- Katılım
- 20 Ekim 2014
- Mesajlar
- 396
- Beğeni
- 1,576
- Puanları
- 93
DÜŞÜNCE GÜCÜNÜN SOSYAL HAYATA, AKLİ İLİMLERE VE ÇUBUKLARA ETKİSİ
ÜZERİNE BİR SÖYLEŞİ
ÜZERİNE BİR SÖYLEŞİ
Bu söyleşimizi düşüncenin, “bireysel ve toplumsal etkileri ile fizik âlemine” etkisi üzerinde yapalım. Öncelikle Düşünce nedir? Nasıl oluşur? Tanımlarını yapmak isterdim ama o kadar çok tanım ve oluşum var ki. Bunları bir kenara bırakıp “düşünce biçimlerinden” güncel olanları geniş, geniş ve “uç örnekler” vererek konumuza girelim;
Birkaç kokona, aralarına yeni katılana;
- Bak biz senin ne olduğunuzu biliyoruz. Baş kokona ne derse hiç itiraz etme tamam mı?
- Tamam. Tamam.
- Ey karanlık dünyaların efendisi! Davetimize icabet et. Aramıza katıl. Eğer geldiysen kapıyı üç kere çal.
- TAK. TAK.
- Bu gelen o olamaz.
- Nereden anladın?
- Kapıyı üç kere çalması lazımdı. Bu gelen iki kere çaldı.
Şartlandırılmış Düşünce Biçimi.
İki sevgili deniz kıyısında oturmuş güneşin batışını seyrediyorlar.
Kız; ne düşünüyorsun hayatım?
Oğlan; senin düşündüğünü tatlım.
Kız; seni terbiyesiz seni.
ŞAK. ŞAK. İki tokat.
Erkek: Yağcılık ve Yaranma Düşünce Biçimi.
Kız: Ben Ne Düşünüyorsam Herkes Onu Düşünüyor. Düşünce Biçimi.
Köyün birinde bir adam oğlunu semercinin yanına çırak olarak vermiş. Gel zaman git zaman çırak öyle bir usta olmuş ki, vurduğu semer nam salmış. Üstüne bir de eğer yapmasını öğrenmiş ki peh. peh. Eşek ve beygirde en ufacık bir yara bere yok. Üstünde oturan ise, sanki kuş tüyü yastıklarda oturuyor. Köylü pek memnun. Adamı göklere çıkartıyorlar. Adam ise köyün kahvesinde nasıl semer, eğer yapılması gerektiğini ballandıra, ballandıra anlatıyor. Her gün de ne anlatacak. Bir gün başlıyor;
- - Kim bu adam?
Köylü; bizim semercimiz. Çok mahir bir adam. Her şeyi de çok bilir.
Adam köylünün yanına gidiyor ve;
- Senin ne kadar mahir birisi olduğunu öğrendim. Benim eşeğe de semer vurur musun? Yalnız baştan söyleyim. Bu eşek senin bildiğin eşeğe benzemez.
- Sen ne diyorsun ya! Benim semer vuramayacağım eşek yok.
- Bak seni baştan uyardım. Hadi bakalım başla o zaman.
Semerci; Bir Meslekte Mahirleşen Birisi, Her Şeyi Bilir. Düşünce Biçimi.
Adam; Şuna Haddini Bildireyim. Düşünce Biçimi.
- Dikkat et! Oraya gitme. Çok tehlikeli.
- Yok yaa. Bana bir şey olmaz.
Ahhh! Yanım anam!
Cesaret ile Aptallığı Ayıramayan Düşünce Biçimi.
- Ben oraya oturmam. Baksanıza arılar var. Beni sokabilir.
- Ben o köprüden geçmem. Pek sağlam değil bence. Ayağım kayar da düşersem maazallah boğulabilirim de.
- Ben kedileri okşamam. Sonra tüyü ciğerime kaçar da kanser yapar.
Aslında o kadar çok düşünce biçimi var ki, başlı başına bir ilim dalı. Burada “biçim” den ziyade etkileri nasıl acaba? Yukarıda anlatılan veya benzeş ya da tam zıttı düşüncelerin bireylere ve yakın çevresine direk etkisi olduğu muhakkaktır.
Düşünce Biçimlerinin Sosyal Yaşama Direk Etkileri Nasıl Acaba?
Yaşanmış veya yaşanabilecek birkaç “uç örnekle” anlatalım;
Çocuklar;
Hadi baba parka gidelim. Ben sallanmak istiyorum.
Baba;
Tamam. Hadi hazırlanın gidiyoruz.
