Köleliğin Tarihçesi

KOTYORA

Kullanıcı
Katılım
21 Eylül 2011
Mesajlar
180
Beğeni
25
Puanları
16
gladiator.jpg
Köle, bütünüyle başka bir insanın malı olan, herhangi bir eşya gibi alınıp satılabilen kişidir. Kölelik, eskiçağlardan 19. yüzyıla kadar süren uzun bir tarih boyunca çeşitli biçimlerde var olmuştur.

Köleler, taşınır herhangi bir mal gibi görüldükleri ve onlara hiçbir hak ve özgürlük tanınmadığı için, kendilerinden istenen her türlü işi yapmakla yükümlüydüler. Efendilerinin kötü davranışları, ağır yaşam ve çalışma koşulları, insan sayılmayan binlerce kölenin ölümüne yol açtı. Bir köle için kölelikten kurtulmanın tek yolu efendisince özgürlüğünün geri verilmesi, yani azat edilmesiydi.

İnsanlar tarih boyunca, içinde yaşadıkları topluma ve döneme göre çeşitli yollardan kölelestirildiler. Savaşta tutsak edilmek, bir suç nedeniyle cezalandırılmak, borcunu ödeyememek ya da köle ana babadan dünyaya gelmek, köle olmanın çeşitli biçimlerindendi.

İnsanların ancak kendi yaşamlarını sürdürebilecek kadar üretebildikleri eskiçağlarda kölelik yoktu. Zamanla üretimde kullandıkları araçlar geliştikçe tüketebileceklerinden daha fazla üretmeye başladılar. Bundan sonra, savaş tutsaklarını öldürmek yerine kendileri için çalıştırmaya başladılar ve onların ürettikleri fazla ürüne el koydular. Böylece köleler ve kölelik doğdu.
Sümerler’de köleler ya ev hizmetlerinde ya da tarlalarda çalıştırılırdı. Kâr getiren bir mal olarak alınıp satılmaya başlamaları daha sonraki dönemlere rastlar. İlk olarak Eski Yunan’da köleler toplumun temel sınıflarından biri oldu ve ekonomi ağırlıkla köle emeğine dayandı. Burada köleler daha çok ev hizmetlerinde ve tarımda çalıştırıldılar. Köleler yurttaş sayılmadıkları için hiçbir hakka sahip değillerdi. Köle sayısı çok artan Roma İmparatorluğumda, kölelerin bazıları madenlerde ve taşocaklarında çalıştırılırken, bazıları da halkı eğlendirmek amacıyla yırtıcı hayvanlarla ya da birbirleriyle ölümüne dövüştürülürdü. Daha şanslı olanlar ise çiftliklerde ve evlerde çalıştırılırdı.
Bu dönemde, birçok köle içinde bulunduğu koşullara başkaldırarak ayaklandı. Bunların en önemlisi Spartaküs Ayaklanması’dır. İÖ 73′te İtalya’da, Capua’da gladyatör olarak satılan Spartaküs, bazı kölelerle birlikte kaçarak Vezüv Dağı’na sığındı. Başka kaçak kölelerin de onlara katılmasıyla tüm İtalya’ya korku salan 100 bin kişilik bir ordu oluştu. İki yıl sonra Spartaküs bir çarpışmada öldürülünce, güçleri parçalandı ve ayaklanma sona erdi.
spartacus.jpg
Roma İmparatorluğu’nun yıkılışından sonra kölelik geriledi, ama hemen ortadan kalkmadı. 8., 9. ve 10. yüzyıllarda Almanya’da tarım işçilerine olan gereksinimin artması köleliğin canlanmasına yol açtı. Bu amaçla birçok savaş tutsağı Slav köleleştirildi. 13. yüzyılın sonlarında Avrupa’nın birçok bölgesinde kölelerin yerini artık serfler almıştı. Serfler, toprağa ve beylerine bağlı üreticilerdi. Köleler gibi alınıp satılmaz ama efendilerini ve bulundukları yeri de terk edemezlerdi. Topraklar, üzerinde yaşayan serflerle birlikte alınır ve satılırdı. Ortaçağda serfler ekonominin belkemiğiydi.
Hıristiyan Kilisesi ve İslam dini, modern çağa gelinceye kadar köleliğe karşı çıkmadı. Müslümanlar ile Hıristiyan Avrupa arasındaki uzun süren savaşlarda, her iki taraf da aldıkları savaş tutsaklarını köleleştirdi. Bununla birlikte Müslümanlar’ın aldıkları tutsakların çoğu ağır işçi olmak ya da ırgat olarak tarlalarda çalıştırılmak yerine, ev hizmetlerinde çalıştırıldı. Ayrıca, Müslümanlık’ ta köle azat etmek sevap olduğu için, kölelerin bir bölümü azat ediliyor ve İslam dinini kabul ederek topluluğun bir üyesi olabiliyordu.
Osmanlılar’da genellikle savaşlarda ya da korsanlık yoluyla tutsak edilen kişileri köle olarak kullanmak, alıp satmak geleneği vardı. Bunun dışında başka ülkelerdeki pazarlardan satın alınarak ülkeye getirilen kölelere de rastlanırdı. Köle ticaretini yalnızca Müslüman tüccarlar yapabilir, Hıristiyanlar da köle satın alabilirdi. Müslüman köle kullanmak ise yasaktı. Köleleri tarımsal üretimde ya da zanaat üretiminde çalıştırmak Osmanlı Devleti’nde yaygın olmamakla birlikte rastlanan bir olguydu. Özellikle İstanbul çevresindeki padişahlara ait has çiftliklerde ortakçı kullar adıyla; Bursa’da dokumacılıkta ve bıçak yapımında köle emeği kullanılmıştı. Ayrıca Hıristiyan tutsakların beşte birine devletin el koyması ve bunları Türkleştirerek devlet hizmetinde kullanmasıyla başlayan devşirme sistemi de Osmanlılar’a özgü bir tür kölelik sayılabilir. Osmanlılar’da esir ticaretine dayalı kölelik 1847′de resmen kaldırıldı. Devşirme sistemi ise fetihlerin duraklamasına paralel olarak daha 17. yüzyılda önemini yitirmeye başladı, 18. yüzyılın ortalarında da bütünüyle ortadan kalktı.

