yorumsuz 2 nci bölüm | Define işaretleri ve anlamları

yorumsuz 2 nci bölüm

cantar

Kullanıcı
Katılım
27 Ağustos 2012
Mesajlar
8,795
Beğeni
11,115
Puanları
113
1508540_1447595055461806_1619960218_n.jpg


1240024_702941533073631_1068332369_n.jpg


1010878_498492983560464_46830990_n.jpg


970982_497917690284660_1385874159_n.jpg


1502474_628084103918386_408455913_n.jpg


1530350_628084167251713_13390****5_n.jpg


1536429_628084270585036_760884453_n.jpg


996703_628084323918364_2048324454_n.jpg


1485102_380112602132960_1365322259_n.jpg


575430_10152150344387578_760321085_n.jpg


1459092_502220766552675_1747741425_n.jpg


563755_436766526424583_747622046_n.jpg


1463126_436710153096887_1298092821_n.jpg


1452499_779544748739127_1893847007_n.jpg


1467368_10151792069305778_1779819100_n.jpg


1470009_653470491372921_57172585_n.jpg


1459341_648457548539404_2056451898_n.jpg


261514_197149597004686_8330623_n.jpg


33528_115210551865258_7846709_n.jpg


38208_113904208662559_4249148_n.jpg


36945_113894218663558_8082447_n.jpg


36169_131906473528999_8304733_n.jpg


71926_134494623270184_8252245_n.jpg


Didyma Apollon Tapınağına dair bu son yazıda gözlerine bakanı taşa çevirdiğine inanılan yılan saçlı, keskin dişli, dişi canavar Medusa'dan söz edeceğiz.
Didim'in en önemli sembollerinden biri olan Medusa ; Yunan mitolojisinde yeraltı dünyasının dişi canavarı olan üç Gorgona' dan biridir. Bu üç kız kardeşten yalnızca yılan saçlı Medusa ölümlüdür ve kendisine bakanları taşa çevirme güçüne sahiptir. Bu sebeple Antik dönemde büyük yapıları ve özel yerleri kötülüklerden korumak için Medusa kabartmaları ve resimleri kullanılmıştır. Apollo Tapınağında da Medusa figürleri kullanılmak istenmiştir, ne var ki tapınağın inşaatı bir türlü bitmediği için bir çok Medusa figürü yarım kalmış ve günümüze bu şekilde ulaşmıştır. Yinede en güzel işlenmiş ve koruna gelmiş Medusa figürlerinden birisi Didim Apollon Tapınağı bahçesinde girişte sağ tarafta bulunmaktadır.

Kainatın, Tanrılar tarafından bölüşüldüğü çağlarda, Medusa adında güzelliğiyle herkesi kıskandıran, aynı zamanda bütün tanrıları kendisine aşık eden bir kız yaşarmış. Medusa o kadar güzel bir kızmış ki yeryüzünde güzelliğiyle ona rakip olabilecek başka bir kadın bulmak mümkün değilmiş. Bu yüzden derlermiş ki, yeryüzünde bütün kadınlar bu güzelliği yüzünden Medusa'yı kıskanırmış. İşte bu güzel Medusa kendisine Tanrılara adamış ve iki kız kardeşi ile birlikte baş Tanrı Zeus'un en sevdiği kızı zeka Tanrıçası Athena'ya ait bir tapınakta yaşarmış.

Hesiodos'a göre denizler tanrısı Poseidon Medusa'ya aşık olur ve ona sahip olur. Bu duruma Athena çok sinirlenir ve Medusa'nın saçlarını yılanlarla doldurur ve gözlerine bakacak kişileri de taşa çevirecek bir nitelik verir ona. (Bir başka anlatıma göre de Athena, kızın güzelliğiyle kendisine meydan okumasına öfkelenir.) "Taş kesildim" deyiminin kökenin bu uzak geçmişten kalma olduğu iddia edilir.

Gel zaman git zaman Athena bu cezayla da yetinmemiş ve Medusa'yı öldürmek için Argos Kralı Akrisios'un kızı Danae'nin, Zeus'tan olma oğlu Perseus'la yani üvey kardeşiyle işbirliği yaparak Medusa'nın kafasını kesmeye karar vermiş.Perseus üvey kız kardeşinin bu isteğini hemen yerine getirerek ışıltılar saçıp insanların gözlerini kamaştıran keskin kılıcını savurduğu gibi zavallı Medusa'nın yılan saçlı kafasını bedeninden ayırıvermiş. (Perseus, Medusayla göz göze geldiği taktirde taşa dönüşeceğini bildiği için yanına Athena'nın verdiği kalkanı ayna gibi kullanarak geri geri yaklaşır ve kılıçla başını keser.) Başı kesildiği anda Medusa'nın Poseidon'dan olma çocukları Pegasus ve Chrysar gövdesinden dışarı fırlarlar. Medusa'nın kesilen başının sol damarındaki kanının öldürücü zehir içerdiği, sağ damarındakininse ölüyü diriltecek güçte panzehir olduğu söylenirmiş. Athena'nın bu panzehir olan ilacı Sağlık Tanrısı Asklepios'a (Asklepion antik hastanesi İzmir, Bergama'dadır.) armağanettiği eski kaynaklarda anlatılır.

63816_128094587243521_4627186_n.jpg


o asma yaprağını metin takmış oraya ayıp diye............

59889_128091197243860_4225020_n.jpg


Yunan mitolojisinde, "ilk kadın" olan Pandora tarafından taşınan ve içinde, yeryüzüne hastalık, açlık, felaket, yaşlılık, ahlaksızlık... gibi kötülükleri ve bunların yanında umudu da getirecek olan kutu, günümüzde, kötülüklere neden olabile...cek gizli saklı şeyleri ortaya çıkarmak anlamındaki "Pandora'nın kutusunu açmak" sözünde kavramlaşıp yaygın olarak kullanılır hâle gelmiştir. Ayrıca, "Açtırma kutuyu, söyletme kötüyü" sözünün de Pandora'nın Kutusu ile ilişkili olabileceği üzerinde durulmaktadır. Yunan tarihçisi Hesiodos'un "Theogonia" (Tanrıların Doğuşu) ile "Works and Days" (İşler ve Günler) adlı eserlerinde yer alan mitolojik anlatı ise şöyledir:

Tanrıların tanrısı Zeus, tanrıların dağı olarak da bilinen Olimpos Dağı'ndan ateşi çalıp insanlara götüren Prometheus'u ve onun yandaşlarını cezalandırmak için, oğlu Hephaistos'a bir kadın yaratmasını söyler. Hephaistos, bir parça toprağı su ile karıştırıp çamur hâline getirir ve ardından bu çamura şekil verir. Bilgelik tanrıçası Athena da çamura el becerilerini öğretir ve beline süslü bir kuşak bağlar. Ardından, aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit, bu varlığa kadını kadın yapan nitelikleri verir. Artık bu çamur, güzel, tutkulu, şehvetli ve heyecanlı bir valık hâlini almıştır. Daha sonrasında ise Hermes, bu varlığa kötülük aşılar ve onu yalancılık, düzenbazlık gibi şeytanî duygularla donatır. Son olaraksa Zeus, dört rüzgar estirerek bu varlığa can verir ve 'bütün tanrıların armağanı' anlamına gelen "Pandora" ismini koyar.

