
Çünkü şeytan, Eyyûb -aleyhisselâm-ın güzel hâline hased edip kendisine musallat olmak iştemişti. Fakat Eyyûb -aleyhisselâm- her şeyin Allâhtan olduğunun idrâki, tevekkülü ve teslîmiyeti içindeydi.
Eyyûb -aleyhisselâm-ı şükür, hamd ve rızâ hâlinden uzaklaştırma husûsunda bütün çabaları boşa giden şeytan, bu defa şehir halkına vesvese vermeye başladı:
Aman Rahîme ile görüşüp kendisine yardımcı olmayın! Yoksa Eyyûbun hastalığı size de geçer! Derhal onu şehrinizden kovun! dedi.
Şehir halkı da bu fesâda meylederek Rahîmeye:
Eyyûbla beraber burayı terk edin! Yoksa sizi taşlayarak öldürürüz! diye tehdîd ettiler.
Rahîme Hâtun, çâresiz kalarak Hazret-i Eyyûbu sırtına aldı ve oradan ayrıldı. Şehir dışında bir yer edindi. Eyyûb -aleyhisselâm-ın altına kumlar yayıp başına taştan yastık koydu. Sonra da küçük bir kulübe yaptı ve hizmetine sadâkatle devâm etti.
Allâhın sabırlı peygamberi Hazret-i Eyyûb bu durumda bile, oradan gelip geçenlere emr-i bil-marûf ve nehy-i anil-münkerde bulunuyordu.
Zevcesi Rahîme Hâtun, geçimlerini temin için şehirdeki hanımlara iplik bükmekteydi. Bir ara efendisine:
Sen bir peygambersin! Allâh Teâlâdan sıhhat ve âfiyet istesen de bu dertleri Senden alsa! deyince Eyyûb -aleyhisselâm-:
Sıhhat ve âfiyetle geçen günlerimiz ne kadardı? diye sordu.
Rahîme Hâtun:
Seksen yıl idi. dedi.
Bunun üzerine Hazret-i Eyyûb:
Ey Rahîme! Şiddet ve belâ zamânı sıhhat ve safâ süresi kadar olmadan Cenâb-ı Mevlâya şikâyet etmekten hayâ ederim. Allâh Teâlâ, bizlere nîmetler verirken (râzı oluyoruz da), Ondan gelen belâlara niçin sabretmeyelim?! dedi.
Hazret-i Eyyûbun bu tahammül ötesi sabrı, âyet-i kerîmede medhedildiği gibi, hadîs-i şerîfte de senâ buyrulmuştur:
Hazret-i Eyyûb, insanların en halîmi, en sabırlısı ve en çok gazabını
(öfkesini) yeneni idi. (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, III, 201)
Onun Hakka karşı rızâsı tam ve kusursuzdu. Sanki şu şiir, Onun yüksek sabır ve teslîmiyet hâlini yansıtmaktadır:
Hoştur bana Senden gelen,
Ya gonca gül, yâhut diken,
Ya hilat ü yâhut kefen,
Nârın da hoş, nûrun da hoş!..
Eyyûb -aleyhisselâm-a vesvese veremeyen şeytan, bu sefer hanımı Rahîme Hâtuna musallat oldu. İkide bir onun önüne çıkıyor ve aklını çelmeye çalışıyordu. Rahîme Hâtun da, bunları Hazret-i Eyyûba naklediyordu. Eyyûb -aleyhisselâm- ise hanımına:
_Ey hanım! O senin yoluna çıkan iblîstir. Dikkatli ol; seni vesvese ile benden ayırmak istiyor!.. diyerek îkâzda bulunuyordu.
Rahîme Hâtun, Yûsuf -aleyhisselâm-ın torunlarından idi. Kendisinde ceddi Yûsufun güzelliğinden bir akis vardı. Civârında ondan daha güzeli yoktu. Bunun için şeytan, birgün onun karşısına yakışıklı bir kişi sûretinde çıktı:
_Senden daha güzel birini görmedim.. Ben şu yakın köydenim. Servetimin de hadd ü hesâbı yoktur dedi.