AFRİKA’DAN KAÇIRILAN KÖLELER VE BATI
Bir kısım aydınımız bacak bacak üzerine atarak yok efendim bizi Osmanlı geri bıraktı, bizi İslam geri bıraktı; bak elalem Ay’a taşındı derken acaba bu zenginliğin kaynağını hiç sorgularlar mı?



BATININ ZENGİNLİĞİNİN ÖNEMLİ BİR KAYNAĞI: AFRİKADAN KAÇIRILAN KÖLELER
Bir kısım aydınımız bacak bacak üzerine atarak yok efendim bizi Osmanlı geri bıraktı, bizi İslam geri bıraktı; bak elalem Ay’a taşındı derken acaba bu zenginliğin kaynağını hiç sorgularlar mı? Sokakta ellerinde pankart taşıyan, mitinglerde özgürlük diye konuşan gencimiz yaşlımız Batı’nın zenginliğinin kaynağının kanlı paraya dayandığının acaba ne kadar farkındadırlar. İnsanlarımıza bir örnek olarak 15. yy sonundan başlayarak 19. yy’a kadar devam eden Afrika’dan Amerika kıtasına köle ticaretini bu yazımda ortaya koymak istiyorum.
Nasıl Başladı?
1452′de Portekiz Kralı VI. Afonso’ya izin veren Papa savaşlarda yakalananların köle olarak satılabileceğine ve kullanılabileceğine dair resmi bir bildiri çıkartarak bu büyük zulme onay vermişti.
Nasıl Yayıldı?
Transatlantik Köle Ticareti Amerikan Kolonileri’nde ve daha sonra Amerika Eyaletleri’nde işgücü eksikliğinden ortaya çıkmıştır. Avrupa Kolonileri içinde iş- gücünden yararlanılan ilk köleler Amerikalı yerliler, yani Kızılderililerdi. Bu durum Afrika’dan yüklü miktarda ve uygun fiyata köleler getirilinceye kadar sürdü.
Yeni Dünya’da Kızılderilileri esir alan Avrupalı sömürgeciler esir ticaretine pek de yabancı değillerdi. Karayip Adaları’nda savaş ve salgın hastalık yüzünden yerli halkın telef olması neticesinde Kızılderili nüfusunun yerini bu dönemde Afrikalı yerliler aldı. Diğer bir örnekteyse, Güney Carolina ve Virginia’da Afrikalı köleleri daha ucuza elde edebilecek anlaşmaların altına imza atılarak Kızılderili esirlerin yerlerini Afrikalı esirler aldı.
Esir ticaret üçgeninin bir bacağı Avrupa’dan ticari malların Afrika’ya ihracatıydı. Bu ticaretin ikinci bacağını oluşturan Afrika hükümdarları ve tüccarları, 1440 yılından 1900 yılına kadar köle ticareti içinde aktif rol oynadılar. Her köle karşılığında Afrikalı hükümdarlar Avrupalılardan yüklü miktarda ticari mal temin ettiler. Yeni Dünya’da esirlerin işgücü ile üretilen pamuk, seker, tütün, pekmez ve rom gibi ticari malların Amerika’dan Avrupa’ya nakli ise üçgenin üçüncü ve son bacağını teşkil ediyordu.
Slave%20Coffle,%20Western%20Sudan,%201879%2081_jpg.jpg
Kölelerin Taşınması Nasıl Gerçekleştirildi?
Köle taşıyan gemilere, “Tumberio”, yani “ölü taşıyıcıları” adi takılmıştır. Bu gemilerden biri ile denizi asan bir İtalyan Fransiskeni söyle yazmıştır. “Erkekler güverte altına üst üste yığılmış, ayaklanıp gemideki tüm beyazlari öldürürler korkusuyla da zincirlerle bağlanmışlardı. Kadınlar için, ikinci güverte arası ayrılmıştı. Hamile olanlar arka kamarada toplanmıştı. Çocuklar birinci güverte arasında, balık istifi gibi sıkıştırılmıştı. Uyumak istediklerinde, birbirlerinin üstüne düşüyorlardı. Doğal gereksinmelerini gidermek için sintineler vardı, ama çoğu yerini kaybetmek korkusuyla bulunduğu yerde rahatlıyordu. Özellikle erkekler acımasızca üst üste yığılmış oldukları için, bulundukları yerde koku ve sıcak dayanılmazdı. Atlantik Okyanusu 35–40 gün arasında aşılmaktadır. Ölüm oranı, havasızlıktan boğulma ve salgın hastalıklar yüzünden çok yüksektir. Bu oran %50′ye ulaşabilir. Çogu zaman salgınlarla baş edebilmek için hastalar öldürülür. (Amerika Kıtasına) varışta sağ kalanlar, açık arttırmalar sırasında iyi para etmeleri için, yeniden özenli bir bakımdan geçirilirler. Doğal olarak fiyatlar boya, yaşa, güce, cinsiyete vs. göre değişir. Tehlikelere ve kayıplara karşın, kazançlı olan bu ticaret, kaçakçılığa ve korsanlığa yol açar. İngiliz gemileri, sık sık zenci taşıyan gemilere saldırıp, yüke el koyar ve köleleri Virginia ya da Antillerde satarlar.” * Türk ve Dünya Tarihi Ansiklopedisi; Cilt 4, s.1176 ( Gelişim Hachette, Istanbul–1985)