Pandora, herkesin dikkatini çekecek derecede özenle yaratılmıştır ve son derece alımlıdır. Sıra, ateşi çalan Prometheus ve yandaşlarını cezalandırmaya gelmiştir. Zeus, Pandora'ya, içinde türlü kötülüklerin bulunduğu kutuyu vererek onu Prometheus'un kardeşi Epimetheus'a yanına yollar. Epimetheus, ağabeyinin Zeus'tan gelecek hiçbir şeyi kabul etmemesi yönündeki uyarısını dikkate almaz ve Pandora'nın güzelliğine kapılarak onunla evlenir. Bu zamana kadar kötülüğün ne anlama geldiğini dahi bilmeyen erkeklerin, yani insanların, "kötülük" ile karşılaşması çok sürmeyecektir. Zira, belli bir zaman sonra, her zaman yanında taşıdığı bu kutunun içinde ne olduğunu merak edip kutuyu açan Pandora, yeryüzüne türlü kötülüklerin ve felaketlerin dolmasına sebep olur. Bunu gören Prometheus, kutunun kapağını derhâl kapatır; fakat kötülük ve fenalıklar yeryüzüne çoktan yayılmıştır. Durumun bu kadar kötüye gittiğini gözlemleyen tanrılar, bundan büyük bir üzüntü duyarlar ve kutunun alt kısmına "umut"u koyarlar. Prometheus kutuyu tekrar açar ve bu sefer umut yer yüzüne yayılır. Bundan böyle insanlık, bu umut sayesinde kötülüklerin üstesinden gelmeyi başarabilecektir


39225_114699458583034_5582978_n.jpg


Denizli'nin Unesco tarafından Dünya Miras Listesi'ne alınan beyaz cenneti Pamukkale'nin Örenyeri'nde bulunan antik Hierapolis kentinde Cehennem Kapısı olarak adlandırılan alanda yapılan kazı çalışmalarında ölülere hükmeden yer altı tanrısı Hades'in bekçisi olarak bilinen üç başlı köpek Kerberos ve yılan heykelleri ortaya çıkarıldı. İtalyan Kazı heyeti tarafından yürütülen çalışmalarda ortaya çıkarılan mermer heykeller Pamukkale Arkeoloji Müzesi'nde korumaya alındı.
Hieropolis Antik Kentinde Roma Dönemi'nde hayvanların kurban edildiği, yer altı Termal kaynak sularından çıkan karbondioksit nedeniyle Cehennem Kapısı olarak adlandırılan bölgede yapılan kazı ve restorasyon çalışmalarında önemli iki heykel gün yüzüne çıkarıldı. Hıristiyanlığın kabulüyle Bizans döneminde mermer bloklarla kapatılan Plutonium'daki Cehennem Kapısı'nın bulunduğu alan iki metre derinliğinde kazılıp, mermer bloklar vinçle kaldırılınca Yunan Mitolojisinde ölülere hükmeden yer altı tanrısı Hades'in bekçiliğini yapan üç başlı Cehennem Köpeği Kerberos'un 130 santimetre yüksekliğinde mermer heykeli bulundu. Cehennem Kapısı'nın sağında Kerberos heykeli bulunurken, kapının solunda ise Hades'in simgelerinden olan yılan heykeli de ortaya çıkarıldı.
1310dnz01130 SANTİMETRE BÜYÜKLÜĞÜNDE
Denizli'de arkeoloji camiasında heyecan uyandıran 130 santimetre uzunluğundaki mermer Kerberos heykeli ve yılan kabartması Pamukkale Arkeoloji Müzesi'nde koruma altına alındı. Hades'in kutsal alanı olarak adlandırılan bölgede bulunan iki heykel de koruma altına alındı. Heykellerin M.S. 1 yüzyıla ait olduğu tespit edildi. Çok tanrılı dönemde Karanlıklar Ülkesi'ne geçiş yeri olarak adlandırılan ve Hades'in Cehennem Kapısı olarak bilinen alanda İtalyan arkeolog Francesco D'Andraia başkanlığında yürütülen kazı ve restorasyon çalışmalarının yıl sonuna kadar sürdürülerek tamamlanması hedefleniyor.
Pamukkale'ye giderek bulunan heykelleri inceleyen Vali Abdülkadir Demir, izlerine bu yılın başlarında rastlanan Plutonyum'un ortaya çıkarılması için tüm olanakları seferler ettiklerini söyledi. Vali Demir, İtalyan heyet tarafından Cehennem Kapısı olarak adlandırılan kutsal alanda yürütülen kazı çalışmalarında önemli bulguların ortaya çıkarıldığını belirterek, “Pamukkale'de yürütülen çalışmaların en önemlilerinden bir tanesi de cehennem kapısı olarak bilinen plutonyumun ortaya çıkarılmasıydı. Daha önceden Cehennem Kapısının sadece bir taşı bulunmuştu. Bu yılda oradaki işin önemi görülerek İtalyan ekibe gerekli destek verildi. Çok önemli çalışmalar yapıldı. İki metrelik alana girildi, O alan Hades’e boğa kurban etmek için kullanılıyor. Orada fay kırığı var, su çıkıyor bol miktarda karbondioksit var. Törenle boğa getiriliyor, giriş kısmından içeri sokuluyor. Boğa karbondioksit gazıyla ölüyor. Töreni izlemek için de oturma kademeleri var. Çok önemli eserler ortaya çıkarıldı. Burası kutsal sayılan bölgeydi. Kurbanlar, özel törenlerle yapılıyordu. Daha sonraki dönemde burası uygun görülmedi ve üzeri kapatıldı. Üzeri kapatılırken çok önemli eserlerin içeride kaldığı, yapılan çalışmalarla ortaya çıktı. Çalışmalarda Hades'in bekçisi üç başlı kangal köpeğinin heykeli ve Hades’in simgesi olan yılan bulunuyor, bunların yanında çok önemli diğer eserler de ortaya çıktı. Bunlar inanç turizmi ve bölgemiz açısından çok önemli eserler. Özellikle plütonyum arkeoloji tarihine geçmiş oldu” dedi.