Parka gidiyorlar. O da ne! Bir sürü köpek parkta geziniyor. Çocuklar korkuyor. Hoşt. Hoşt. Hadi dağılın diye kovalıyor. Oradan birisi bağırıyor;
- Hop. Niye kovalıyorsun köpekleri.
- Çocuklar korkuyor.
- Sokaklar, parklar köpeklerin mekânı. Sen onları kovamazsın. Al çocuklarını evinde salla.
- Ne diyorsun sen kardeşim? Derken köpeklerden birisi çocuğa saldırıp, ayağını ısırıyor.
- Ne vuruyorsun benim yavrucaklarıma!
- Görmüyor musun lan! Evladımı ısırdı.
- Bana ne senin evladından. Diyor ve başlıyor babayı tartaklamaya.
Nereden çıktığı belli olmayan bir grup hayvan sever adamın üstüne hücum ediyorlar ve başlıyorlar haykırmaya;
- Sen nasıl kıyarsın bizim yavrucaklarımıza. KATİL! Asın bu herifi. ….. …..
Hayvanları İnsandan Üstün Gören Düşünce Biçimi.
Artan enerji ihtiyacını karşılamak için devlet bazı bölgelere HES yapılmasına karar veriyor. Bir grup doğasever hemen karşı çıkıyor;
- Bir sürü ağaç sular altında kalacak. Doğanın dengesini bozuyorsunuz. İSTEMEZUK.
Devlet bu sefer büyük yatırımlar isteyen nükleer santral kurulmasına karar veriyor. Yine aynı grup;
- Atıkları doğayı kirletecek. İSTEMEZUK.
Devlet de nasıl işin içinden çıkacağına bir türlü karar veremiyor. Gün geçtikçe mevcut enerji, ihtiyacı karşılamaya yetmiyor. Başlıyor elektrikler kesilmeye. Metro, tramvaylar çalışmıyor. İnsanlar işine yürüyerek gitmek zorunda kalıyor. Elektrikler kesilince üretim de yavaşlıyor. Buna bağlı gelirler düşmeye başlıyor. Gelir düşünce geçim sıkıntısı başlıyor. Geçim sıkıntısı insanların psikolojisine etki yapmaya başlıyor. Çıkış yolları aranıyor. Ama gel gör ki aynı gruplar “İSTEMEZUK” dan vazgeçmiyor. Geçim sıkıntısını en çok hissedenlerden bazısının gözü kararıyor ve eline geçirdiği her ne var ise, başlıyor “istemezuk” diyenleri aramaya. Yakaladığını indiriyor. Kanun, hak, hukuk dinlemiyor.
Doğayı ve Tabiatı Her Şeyden Üstün Gören Düşünce Biçimi.
Bu tarz düşünceye sahip insanların sonuçlarını düşünmeden yaptığı eylemlerin nelere sebep olacağı fazla düşünmeye gerek yok. Fazla lafa da gerek yok.
Ancak Bir grup “istemezuk” cuk ların istediği de bu zaten.
Şiddet ve Kaos Çıkarma Düşünce Biçimi.
Muz cumhuriyetinde, muhalefet parti lideri yaptığı seçim konuşmasında;
-Yeter artık. Geçinemiyoruz. Devlet kalkınacak diye halkı aç bırakıyorsunuz. Ben iktidara geldiğimde, hazinedeki bütün parayı halka dağıtacağım. Bu da adam başı elli milyon yapıyor. Bizim iktidarımız da herkes rahat edecek.
Ayda on beş-yirmi bin lira ile geçinen insanlar için büyük bir nimet. Elli milyon. Ne para be! Artık çalışmasına gerek kalmayacak. Her istediğini yapabilecek.
- Şak.şak. Yaşa. Var Ol. En büyük başkan bizim başkan.
Seçimlerden sonra muhalefet iktidar oluyor ve söz verdiği gibi hazinede ki bütün parayı halka dağıtıyor. Ertesi günün sabahında birçok ev de;
- Hadi kalk. Hayvanlar aç. Onları götür de otlat.
- Hadi kalk. Hava açmışken tarlayı sürelim.
- Hadi kalk. Çatının kiremit döşemesini yapalım.
- Hadi kalk. İşe geç kaldın.
- Niye???
- Artık para var, huzur var. Bak devlet ne kadar çok para verdi. Bu bize bir ömür boyu yeter. Kim çalışırsa çalışsın. Beni ilgilendirmiyor.
- Usta bizim lağım tıkandı. Şuna bir bakar mısın bir zahmet.
Telefonun öbür ucundaki;
- Bana ne senin lağımından kardeşim. Ben artık o işleri bıraktım. Bak başının çaresine.