slave-ship_Picture1.jpg
Gine körfezinde bulunan bu tip çok sayıdaki krallıklardan birine misafir olan bir tüccarın izlenimleri söyledir:
“Kral Peel… iç bölgelerden yollanacak binlerce zenci arasında bana iyi bir “yük” hazırlamakla uğraştığını söylüyor… Birkaç gün sonra boyunlarından uzun sırıklarla bağlı birkaç dizi zencinin geldiğini görüyorum. İşte benim yük’üm! 300 yolcumu karşılamaya hazırlanıyorum. Kadınlar kıç tarafta, erkekler ise kıç direğinden teknenin başına kadar dizilmiş ve hepsi de zincire vurulmuş. Yiyecek olarak hint patatesi, pirinç ve bolca su. Tabanca ve hançerlerimiz kemerlerimizde, kimi zamanda ellerimizde, doktor muayenesinden geçiyorlar… Muayene bitince hepsi kızgın demirle işaretleniyor. Bunu yaparken daha zayıf yaradılışlı olan kadınların etlerini fazla dağlamamaya özen gösteriyoruz.” (Aynı eser 1319-1312)
Nasıl Sona Erdi?
Afrika Kıtası’nın Atlantik kıyısı ve Afrika’nın iç kısımlarındaki yerlilerin satılması ve istismarına dayanan Atlantik Köle Ticareti Portekizliler tarafından 15. yy’da başlayıp 19. yy’a kadar sürdü.
Köle ticareti gelişmeye başlayınca hükümdarlar, köle karsılığı Avrupalılardan mal alarak gelirlerini artırmıslar, fakat bu mallar hep tüketimle ilgili olduğundan üretim biçiminin değişmesinde etkili olamamıştır.
Kuzey ve Güney Amerika’daki plantasyonlardan gelen istem çesitli uluslardan esir tüccarlarının milyonlarca Afrikalı zenciyi köle olarak götürüp buralarda satmaları sonucunu doğurdu. Bu yeni ticaret, Afrika’da bir ölçüde ekonomik hareketlilik yarattı. Kıyıdaki beyaz esir tüccarına içerilerden hemcinslerini yakalayıp getiren Afrikalılar, bu kıtanın koşulları içinde orta sınıf sayılabilecek bir öğe olarak ortaya çıktılar.
Batı ve Orta Afrika’dan Yeni Dünya’ya taşınan kölelerin çoğunluğu Avrupa ile Afrika devletleri arasında yapılan anlaşmalar çerçevesinde elde edilmiş olsa da, diğer kısmı da yağmalama esnasında kaçırılarak ele geçirilmiştir.
Kara Kıta için korkunç bir darbe olan bu yeni ticaret, ailelerinden ve vatanlarından koparılan milyonlarca insanın dramı bir yana, en sağlam insanların köle olarak seçilip götürülmesiyle, Afrika’yı insan gücünden de yoksun kıldı.
Afrika’da Avrupalılar tarafından kölelerin satın alındığı ve nakledildiği sekiz belli başlı bölge vardı. Bunlardan bir tanesi de Orta Afrika’da Kongo Demokratik Cumhuriyeti, batıda Gabon ve Angola’ydı.
Portekiz’i takiben Atlantik Köle Ticareti’nden paylarını almış olan diğer ülkeler, İspanya, Fransa, İngiltere, İskoçya, Almanya, Danimarka ve Hollanda’dır. Zaman içinde denizcilikte güçlenen İngiltere köle ticaretinde lider konumuna gelmiştir. Bristol ve Liverpool İngiltere’nin köle ticaret gemilerinin yola çıktığı belli başlı limanlarıydı. 17.yy’da Liverpool’dan yola çıkan her dört gemiden biri köle ticaret gemisiydi.
Atlantik Köle Ticareti’ne karşı zaman içinde ahlaki, ekonomik ve politik mulahefet başladı. Atlantik Köle Ticareti ilk olarak Hawai Devrim’inde (1791-1804) resmen yasaklanmıştır. Köle ticaretinde hayli aktif rol alan Danimarka köle ticaretini kanuni olarak ilk yasaklayan ülkedir (1792). İngiltere ise köle ticaretini Hawai kararlarından üç sene sonra yasaklamıştır. 1808 yılında da Amerika İngiltere’yi takiben köle ticaretini kanunen yasaklamıştır.
http://listverse.files.wordpress.com/2008/11/civil-war-115.jpg?w=688&h=""İletişim Bilgisi Vermek Yasak""
Amerikan İç Savaşı: Kuzey ve Güney Eyaletleri arasında 1861-1865 yılları arasında yapılmıştır. Savaşın başlıca sebebi, Başkan Lincoln’un köleliği kaldırma vaadi olmuştur.