1469877_501568379956590_1095965868_n.jpg


1466307_10151788433945778_168943612_n.jpg


1474645_439528209502505_2038439871_n.png


1460069_462747797162385_1877147108_n.jpg


1473045_644724585592485_645251913_n.jpg


yıldız haritası............

1441388_777093378984264_1892478316_n.jpg


883577_659137364108851_1195619750_o.jpg


1471845_515527661887762_1277976625_n.jpg


1486697_666619116693780_311805582_n.jpg


1491771_386966574770858_960768055_n.jpg


1483304_567284210019785_930460897_n.jpg
 

cantar

Kullanıcı
Katılım
27 Ağustos 2012
Mesajlar
8,795
Beğeni
11,115
Puanları
113
Cevap: yorumsuz 2 nci bölüm

1476568_10151778263337951_1628284597_n.jpg


Türklerin, "Yada taşı" adını verdikleri bir taşı kullanmak suretiyle, bugün anladığımız manada, yada taşı ile bir nevi sihir yaparak, yağmur yağdırdıkları bilinmektedir. Türklerin bu taşı kullanarak, Türk tarihinin en eski devirlerinden XVIII. yüzyıl sonlarına kadar yağmur, kar ve dolu yağdırıp fırtına ve tufan çıkardıklarına dair kaynaklarda pek çok bilgi vardır. Ancak bu taş, daha çok yağmur yağdırmakta kullanıldığı için "Yağmur taşı" adıyla da bilinir. Bu taşa Arapça yazılmış kaynaklarda, "Hacer-i metar, hacerü’l-metar, hacerü'l-berd", Farsça kaynak ve eserlerde, "Seng-i yede, seng-i metar, büzürk mühre", Moğolca'da, "Bezoar, dzada yağmurlu" isimleri kullanılmıştır. Türkçenin çeşitli lehçe ve şivelerinde de farklı söyleniş tarzlarına rastlanır. Bunlar, "yat, yet, yada, yade, yeda, yede; cada, ced, ceda, cede, cata, cay ve sata" şeklindedir. Yağmur yağdırma ameliyesine "yada yapma", bu işi yapanlara da, "yadacı" bazen de “yagmurcu” denirdi.
Yada taşının menşei hakkında kaynaklarda farklı bilgiler vardır. Kimi kaynaklara göre bu taş, Tufanı müteakip Ulu Tanrı tarafından Nuh Peygamber'e, Türklerin atası sayılan Yafes için bir ihsan olarak verilmiştir. Miras yolu ile sonraki Türk nesillerine intikal etmiştir. Kimilerine göre bu taş Çin'in uzak hududlarında bulunan madenlerin mahsülüdür. Kimi kaynaklar taşın, Türk ülkesinde bir dağdan alındığını, hatta bu dağ civarındaki vadilerden geçenlerin, geçiş esnasında taşların birbirlerine sürtünmesinden mütevellit yağmur, kar, dolu yağıp, fırtına ve tufan çıkmasın diye hayvanların ayaklarını yün ve benzeri yumuşak şeylerle sardıklarını kaydetmektedirler. Yada taşının kaynağının Karluk ülkesi olduğunu ifade edenler olduğu gibi, daima rüzgâr esen dağlar olduğunu, bu taşı yıldırım isabet eden yerlerde aramak lâzım geldiğini söyleyenler de vardır. Bunun yanında, atIarın, öküzlerin, ayıların, kurtların, köpeklerin, ördeklerin, kazların, kartal ve sairenin karınlarının içinde oluştuğunu iddia edenler, Çin hududunda bulunan, sürhab adlı kırmızı kanatlı büyük bir kuşun mahsulüdür, diyenler de vardır. Kimine göre koyunun karnında, kimine göre kaban denilen yabanî domuzun erkeğinin başında bulunur. XVIII. yüzyıl Osmanlı Türk hekimlerinden Şaban Şifâî, hacer-i berf ü bârân u tûfan (yağmur, kar ve tûfân taşı) adını verdiği bu taşı mâdenî ve hayvânî taşlar arasında ele almıştır. Kısaca menşei ne olursa olsun, Türklerin yağmur yağdırma vasıtası olarak kullandıkları her taş, yada taşı mahiyetindedir.
Hemen her renkte olabilen yada taşının şekli genel olarak yuvarlak veya yuvarlağa yakın, fındık büyükIüğünde, yumurta şeklinde ve büyüklüğünde, sülün yumurtası büyüklüğünde diyenler de vardır.
Yada taşının yağmur yağdırma işleminde kullanılış şekli hakkında farklı rivayetler vardır. Genel görüş, bu işi yalnız Türklerin bildikleri ve yaptıkları hakkındadır. Bununla birlikte en sağlam görünen rivayet, Tûsû’nin bir hekimden yaptığı nakildir. Buna göre yadacı, iki adet yada taşını bir kaba doldurulmuş suya batırarak birbirine sürter. Sonra kaptan avuçla aldığı suyu etrafa serper. Bir yandan da dualar okuyup Tanrıya yalvarır. Bu böyle aralıksız yedi defa tekrarlanır. Sonunda yağmur yağar.
Yada taşı yalnız yağmur yağdırmak için kullanılmayıp, bulutlan dağıtmak, kar ve soğuk kasırgalar ile fırtınalar koparmak, tufan derecesinde bol miktarda yağmur, kar, dolu yağdırmak ve sis getirmek; gök gürültüsü ve şimşekler çaktırmak; yaz aylarında yapılan yolculuklarda sıcağın defi için de kullanılırdı.
Yadanın, genelde savaş halinde düşmana karşı bir silah olarak kullanıldığı sıkça görülmektedir.Bunun son örneğine 1768-1774 Osmanlı-Rus savaşında rastlanmıştır. Bu savaş sırasında Osmanlı ordusunun uğradığı Hotin bozgununun sebebi, Ruslarla işbirliği eden Kalmukların çıkardığı tufandır.

541570_10151301761912951_58086623_n.jpg


1497811_604397656274856_462918000_n.jpg


1452198_663347237020615_1882874442_n.jpg


524080_554325081308775_756167030_n.jpg


1526155_554331654641451_263975059_n.jpg


1505191_554331557974794_1564492569_n.jpg


1526844_554331454641471_1780689104_n.jpg
,

993835_554331331308150_212105738_n.jpg


1476134_554322147975735_1984937674_n.jpg


KİM BULMUŞSA MALI GÖTÜRMÜŞ DEĞİL Mİ.....