Rahîme Hâtun Rabbine sığınarak:
_Ben hasta olan Eyyûb Peygamberin hanımıyım. Ona hizmet etmekteyim. Ve ben, o şerefli peygamberden başkasına aslâ meyletmem dedi ve yürüyüp gitti.
Rahîme Hâtun, Hazret-i Eyyûbun yanına döndüğünde, olup biteni anlattı. Hazret-i Eyyûb bu sözlerden sıkıldı. Hiddetle:
Ey Rahîme! Ben sana ondan sakınmanı söylemiştim. Eğer sıhhate kavuşursam, sana yüz sopa vuracağım! diye yemîn etti.
Eyyûb -aleyhisselâm-ın hastalığı gün geçtikçe şiddetlendi. Bu durum Onun peygamberlik vazîfesini yapmasına mânî olmaya başladı. O da yüce dergâha ellerini açtı ve:
أَنِّي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَأَنتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
Bana gerçekten hastalık isâbet etti. Sen merhametlilerin en merhametlisisin! (el-Enbiyâ, 83) diyerek, ilâhî merhametin kendisi üzerine tecellî edip şifâ bulması için kalben Cenâb-ı Hakka yöneldi.
Eyyûb -aleyhisselâm-ın bu şekilde duâ etmesinin sebebi husûsunda tefsîrlerde değişik rivâyetler bulunmaktadır:
İmâm Câfer es-Sâdık buyurdu ki: Musîbet müddeti uzayınca şeytan: «Ey Eyyûb! Hastalıktan kurtulmak istersen, bana secde et!» dedi. Hazret-i Eyyûbun kalbi gâyet mahzûn oldu ve: «Hastalıktan değil, düşmanın harîs olmasından rahatsızım.» deyip Rabbine: «Bana bu hastalık isâbet etti.» dedi.
Diğer bir rivâyet: Kendisine îmân etmiş bulunan birkaç kişi: «Eğer bunda hayır olsaydı, bu belâya dûçâr olmazdı!» demişti. Nâdânların bu sözleri de, Hazret-i Eyyûbu son derece rencide etmişti.
Diğer bir rivâyet: Rahîme Hâtun çâresizlik içinde kalarak yiyecek almak için elbisesini satmıştı. Eyyûb -aleyhisselâm- bunu öğrenince büyük bir üzüntüyle Rabbine ilticâ etti.
Diğer bir rivâyet: Cebrâîl -aleyhisselâm-, Hazret-i Eyyûba gelerek: «Hak Teâlânın hazînesinde musîbet imtihânı çoktur. Onlara tâkat getiremezsin. Sen Allâhtan âfiyet talebinde bulun!» demiş ve şifâyâb olması için Cenâb-ı Hakka duâ etmesini söylemişti.
Rivâyete göre, bir kimse Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-in mescidine girdi ve Eyyûb -aleyhisselâm- ile alâkalı bazı suâller sordu. Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ağladılar ve şöyle buyurdular:
Allâh Teâlâya yemîn ederim ki, Eyyûb belâdan inlemedi, sızlanmadı. Lâkin yedi sene, yedi ay, yedi gün, yedi gece o belâda kaldı. Ayakta namaz kılmak istedi; duramadı, düştü. Hak yolundaki hizmetinde kusur görünce: «Bana gerçekten hastalık isâbet etti» dedi.[15]
Hazret-i Eyyûbun ifâdeleri görünüşte sızlanma gibi ise de, gerçekte bir duâ idi. Çünkü sızlanma, insanlara yapılan şikâyete denir. Allâh Teâlâya yöneliş, bir sızlanma değildir. Nitekim Yakûb -aleyhisselâm- da, oğlu Yûsuf -aleyhisselâm-ın ayrılık ıztırâbı ve hasreti ile büyük bir elem içindeydi ve âyet-i kerîmede buyrulduğu gibi:
قَالَ إِنَّمَا أَشْكُو بَثِّي وَحُزْنِي إِلَى اللّهِ وَأَعْلَمُ مِنَ اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
Dedi ki: Ben bütün kederimi ve hüznümü ancak Allâha arz ediyorum. Ve ben, sizin bilemeyeceğiniz şeyleri de Allâh tarafından (vahiy ile) biliyorum. (Yûsuf, 86)