Kaç Köle Afrika’dan Kaçırıldı ve Etkisi Ne Oldu?
İngiliz Parlamentosu’nun raporlarına göre 1768′de Afrika’dan Amerika’ya İngilizler 60.000, Fransızlar 23.000, Hollandalılar 11.000, Portekizler 1.700 köle göndermiştir. Toplam olarak (bir yilda) 97.500 köle, 1787 yılında bu sayı (yılda) 100.000′e ulaşmıştır. Köle ticareti XVIII. yüzyıl boyunca sürekli artar.(Aynı eser syf. 1312
Bazı çağdaş tarihçilerin tahminlerine göre bu dönem içinde 12 milyon civarinda Afrikalı Yeni Dünya’ya taşındı. Bu insanlık tarihinin en büyük zoraki göçü olarak kabul edilmektedir. Diğer bir kaynağa göreyse bu rakam 25, hatta 40 milyona kadar çıkmaktadır.
Senegal başkanı Senghor’un Afrika sosyalizmi konusunda yapılan 1962 Dakar Kollokyumu’nda verdiği rakama göre ise, esir ticaretinin yapıldığı dönemde Amerika’ya 20 milyon esir varmıştır. Fakat 1 esir alırken avda veya gemi ambarında öldürülenler hesab edildiğinde korkunç bir rakam ortaya çıkmaktadır.
SONUÇ
Saint-Pierre’li Bernardin, Voyagea L’lle-de-France’da (ile-de-France’a Yolculuk), şu değerlendirmeyi yapıyordu: “Avrupalıların mutluluğu için şekerin ve kahvenin gerekli olup olmadığını bilmiyorum. Fakat bu iki ürünün dünyanın iki kıtasında mutsuzluğa yol açtıgını biliyorum. Amerika, ekin yetiştirecek topraklar elde etmek için boşaltıldı; şimdi de bu topraklarla uğrasacak insanları sağlamak için Afrika boşaltılıyor”. Maurice Lengelle: Kölelik, s.82 (Iletisim, Istanbul–1993)
Bu kadar çok sayıda köle ticaretinin gerçekleşmesi Afrika’nın sağlıklı nüfusunu kaybetmesine, Avrupa ve Asya’daki ülkelerde nüfus artarken Afrika’nın nüfusunun sabit kalmasına, yerel dili, kültürü ve dininin tahrip olmasına buna mukabil Amerika ve Avrupa’nın zenginleşmesine yol açtığı bir gerçektir.