1486741_522509041189624_636011131_n.jpg

1476148_522495787857616_575405682_n.jpg


579241_10151929565759807_888535360_n.jpg


1507011_520210064752855_1516670461_n.jpg


1511390_520207628086432_258138819_n.jpg


1472920_517786578328537_1242421159_n.jpg


1468546_214260735420369_1893874602_n.jpg


1461765_564915676921162_390994171_n.jpg


995247_517329118374283_723664217_n.jpg


1509013_552658164820260_1155128216_n.jpg


69112_113355488815896_638733751_n.jpg


1464040_608889415841528_919671126_n.jpg


1454925_515523355221526_1101931438_n.jpg


1488197_515212858585909_1160337440_n.jpg


944346_660645297295552_1470951446_n.jpg


1474499_766529893373758_1257229805_n.jpg


529597_363166643791422_1562000328_n.jpg


420279_368830673225019_650460013_n.jpg


555337_371884719586281_1795871964_n.jpg
 

cantar

Kullanıcı
Katılım
27 Ağustos 2012
Mesajlar
8,795
Beğeni
11,115
Puanları
113
Cevap: yorumsuz 2 nci bölüm

1536706_10201160921092901_760309793_n.jpg


1522225_10151837849952951_1257502262_n.jpg


1499540_10151835602792951_1246235377_n.jpg


1479417_10151834072147951_385337446_n.jpg


1472970_10151812639997951_405201596_n.jpg


1479138_10151806123887951_787043264_n.jpg


Petroglif, esas itibarıyla “taş üzerine yapılan oyma” anlamına gelmektedir. Bu kelimeyi karşılamak için Türkiye Türkçesi’nde “kaya üstü tasvirler”, “kaya üzerine levhalar”, “kaya resimleri”, “taş oymaları”... gibi kavram işaretleri de kullanılmaktadır. “Oyma”, “dövme”, “kazıma” ve “boyama” teknikleriyle taşlara, kayalara ve mağaralara işlenen petroglifler, bulundukları yerleri âdeta “müze”ye çevirmekte ve konunun uzmanlarınca ait oldukları devrin “ifade vasıtası”, “iletişim aracı”, hatta “yazısı” olarak nitelendirilmektedir.

Asya’dan Avrupa’ya birçok kıtada bugün farklı dönemlerde farklı Türk boyları tarafından vücuda getirilmiş petroglifler bulunmaktadır. Büyük bölümü yazının bulunuşundan önceki dönemlere (Mezolitik ve Neolitik dönemlere) ait olan bu eserler, tıpkı yazıtlar, dikili ve damgalı taşlar, kurganlar, anıt mezarlar, heykeller, balballar, süs ve kullanım eşyaları... gibi eski Türk kültür ve medeniyetinin en değerli maddî varlıkları içinde yer alır. Zira bu eserler, Türk yaşayış ve inanışı hakkında derin izler taşımakta; Türk kültür ve medeniyetinin özellikle Saka, Hun, Avar, Kırgız, Köktürk ve Uygur dönemlerine ait birçok bilinmezinin aydınlatılmasına ışık tutmaktadır. Türkler’e ait petroglifler,genelde insanın doğayla, evrenle ve Tanrı’yla ilişkisini ana çizgilerle (grafiksel ögelerle) ifade eder. İnsanın Tanrı’yla ve kutsal sayılan varlıklarla ilişkisi grafiksel ögelerle (tasvirlerle) ifade edilirken, büyük ölçüde, Türk boylarınca olağanüstü (mitolojik) özelliklere sahip olduğuna inanılan evrendeki varlıkların (güneşin, ayın) ve hayvanların (geyiklerin, dağ keçilerinin / tekelerin, kurtların, atların, kartalların, yılanların) tasvirlerinden yararlanılmıştır.İnsanın Tanrı’ya yakarışını ve bağlılığını bildiren tasvirlerde genelde şamanların, kamların (sonraki dönemlerde Budist ve Maniheist rahiplerin), kağanların veya kumandanların (buyrukların, sübaşılarının, süvarilerin) ön plânda yer aldıkları dikkati çeker. Dinî ve ritüel içerikli petroglifLerin yanında günlük hayatı, av ve savaş sahnelerini, sıradan olayları konu alan petroglifler de oldukça fazladır. Söz konusu petrogliflerin her iki türü de birçok yönüyle Türk resim ve minyatür sanatına da esas teşkil etmiştir. Dağlar, tarihin her döneminde Türk boylarının kutsal sayıp hem dinî duygularını ifade ettikleri hem Tanrı'ya yakardıkları, hem de ölülerini yaktıkları mekânlar olmuştur. Bu yüzden de Türk boylarına ait dinî ve ritüel nitelikli petrogliflerin ilk örneklerine genelde (bugün Doğu Türkistan, Moğolistan, Tuva, Altay, Hakasya, Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan... cumhuriyetleri sınırları içindeki) dağlarda (Altay, Deel, Sayan, Pamir, Tanrı dağlarında...), yüksek tepelerde rastlanmaktadır. Eski Türk devletlerinin ve imparatorluklarının sahip oldukları topraklar genişledikçe ve diğer milletlerle sosyokültürel ilişkileri arttıkça petrogliflerin vücuda getirildikleri alanlar hem dağlarla, tepelerle sınırlı kalmaz hem de Avrupa’nın içlerine kadar uzanır. Nitekim Azerbaycan’da, Türkiye’de (özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde), Afganistan’da, İran’da, Irak’ta, Suriye’de, Ukrayna’da, Bulgaristan’da, Yunanistan’da, Macaristan’da, Fransa’da... bulunan petroglifler de bunu açıkça göstermektedir.

Farklı Türk boylarına ait petrogliflerin binlerce kilometre mesafedeki bölgelere taşınmasında / görülmesinde Türk akınlarının, egemenleğinin yanı sıra İpek Yolu’nun ve göçlerin de rolü büyüktür. Aralarında binlerce kilometre mesafe bulunan ve birbirlerinden tamamen farklı coğrafî özellikler arz eden bölgelerde vücuda getirilmiş olsalar da petrogliflerin hem yapım teknikleri, üslûp özellikleri ve ifade ettikleri anlamlar, hem bunların içinde zaman zaman rastlanan damgalar ve yazıtlar hem de bölgedeki arkeolojik bulgu ve belgeler bu eserlerin aynı duygu ve düşüncenin ürünü olduklarını açıkça ortaya koymaktadır.