Elindeki ile yetinmeyip, daha çok kazanma hırsı olanlar için bulunmaz bir fırsat.;
- Ver elli bin lira, senin lağımı açayım.
Başka bir telefon daha çalıyor;
- Kardeşim neredesiniz ya? Trafo patladı. İtfaiye gelmedi. Biz yangını söndür dükte elektrikler yok. Çocuklar atari oynayamıyor. Hanım dizisini kaçırıyor. Hemen bir ekip gönderin. Halledin bu işi hemen.
Telefonun ucunda ki;
- Haklısınız. Ama bugün kimse işe gelmedi. Ne oldu anlamadık. Ben ilgili makamlarla görüşeyim. Bakacağız bir çaresine.
Devlet çaresiz. Kimseyi de zorla çalıştıramazsın. Nasıl çıkacak işin içinden? Özel sektöre (fırsatçılara ) yap dese ödeyecek para yok. Hepsini dağıttı halka. Halkta para var. Diyor ki;
- Bütün masrafı o yöredeki insanlar ödeyecek.
Birkaç ay sonra, seçimden önce aldığı soğan on lira iken, oluyor elli lira. Birkaç ay daha geçince soğan oluyor iki yüz lira.
- Yuh yaa! Bir soğan iki yüz lira olur mu? Cevap hazır;
- Abi artık kimse dikmeyince biz de dışarıdan ithal ediyoruz. Sen fiyata bakma. Bulduğuna şükür et.
- İyi ki muz cumhuriyetinde yaşamıyoruz. Yoksa perişan olurduk.
- Keşke muz cumhuriyetinde yaşasaydım. Servetime servet katardım.
Diyenler olur mu? Bilemem. Ancak bilmemiz gereken şey; biz bu düşünce biçiminin neresindeyiz?
Buraya kadar yaptığımız söyleşi insanların düşünce biçimlerinin etkisi, bireysel ve yakın çevresi ile sınırlı kaldığı görülürken, aynı düşünce tarzına sahip kişilerin birleşerek nasıl bir güç oluşturacağını ve sosyal hayatımıza etkilerini kısa da olsa (biraz da abartarak) dilimiz döndüğünce ifade etmeye çalıştık.
Birazda Düşünce Biçiminin Akli İlimlere ve Buna Bağlı Sosyal Hayatımıza Etkilerinden bahsedelim;
İnsanlık var olduğundan beri zeki, üstün zekâlı, dahi insanlar hep var olmuştur. Medeniyet veya teknolojik ilerleme bu insanların sayesinde olmuştur. Bu insanlar sıradan bir hayattan ziyade ilimle uğraşmışlar, yaptıkları icatlar ile insanların daha rahat bir yaşam sürmesine veya tam tersi hayatlarını zindana çevirmişlerdir. Rahat bir yaşantı için örnekleri aşağıda vereceğiz de zindan hayatı için “Atom bombasını, fosfor bombasını vb.” örnek verebiliriz. Bu silahlar toplu katliama sebep olduğu gibi doğal hayata da geri dönüşümü olmayan büyük tahribatlara yol açmış ve hala da açmaktadır. Bizlerin bunlarla işi olmaz. Biz insanların rahatı, konforu için uğraşanlardan söz edelim der isek;
Her zaman verdiğim elektrik örneğini verelim. Elektrik 150-200 yüzyıl evvel hayal iken bu gün hayatımızın olmaz ise olmazlarından olmuştur. İcadından önce gün ışığının el verdiğince sosyal hayat ve iş hayatı idame ettirilmiştir. Ancak elektrik geceyi de gündüze çevirince işler bambaşka bir boyuta devşirmiş, aynı zamanda insanlarda var olan hırs ve zevkler de gelişmiştir.(başka türlü de ifade edilebilir ama biz bununla yetinelim.) Misal: Sadece dokumacılık ile uğraşan insan akşam olduğunda evine dönerken, elektrik sayesinde artık gece de çalışabileceğini öğrendiği anda; içinde var olan yani daha çok kazanma hırsı depreşmiş ve gece de çalışmaya başlamış, sadece dokumacılık ile yetinmeyip dokuduğu kumaşları pantolon, kaban, gömlek gibi şeylere dönüştürerek kazancını servete dönüştürmüştür. Bu kadar servet ise insanın zevklerine de hitap etmiş. Nasıl mı?;
- Duyduğuma göre bir arsa almışsın. İçerisine de inşaat yapıyormuşsun. İnşaat ne durumda?
- Evet. Doğru duymuşsun. İçerisine ev yaptırıyorum ancak yavaş ilerliyor.