ÖLÜME VE ESARETE TAŞIYAN GEMİLER

500-1870 yılları arasında yaklaşık 12 milyon Afrikalı köle Amerika’ya getirilmiştir. Köle ticareti 1700′lü yıllarda en üst seviyeye çıkmıştır. En fazla köle satın alan ülke dört milyon ile Brezilya’dır. Bu yıllarda Florida ve Kaliforniyalı tacirler tarafından İspanya kolonilerinden Arjantin’e iki buçuk milyon köle satılmıştır. Değişik tacirler tarafından da Fransız kolonilerinden bir milyon altı yüz bin İngiliz kolonilerinden iki milyon ve Hollanda kolonilerinden beş yüz bin köle getirtilmiştir. Karaib Adalarındaki halkın % 90′ı da köleleştirilmiştir.

Köle ticareti yapan gemilerdeki kaptan ve tayfaların en korktukları şey kölelerin isyan etmeleriydi. Bu sebepledir ki köleler götürülecekleri yere el ve ayaklarından birbirlerine bağlanarak sevk edilirdi.


amistadrevoltz.jpg


Kaptanın maddî çıkarı gereği bu ‘insan yükü’nün karaya sağlam çıkması çok önemliydi. Bu yüzden de köleleri zinde tutabilmek maksadıyla her gün onları düzenli olarak güverteye çıkarırlar ve sözde dans ettirirlerdi. Dans ettirme dedikleri de şuydu: Gemideki tayfalar kırbaçlarını kölelerin çıplak vücutlarına şaklatırlar ve onlar da can havliyle sağa sola kaçışırlardı.

Bu dönemde iki türlü kaptan vardı: Fazla köle yükleyenler ve az yükleyenler. Az yükleyenler hastalık ve ölüm riskinin azalacağını düşünerek gemiye az köle alırlardı. Fazla yükleyenler ise gemide ne kadar yer varsa oraları kölelerle doldururlardı. Mantıkları ise şuydu: Nasıl olsa yolda birileri ölecek öyleyse alabildiğimiz kadar çok köle alalım.
Atlas Okyanusu’nu geçerken yaklaşık iki milyon Afrikalı ölmüştür; ölüm sebeplerinin başında dizanteri ve çiçek hastalığı gelmektedir. Köle tacirleri kölelerin birinde en ufak bir bulaşıcı hastalık belirtisi gördüklerinde onu hemen denize atarlardı. Acılara dayanamayıp intihar edenlere de çok rastlanmaktaydı. Bunlar ya denize atlayarak ya kendini yanındaki arkadaşına boğdurarak veya yemek yemeyerek canlarına kıyarlardı. Onların yemek yemediğini gören tayfalar mallarının zâyi olmaması için ‘speculum oris’ denen bir usûlle zorla kölenin ağzını açıp yemeği gırtlağından aşağıya tıkarlardı.
1810′dan itibaren birçok ülkede köle ticareti resmen yasaklandığı hâlde Atlanta üzerinden devam etmiştir. Yasağa rağmen 1810′dan sonra Afrika’dan iki milyon köle daha getirilmiştir. Bunlardan iki yüz bini İngiliz denetim gemileri tarafından kurtarılıp tekrar Afrika’ya götürülmüştür.