Türk boylarına ait Asya ve Avrupadaki petrogliflerin bir kısmı üzerinde Türk, Moğol, Rus, Alman, İngiliz, Amerikalı, Belçikalı ve Koreli... bilim adamları tarafından araştırma ve incelemeler yapılmış; kitaplar yayımlanmıştır.

.Ancak yapılan çalışmaların pek çoğunda kaya üstü tasvirlerin Türk Milleti'ne ait olduğu gerçeği sürekli göz ardı edilmiş; bunların tarihlendirilmeleri, sınıflandırılmaları ve anlamlandırılmaları da ayrıntılı bir şekilde yapılıp incelenmemiştir. Türkler’in yaşayış ve inanışları, dünya görüşleri, sanat ve estetik anlayışları ile ilgili önemli bilgileri / mesajları binlerce yıl sonrasına taşıyan petroglifler, yalnız Türk boylarının kültür ve medeniyetleri hakkında değil; bulundukları bölgelerin tarihî coğrafî özellikleri, bu bölgelerde daha önce yaşayan canlılar ve doğal hayat hakkında da değerli bilgiler sunmaktadır. Ancak petroglifler bütün bu önemlerine (Türk tarihinin, kültürünün ve medeniyetinin binlerce yıllık geçmişe, gelişmişliğe ve köklülüğe sahip olduğuna tanıklık etmelerine) rağmen, hem yeterince araştırılıp incelenmemiş; hem de gerekli şekilde korunmamışlardır. İnsanlık tarihi bakımın dan da herbiri hazine niteliği taşıyan petrogliflerin bulundukları bölgelerde uluslararası anlaşmalarla koruma altına alınmaları; ilgili bilim adamlarının (paleografların, antropologların, etnografların, halkbilimcilerin...) işbirliğiyle araştırılıp incelenmeleri ivedilikle sağlanmalıdır.

1471400_10151803636162951_1871210706_n.jpg


Halaç Türklerinin kültürü, Marquart'ın tâbiri ile "esrar tabakalarına bürünmüş Oğuz tarihine" ışık tutar.Çünkü Kasgarî'den (Kaşgarlı Mahmut) öğrendiğimize göre Halaç veya Türkmen ile Oğuz birbirine çok yakındır.

"Halaç Ordu" yazılı parada inciler veya sikkelerden oluşan bir çerçevede, hükümdar başı tasvir edilmiştir. Hükümdarın saçları Batı Türk Kağanı gibi T'ung Yabgu gibi, uzundur. Elmacık kemikleri çıkık gözleri badem şeklindedir.Kaşları çatıktır.Eski Türkler gibi bıyıklı gözükmektedir. Bu yüz 40- 50 yaşlarında sert ve kararlı ifadeli bir adamı tasvir eder.

Penci-Kent'te (Panjakent, Tacikistan) bulunan erken resimlerde bulunan, kol kavuşturmak, Türk kuşağı, Orta Asya kadın elbiseleri, Türk kültürünün bir tezahürüdür.

575280_10151803252812951_706243046_n.jpg


Karadeniz'in kuzeyindeki bozkırlarda yaşayan Kuman-Kıpçaklar ile bu coğrafyada hakimiyet mücadelesine girişen ve kuvvetli bir devlet olma yolunda ilerleyen Ruslar yaklaşık iki buçuk asır süren bir komşuluk münasebeti içerisinde bulunmuşlardır. Özellikle Ruslar 1054 tarihinden itibaren güney bozkırlarını tamamen Kumanlar' a terk etmek zorunda kalmışlardır. Ruslar kendileri için en amansız düşman olarak gördükleri Kumanları bir yandan küstürmemek için dostluklarını kazanmaya çalışmışlar, diğer yandan da bu güçlü kavme karşı ellerindeki bütün imkanları seferber etmişlerdir. Küstürmeme sebepleri ise aralarındaki iç çekişmelerde daima onların yardımına müracaat etmiş olmalarıdır. 1054'den 1250'kadar süren bu dönemde Kumanlar birkaç savaş istisna genelde Rusları yenmişlerdir. Kumanların aleyhlerine ilerlemeleri ve topraklarını almaları Rusları onlara karşı bazı tedbirler almaya sevk etmiştir.Bu tedbirlerin başında da Rus knyazlarının birleşerek hareket etmeleridir. Rusların birleşerek yenmiş oldukları savaşlardan biri de 1184'de yapılan savaştır. Ancak bu savaşa isteyerek katılmayan Novgorod-Seversk Knyazı İgor Svyatoslaviç kazanılan bu başarıyı kıskanarak, böyle bir zaferi kendisi de 1185 tarihinde yaşamak istemiştir. Ancak Kumanlar 1184'de hazırlıksız yakalandıkları Ruslara bu sefer fırsat vermemişler, İgor'u ve Rusları darmadağan etmişlerdir. İşte İgor destanı bu seferi konu alır ve milli Rus edebiyatının ilk örneği olarak kabul edilir. Destanın orijinalliği konusunda Rusya'da oldukça ilmi tartışmalar yaşanmıştır ancak ilim adamları hadiseye hep Ruslar açısından bakmışlar ve öyle de değerlendirmişlerdir. Ancak destanın Kumanlar için de iki büyük bir önemi vardır. Birincisi Kumanların Ruslar üzerindeki etkisini açıkça göstermesi, ikincisi de böyle bir destanla Kuman adının ve gücünün asırlara taşınması yani Kuman gücünün ebedileştirmesidir.

1457647_10151794987707951_1391328061_n.jpg


1425800_10151792836087951_362635000_n.jpg


İskit Türklerinde Yazı

Çok geniş bir coğrafyaya yayılan İskitler Ön Asya’ya da giderek orada belirli bir süre kalmışlardır. Gerek Herodotos’un bahsettiği gerekse Sus ve çevresinde bulunmuş olan çivi yazılı metinlere dayanarak Andreas David Mordtmann’ın ileri sürdüğüne göre, onlar bugünkü İran ve hatta Anadolu içlerine kadar olan yerlerde nüfuzlarını hissettirmişlerdir. MÖ VII. yüzyılın başlarında Asur İmparatorluğu sınırına kadar ulaşan İskitlerin 290 MÖ IV. yüzyılın başlarında hâlâ Anadolu’nun doğu kesiminde bir güç olarak bulunmaları291 onların çivi yazısı kültür sahasında ne kadar uzun bir süre kaldığını göstermek bakımından büyük önem taşır.