1808′den itibaren Amerika ve Büyük Britanya köle ticaretini yasaklamış ve kanunu uygulayabilmek için Batı Afrika sahillerinde denetim yapmaya başlamıştır. Denetimlerde köle gemileri durdurulup köleler serbest bırakılmıştır.
Bu denetim gemilerinin birinde Robert Walsh (1772-1856) isimli İrlandalı bir denetimci de vardı. Walsh denetimler sırasında kölelerin içinde bulunduğu kötü şartlara şahit olmuş ve bundan sonra da kendini bu kölelik karşıtı organizasyona vakfetmiştir. Walsh ‘Notices of Brazil in 1828 and 1829′ adlı eserinde gözlemlerini kaleme almıştır. Hâdisenin ürperticiliğini olduğu gibi gözler önüne serebilmek için onun 22 Mayıs 1829 tarihli notlarından bir kısmını aşağıda aynen naklediyoruz:

“Şüpheli gemiye çıktığımızda yük gemisinin kölelerle dolu olduğunu gördük. Geminin adı Feloz kaptanının adı Jose Barbosa ve istikameti Brezilya idi. Yük gemisi bir korsan gemisi olacak kadar geniş ve büyüktü.

Gemide 366′sı erkek 226′sı kadın toplam 592 köle vardı. Gemi Afrika sahillerinden ayrılalı 17 gün olmuştu. Köleleri dar parmaklıklar arasına hapsetmişlerdi. Hücreleri o kadar dardı ki köleler birbirlerinin bacakları arasına oturmuşlardı ve o kadar sıkışıklardı ki ne yatmalarına ne de sağlarına sollarına dönme imkânları vardı. Bedenlerine hangi köle tüccarına ait olduklarını gösteren damgalar vurulmuştu. Bu damgaların kimisi göğüs altında kimisi de kollarındaydı. O köle gemisinin kaptanı hiç utanmadan ve çekinmeden bu damgaları kızgın demirlerle dağlayarak yaptıklarını anlatıyordu.

Kölelerin başlarında bulunan şahıs da çok acımasız biriydi. Elinde deriden örülmüş bir kamçısı vardı ve aşağıdan en ufak bir ses duyduğunda inip kamçısını acımasızca kullanmaktan çekinmiyordu. Ayrıca o kamçıyı kullanmaktan haz alır bir hâli vardı. Kamçısını bu adamın elinden almak bana ayrı bir mutluluk verdi. Şimdi o kamçıyı o dehşet günlerini unutmamak için yanımdan hiç ayırmıyorum.
Onlara acıyarak baktıklarımızı gördüklerinde bu zavallı kölelerin o siyah yüzlerinde bir aydınlık belirdi. Belli ki daha önceden bir merhamet kırıntısı görmemişlerdi. Onların dostu olduğumuzu anladıklarında bağırmaya ve el çırpmaya başlamışlardı. İçlerinden Portekizce öğrenmiş olanlardan birkaçı ‘Viva viva!’ (Yaşasın yaşasın!) diye bağırıyordu. Özellikle de kadınlar çok ümitlenmişler ellerini havaya kaldırmışlardı. Onlara selâm vermek için elimizi aşağıya uzattığımızda sevinçlerini gizleyemiyor ellerimizi öpebilmek için dizlerinin üzerlerine doğrulmaya çalışıyorlardı. Onları kurtarmaya geldiğimizi anlamışlardı. Buna rağmen birçoğu kafalarını umutsuzca sallamaktaydı.

Bazıları bir deri bir kemik kalmıştı ve özellikle de çocuklar ölmek üzereydi. Bizi en şaşırtan şey bu kadar insanın 90 cm yüksekliğindeki ışıksız ve havasız hücrelerde üst üste ve sıkışık olmalarına rağmen hayatta kalabilmeleriydi. O esnada dışarıda termometre gölgede 30 dereceyi göstermekteydi.