Bilim âleminde çivi yazısı olarak kabul edilen ve MÖ 3100 yıllarında Sumerliler tarafından icat edilmiş olan yazı etkisini miladi yıllara kadar sürdürmüştür.292 Bu yazı Mezopotamya sınırlarını aşarak Anadolu, İran ve Yunanistan’a kadar yayılmıştır. İskitler Ön Asya’ya doğru yöneldiklerinde bu yazı Asurlular, Persler ve Urartulular tarafından kullanılmaktaydı. Yani İskitler çivi yazısı kültür sahasına girmişler ve bu sahanın odak noktasında uzun sayılabilecek bir süre kalmışlardır.

İskitlerin çivi yazısı kültür sahası içerisinde epeyce bir süre kalmaları bu yazıya yabancı kalmadıklarını göstermektedir. Sus’ta bulunan yazıların, hakiki manada Türk olan Sakalara ait olduğu Mordtmann tarafından belirtilmektedir. Ayrıca, bu yazıların dilini Türk-Ugor diliyle bağlantılı görmekte ve bunu Sakaca olarak adlandırmaktadır.293 Bu metinler bize onların çivi yazısını öğrendiklerini ve bu kültür sahası içerisinde kullandıklarını göstermektedir.

Kazakistan’da Alma-Ata yakınında Esik Kurganı’nda bulunan runik yazı da büyük önem taşımaktadır. Bu yazı hakkında değişik görüşler beyan edilmiştir. Bazıları bu yazının ilgili küçük çanağın üzerine sonradan yazıldığını ileri sürmüştür.294 Bu görüşü savunanların karşısında Türkologlar, bu yazının Orhun-Yenisey tipinde olup Eski Türkçe olduğunu, Altay dilleri grubuna dâhil bulunduğunu ve runik bir alfabe ile yazılmış olduğunu ileri sürmektedir.295

Esik Kurganı’ndan çıkarılan horizontal yazı yirmi altı harften oluşmakta ve Orhon-Yenisey yazılarını hatırlatmaktadır.296 Bu yazı önce de üzerinde durduğumuz üzere, Süleymanov tarafından “Han’ın oğlu yirmi-üç yaşında yok oldu (Halkın?) adı sanı da yok oldu” şeklinde gönümüz Türkçesine aktarılmıştır.( )297 Yine ona göre burada kullanılan yirmi altı harf Göktürk metinlerinde kullanılan harflerin ilkel şekilleri olup kullanılan kelimeler de yine Göktürkçede geçen kelimelerin eski şekilleridir.298

Pavlador bölgesinde Bobrovoye köyü yakınlarında yapılan arkeolojik kazılar sonucunda bir kurganda Saka dönemine, MÖ V-IV. yüzyıllara tarihlendirilen runik yazı ele geçirilmiştir. Bir altın gem kayışı üzerinde tutturulmuş kemik nazarlık bir karaca şeklinde oyulmuş ve bunda sağdan sola “beyaz maral” yazısı okunabilmiştir. Nazarlık üzerindeki runik yazının Türkçe konuşan Sakaların yazı sistemi olduğu belirlenebilmiştir. Bu yazı, runik yazının Güney Sibirya ve Kazakistan’daki atlı kavimler arasında, ancak çok geç çıktığı yolundaki önce ortaya atılan görüşün belirgin bir biçimde yanlışlığını ortaya koymuştur.299 İskitler çivi yazısı kültür sahasına ulaşıp İran’dan Anadolu içlerine kadar nüfuz ettikleri ve burada bir müddet hâkimiyet kurdukları zaman zarfında çivi yazısını öğrenmişlerdir. Bunu açık bir şekilde Sus’ta bulunmuş olan çivi yazılı metinler göstermektedir. Buradan ele geçirilen metinlerin dilinin de Türkçe ile bağlantılı olması ve Sakalara ait olduğunun belirlenmesi, onların çivi yazısını öğrendikleri ve kullandıklarını göstermektedir. Esik Kurganı’ndan bulunan küçük bir çanağa yazılmış olan yazının da runik yazı olduğu ve daha sonraki Göktürk yazısının öncüsü olduğu kabul edilmektedir. Esik Kurganı’nda bulunmuş olan bu yazının karakteri, kullanılan harfler ve şekilleri, Orhun-Yenisey yazısının karakteri, harfleri ve şekilleriyle karşılaştırılmış ve onların aynı olduğu belirlenerek Esik Kurganı’nda bulunan yazının Orhun-Yenisey yazısının prototipi olduğu kabul edilmiştir.


1450734_10151792335717951_1444700647_n.jpg


KUMAN KİTABINDA TÜRKLER

Pompeji Trogi'nin epimatoru Justinus, İskitlerin özellikle Mısırlılardan daha eski olduğunu şu şekilde belirtti: “Her ne kadar İskitler ve Mısırlılar arasında soyun eskiliği konusunda çok uzun bir çekişme olmuşsa da İskitlerin soyu en eski olmuştur.” Mısırlılar üstün olmalarına rağmen, İskitlerin her zaman daha eski olduğu görüldü. Artık belgelerin bolluğu İskitlerin kolektif adının farklı Türk soylarını içerdiğini açıkça gösteriyor. Eski yazarlar Massagetler, Alanlar, Sakalar ve Partlara, “İskitler” diyorlardı. Son zamanlarda Grek yazarları onların açıkça Türk olduğunu söylüyor. Theophanus Byzantinus, Perslerin kendi dillerinde “Kermichionlar” dedikleri Massagetlerin Türkler olduğunu açıkça beyan etmiştir. Ammianus Marcellinus, Alanların Massagetlerden türemiş olduğunu açıkça şöyle ifade etti: “Alanlar dağların adından bu adı almışlardır.” Strabon'un Massagetlere benzer zikrettiği Sakalar, bir zamanlar Oxus ve Jaxartes arasındaki bu bölgelerde ikamet ediyorlardı. Bütün zaman boyunca Türk insanlarının ele geçirmiş oldukları bu bölgeleri tutmuş oldukları biliniyor. Gallia'nın önde gelen öğreticisi Guiardus de Lauduno, XIII. yüzyılın başında Partların bu zamanın Türkleriyle, halklarının karakterleri nedeniyle en iyi şekilde bir araya geldiğini "Çünkü kökleri Türk olanlar, eski adı dolayısıyla Partlar'dır." diyerek belirtti. Burada Part krallarının kolektif adının Arsak (Romalılar arasında Arsac-es) ve Massagetlerin etnik adında (Mas-sag) Saca-rum'un (Saklar) eski adının (Grekler arasında Sakai) kuşkuya yer bırakmamış olduğunu gözlemliyorum. Sak, Saka oriental Türk sözünün sağ, akıllı, yetenekli, ileri görüşlü anlamına gelen kelimelerle aynı olduğu görülür.

1452090_10151782789667951_1199018348_n.jpg


Genellikle Attila isminin Volga nehrinin bir diğer adı olan İtil-Etil’den geldiği düşünülmüştür. Ayrıca Göktürk Türkçesindeki Attay= "şöhretli İmparator" ile de bağlantı kurulmuştur. F. Altheim, Attila kelimesinin aslının Ata-la olduğunu ve "benim atam, atacık" manalarına geldiğini söylemiştir. Bunların yanında Gy. Németh ayrı bir bakış açısı getirerek Attila’nın olgunluk çağı ismi olduğunu, gençliğinde ise başka bir ad taşımış olabileceğini ifade etmiştir ki, bu eski Türk ad verme geleneğine de uygundur. Attila, şahıs isminin ötesinde belki de Hun hükümdarının unvanıdır. En son olarak O. Pritsak ise ismin Türkçe olduğunu ve Es-til-ä ~ As-til-ä ~ At-til-a = Attila şekliyle "Büyük deniz, okyanus" veya "her şeye gücü yeten hükümdar" manalarına
geldiğini söylemiştir.

Allah’ın kamçısı (Flagellum Dei) ve günaha batan hristiyanları cezalandırmak gayesi ile Allah’ın göndermiş olduğuna inanılan Attila’nın fiziksek özelliklerine, şahsiyetine dair Jordanes ve Priskos’da şu bilgiler verilmiştir: "Kavimlerin sarsılması, bütün dünyanın korkması için doğmuş bir adam; hakkında yayılan korkunç haberler nedeniyle herkesin kendisinden korktuğu kişi idi. Kibirle iki kat yürür, gözleri ışık saçar, gururlu gücünü vücudunun hareketleriyle de hissettirirdi. Savaşı herşeyden çok sevmesine rağmen düşünerek hareket eder, bir çok şeyi aklıyla başarırdı. Kendisinden aman dileyenlere merhamet gösterir ve kendine sadık olanlara karşı çok
lütuf gösterirdi. Kısa boylu, geniş omuzlu idi. Seyrek sakalı beyazlamıştı. Akıllı ve kurnazdı. Tehdit ettiği yerin dışında başka bir yerden saldırırdı "...bize ve diğer barbarlara çok tatlı ve leziz yemekler getirildi. Diğer İskitlere ve bize gümüş tabaklarda, Attila'ya ise tahta tabakta et getirmişlerdi. Her cihette mutedil ve kanaatkâr idi. Misafirlere altın ve gümüş kadehler verdiği halde onun kadehi tahtadan idi. Sırtındaki elbiseleri, ayakkabıları, kılıcının kabzası ve atının takımları askerlerininkinden hiç de farklı değildi. Buna karşı diğer İskit komutanlarının bu eşyaları altın ve kıymetli taşlarla süslü, göz kamaştırıcı idi. Kendisininki böyle değildi. Yalnız diğerlerinden daha temiz idi".

374517_10151780492122951_2073325738_n.jpg


Kazım Mirşan'a göre Türk tarihin 30 bin yıl öncesine kadar gidiyor. Kameraman Tamer Bolu şu bilgiyi veriyor:”Ersin Alok bize bir tespitini anlattı. Kaya resimlerinin bulunduğu alanlarda çok sert granit taşlara rastladığını söyledi. Ona göre bu resimler taşı taşa vurarak çizildi. Karbon testi yapacak hiçbir organik kalıntı yok. Dolayısıyla yazıların gerçek yaşı tespit edilemiyor. Kaya resimlerinin binlerce yıl içinde oluştuğu ve her neslin anıt mezar olarak seçilmiş kayalık bölgeye, kendi döneminin olaylarını resimlerle kazdığı anlaşılıyor. Yani tek dönemde yapılmış değiller. İlk resimle son resim arasında binlerce yıl var. Ersin Alok’un verdiği bilgiye göre Alman araştırmacılar, Hakkari’deki Gevaruk Yaylası kaya resimlerinin sekiz bin yıl önce çizilmeye başlandığını söylüyor.”
***
Kaya resimlerini hep birlikte değerlendirmek için kitaplardaki resimlere bakmak yetmiyor, onlara dokunmak, anıt mezardaki havayı ciğerlere çekmek gerekiyor ki Servet Somuncuoğlu, bu alanların 64′ünü gören tek kişi unvanına sahip oldu. Asya’da 250′den fazla kaya resmi alanı var. Bunların 30 tanesi Anadolu’da.
Bugüne kadar her uzman başka bir alanda çalıştığı için bütünüyle değerlendirme imkânına sahip olamadı. Bundan sonra arkeolog, etnolog, tarihçi, dilci ve gazetecilerden ekip oluşturarak bu araştırmaları sürdürmek gerekiyor.
Bütün motiflerde Gök kültü var. Gobi çölündeki motiflerde ay yıldız var. Yine hayat ağacı ve elinde kadeh tutan kadın veya erkek motifleri her alanda var. Hayat ağacı, geyik boynuzu ile temsil ediliyor. Zaten bütün alanlarda ağırlıklı olarak en çok geyik ve keçi resimleri var.
Hiçbir kaya resmi alanında Tanrı resmedilmemiş. Kök Tengri inancının çok eski bir temeli olduğu anlaşılıyor.
***
Somuncuoğlu, araştırmaların inanç, bilgi ve kültür temelinde sürdürülmesi gerektiğini söylüyor. Çünkü bu alanlar ibadet alanları! Yazıya bu kaya resimlerinden sonra tamgalarla geçiliyor. Tamgalar alfabeye dönüşüyor. Eski Türk alfabesinin 28 harfi kaya resimleri alanında açıkça görülüyor. Servet Somuncuoğlu, artık eski Türk tamgalarını ve harflerini ezberlemiş durumda, “64 kaya resmi alanında Türkçe yazı dışında hiçbir yazıya rastlamadık” diyor.
Kameraman Tamer Bolu ise “Kaya resimleri alanında bir Kırgız öğretmen ve öğrencilerini gördük. Öğretmen, öğrencilerine ‘ata babalarımıza saygılı olalım’ dedi. Anladık ki anıt mezar saygısı bugün de devam ediyor” diye bilgi verdi.
“Karlı dağların ardındaki sır” çözülmesine çözülmüştü ama Servet Somuncuoğlu bunları yeterli görmüyordu. Dünya bilim literatürüne Orta Asya’da 10 bin kaya üzerindeki 100 bin resmi kazandırmak ona yetemezdi. Rusya, Moğolistan, Kazakistan, Kırgızistan, Azerbaycan ve Türkiye’de 138 gün çalışmış, sadece çekimler
93 gün sürmüştü. Saymalıtaş’a TRT ekibinden önce, dünyada başka hiçbir televizyon ekibi gitmemiş ve kaya resimlerini görüntülememişti. Araştırma devam edecekti.
Servet Somuncuoğlu ve arkadaşlarının araştırması sadece belgesel film yapılmakla kalmayacak. Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Somuncuoğlu’nun çektiği resimleri de albüm niteliğinde üç kitap olarak basmaya karar verdi.
 