Kölelerin kaldıkları yerler iki bölüme ayrılmıştı. Birinci bölüm: 49×55 m; ikinci bölüm 122×64 m ebatlarındaydı. Birinci bölümde kadınlar ve kız çocukları istiflenmişti diğerlerinde ise erkekler ve oğlan çocukları vardı. Köleleri yukarı çıkardığımızda içerde el ve ayak zincirleri görmüştük; demek biz gelmeden onları çıkartmışlardı.
O korkunç yerde kavurucu sıcaklık o kadar şiddetliydi ki buraya girilecek gibi değildi. Bu bölümlere ancak köleleri çıkardıktan belli bir müddet sonra girebildik. Onları boşalttıktan sonra da bölümlerin ebatlarını ölçebildik.

Yanımızdaki askerler; işkence görmüş bu zavallı kölelerin yukarıya çıkarılıp hava ve su ihtiyaçlarının giderilmesini istedi. Köle satıcılarının adamları buna itiraz ettiler. Askerler bu itirazları dikkate almadan köleleri yukarıya güverteye çıkardılar.

Her yaş ve cinsiyetteki bu insanların tamamı çıplaktı. Temiz hava ve su ‘lüksünü’ tadabilmek için koşturmuşlardı güverteye… Arı kovanında vızıldayan arılar gibi vızıltılar çıkararak üst kata çıktıklarında güverte çökecek gibi olmuştu. Bu kadar çok insanın böyle nereden çıktığına hayret etmiştik.

Onların çıktığı bölmelere girdiğimizde köşelerden birinde bazı çocuklar gördük; sanki kış uykusuna yatmış gibi kalakalmışlardı orda! Bu küçük ‘yaratıklar’ hayatı umursamaz bir hâle gelmişlerdi. Onları yukarı çıkardığımızda ayakta duracak hâlleri bile yoktu.
Temiz havanın tadını çıkardıktan sonra onlara su verdik ancak o zaman acılarının büyüklüğünü anlayabildik; sulara delirmiş gibi saldırdılar. Bu paha biçilmez sıvıya sahip olabilmek için bizlerden gelen ne tehdit ne de rica onları durdurabiliyordu. Zaten suyu görmek bile onları deliye çevirmeye yetmişti. Bu manzarayı gördükten sonra bu yolculuklarda ölümlerin ve hastalıkların olması bize sürpriz gelmedi.

7 Mayıs’ta Afrika sahillerinden ayrılmışlar ve on yedi gündür yollardaydılar bu süre içerisinde ölen elli beş köle denize atılmıştı. Bunlar genelde dizanteriden ölmüştü. Bu hastalığı bu gemide kapmışlardı Afrika’yı terk ederlerken her biri sağlıklıydı.
Şu an yaşayanların birçoğu da ölmek üzereydi ve güvertede boylu boyunca yatmaktaydı. Yüzlerine bakılamayacak kadar kirliydiler.
Bu insafsız köle satıcılarından da hastalık kapanlar olmuş bunlardan sekiz veya dokuzu ölmüş altısı da kendi kamaralarında ateşler içinde yatmaktaydı.

Ben bu işkenceleri şiddetle kınayıp kızgınlığımı arkadaşlarıma anlattığımda onlar daha buna benzer birçok köle taşıyan gemi gördüklerini ve bu geminin -bu hâliyle bile- içlerinde en iyisi sayılabileceğini ifade ettiler…

Bir keresinde onlar Bonny Nehri’nde bir köle gemisine rast gelmişler geminin altından tuhaf sesler iniltiler geliyormuş. Merak edip aşağı kata baktıklarında çok dar bir alanda birbirine zincirlenmiş köleler görmüşler. Onları yukarı çıkardıklarında kölelerin ikişerli üçerli gruplar hâlinde zincirlenmiş olduklarını fark etmişler. Birçoğu boğulmak üzereymiş ağızlarının çevresinde köpükler varmış ve korkunç sancılar içinde kıvranıyorlarmış.

Bazıları önceden ölmüş diri kalanlar ise onlara bağlı duruyorlarmış. Üçerli hâldeki bu gruptakilerden mutlaka birisi ya ölüymüş veya ölmek üzere baygın vaziyetteymiş. Bu gemidekilerin on dokuzu önceden ölmüş. Biraz daha yer açabilmek ve hava alabilmek için birbirini öldürenler de olmuştu. Erkeklerden yanındakini boğanlar kadınlardan tırnağını birbirinin kafasına geçirenler olmuş. Bazıları da daha az can çekişerek ölebilmek için bulabildikleri ilk fırsatta da kendilerini suya atmışlar.”
 
Son düzenleme:
Üst