cantar

Kullanıcı
Katılım
27 Ağustos 2012
Mesajlar
8,795
Beğeni
11,115
Puanları
113
Cevap: yorumsuz 2 nci bölüm

1400424_179592482240143_846011369_o.jpg


1380355_174933832706008_1330227451_n.jpg


1479095_1501159980108350_905335339_n.jpg


1510679_482738718511827_475591460_n.jpg


1538903_10151834176207951_745576359_n.jpg


1524783_712078898810868_1482791030_n.jpg


1377338_1405935282973335_2029352353_n.jpg


1488118_1427496654150531_867683523_n.jpg


bu heykeli ben buraya koymadım metin koymuş terbiyasızzzzzzzzz nolacak........
metalbook2.jpg


metalbook1.jpg


936018_69528911****000_1021456788_n.jpg


1512539_246429275517204_735061636_n.jpg


993495_370036119809886_1221582297_n.jpg


1380150_10151837374063862_1328545919_n.jpg


yaa metiiiin ne oluuuur atma bu heykelleri senin yüzünden forumdan ihraç edecekler beniiiiiii.....
1478967_696606283703019_655936951_n.jpg


bu heykeldeki şahısın başı Amerikada ki özgürlük heykelinin kafa kısmına benziyor burdan kopyalamışlar çalmışlar sanki....
hani benim içinde fotograflarımı çalıyorlar diyorlar... ya..............
ama demiyorlarki söyliyemiyorlarki biz dünyada yokken yeryüzünde protein bile değiliken bu kişi bu işleri kendine hobi edinmiş.....
1377266_625915067460319_2084728563_n.jpg


metiiiin hakikaten çok kötüsüüüüüün....
1505088_652486991469793_469550211_n.jpg


1459940_649385238446635_696977790_n.jpg


1480695_653455431372949_1399533183_n.jpg


1526986_591294400937349_1325220842_n.jpg


1467314_184988235033901_765728873_n.jpg


530531_182841038581954_1570509490_n.jpg


1472066_183571711842220_1628291437_n.jpg


1486787_183575711841820_1485966937_n.jpg


1480770_682056338505564_1726075029_n.jpg


1514976_520207914753070_2101646141_n.jpg


1476017_682496508448918_586430982_n.jpg


metiiiin sana bu kadını kızdırma dedimmmmm di bak arkasını dönmüş sana yüzünden ne gördük karkandan ne göreceğiz der durursunnnnnn....
1470146_682501618448407_1376126490_n.jpg


şam şeytanı metiiiiin kandıramazsın sen onuuuuuu......
1525590_625440177512283_1556092875_n.jpg


532479_10151231857939830_1700551197_n.jpg


1482750_779695255390743_1148646861_n.jpg


metininnnnn tüm hayaliiiiiiiii o bulacak ben elinden alacağımmmmmmmmmmm...
 

cantar

Kullanıcı
Katılım
27 Ağustos 2012
Mesajlar
8,795
Beğeni
11,115
Puanları
113
Cevap: yorumsuz 2 nci bölüm

555775_10201088920732937_2079845038_n.jpg


mısırdaki sfenks

1463246_10201078400549939_1942671144_n.jpg


1465402_10201078402269982_1929413959_n.jpg


1489048_10201078403990025_330928456_n.jpg


1493189_10201082233005748_2057469695_n.jpg


1461034_10201083891047198_1160139477_n.jpg


1471820_10201083917487859_556977878_n.jpg


1468640_10201083936248328_2089776160_n.jpg


1425743_10201083942528485_203675435_n.jpg


1471186_10201088756928842_959303416_n.jpg


1462964_10201088763609009_1703250689_n.jpg


529568_10201078394229781_1602810896_n.jpg
 

cantar

Kullanıcı
Katılım
27 Ağustos 2012
Mesajlar
8,795
Beğeni
11,115
Puanları
113
Cevap: yorumsuz 2 nci bölüm

269544_200223940030585_4802127_n.jpg


269544_200223943363918_6820085_n.jpg


269544_200223946697251_5480411_n.jpg


269544_200223950030584_1976398_n.jpg


269544_200223953363917_7770689_n.jpg


300270_221325217920457_1143906_n.jpg


320407_221325221253790_2529926_n.jpg


300270_221325224587123_7020341_n.jpg


300270_221325227920456_6061243_n.jpg


300270_221325231253789_718456_n.jpg


307895_221325927920386_2984338_n.jpg


307895_221325931253719_5483979_n.jpg


307895_221325937920385_2174470_n.jpg


307895_221325947920384_5446518_n.jpg


310204_221326534586992_4744834_n.jpg


310204_221326544586991_4960924_n.jpg


310204_221326551253657_124338_n.jpg


312506_257288410990804_831038441_n.jpg


321684_257288414324137_802240845_n.jpg


312506_257288417657470_1819454045_n.jpg


552966_3831429****2020_996969502_n.jpg


550471_383142975072013_169982439_n.jpg


579445_383143031738674_1044882524_n.jpg


579678_383143185071992_508844665_n.jpg


526103_383143265071984_203320494_n.jpg


536566_383143421738635_631114986_n.jpg


538275_383143608405283_477880835_n.jpg


389628_383143758405268_1208263602_n.jpg


580091_383143838405260_1837481934_n.jpg


314212_383143925071918_1642160815_n.jpg


543714_383144021738575_1527418609_n.jpg


181198_383144065071904_1356005025_n.jpg


555531_403955159657461_1675422253_n.jpg


AT BAĞLAMA HAYVAN BAĞLAMA TAŞI DA DERLER BU AMAÇLA KULLANILDIĞI GİBİ AMA BAZI TUHUMLARI TANELERİ EZEREK EZİLEREK YAĞ ÇIKARILAN ŞIRA ÜZÜM SUYU ÇIKARILAN YERLERDE KUYULARDA SU ÇIKARILAN UZUN SIRIKLARIN ARKASINDA AĞIRLIK TAŞI OLARAK KULLANILMIŞTIR..iNANMAYABLİRSİNİZ AMA
552601_403955279657449_2138986745_n.jpg


548451_403955436324100_137904101_n.jpg


156809_520677914651851_636063211_n.jpg


64312_520678037985172_184741549_n.jpg
 
Üst Alt