- Neden?
- İşten eve yorgun argın döndüğümde istiyorum ki, kapıdan girdiğim anda bana çiçekler, böcekler “hoş geldin” desin. “Işıklar lütfen” dediğim an da ışıklar açılsın. Banyoya girdiğimde suyun sıcaklığı istediğim gibi olmasından ziyade, bütün vücuduma masaj yapar gibi olsun. Yemeğe oturduğumda, daha ben söylemeden “çaycıkoskinin göle düşmüş ördek” senfonisi çalsın. Akşam kuş tüyü yatağıma uzandığımda bazen hemen uyuyamıyorum. O zamanlarda istiyorum ki tavan açılsın gökyüzünü seyredeyim. Sabah kalktığımda ise yemekten önce biraz yüzeyim. Ama kışın sıcacık, yazın ise hafif bir serinlik olsun. Bir de hanımın istekleri var. Yemek ve bulaşık ile uğraşmak istemiyormuş. Bunları yapacak bir robota ihtiyacımız var. Bu isteklerimizi dile getirdiğimizde, istenilen rakamlar biraz pahalı geliyor. Neden böyle pahalı diye sorduğumuz da ise; “zevkin hesabı olmaz abi” diyorlar. Haaa. Bir de “hadi koçum beni fabrikaya götür” dediğimde kendi kendine giden bir arabaya da ihtiyacım var.
- Eee sen ne yapıyorsun peki?
- Zevklerimden ve ihtiyacımdan(!) vaz geçmektense daha çok çalışıyorum.
Bazı zeki insanlar da “menfaat ve benlik” lerin den ziyade “Doğruların” peşinde gider. Düşüncenin nasıl bir şey olduğunu, düşünceye etki eden faktörleri, sosyal hayata nasıl etki yapabileceğini araştırır. Elde ettiği sonuçlar ile toplumları yönlendirmeye çalışır.
Bazı zeki insanlar ise sosyal hayattan ziyade düşünce gücünü fizik alemine uyarlamaya çalışırlar. Bunda da başarılı oldukları şüphesizdir. Nasıl mı? (teknik tabirlere girmeden ve mümkün olduğunca sade bir şekil de);
Sağır olan birisine, ses diye tabir ettiğimiz enerjiyi, yaptığı bir cihaz sayesinde beyne göndererek o enerjiyi ses olarak algılanmasını sağlamış, bir başkası ise; her tarafı felçli, konuşmaktan bile aciz birisine yaptığı bir cihaz ile düşüncesini önce yazıya sonra ise sese dönüştürmüştür. Bir başkası ise; bir kolu olmayan birisine protez bir kol yapmış, o kolun ses komutu ile değil düşünce gücü ile vazifesini yapmasını sağlamıştır. (Bu söylediklerim basın-yayın yolu ile yayınlanmış olup dileyenler en ince ayrıntısına kadar oralardan öğrenebilirler.)
Yapılan bu çalışmalar aslında düşüncenin, fizik alemine yansımalarını göstermiştir. Yani düşünce dediğimiz şeyin aslında elektro manyetik bir dalga, frekans veya bir sinyal (adı her ne ise) olduğunu, bunun ise bir gücü olduğunu ispat etmiştir. (Yanlış anlaşılmasın. Ben demiyorum. Bazı Bilim Adamları söylüyor.)
FAKAAAAT
Bazı sözde bilim adamları ise çıtayı bir tık yukarı çıkartmak için, yanına aldığı “yancılar” la birlikte halka açık bir toplantı tertipliyor. Başlıyor konuşmaya; (kısaltılmış hali ile)
- Falanca bilim adamı, filanca bilim kurulu düşünce gücünü fizik alemine başarı ile aktarmışlardır. (yukarıda anlatılan gelişmeler) kendilerine yaptıkları çalışmalardan ötürü teşekkür ederiz. Aslında bu düşünme gücü, öyle bir güçtür ki, insanın sadece düşünüp komut vermesi yeterlidir. Bu düşünce gücünün en zayıf halkası bile eline aldığı çubukları kendi etrafında döndürmek, sağa-sola, aşağı-yukarı hareket ettirmesi için düşünüp komut vermesi yeterlidir. Bunlar basit şeylerdir. Aslında Hiçbir şey kullanmadan sadece düşünce gücü ile insana, maddeye, tabiata etki etmek de mümkündür. Örnek vermek gerekirse;
- Düşünce gücünden kaynaklanan elektro manyetik dalgalar insanın gözlerinden çıkarak karşısındaki insanın normal işleyen düzenini bozabilir. O insanın bir anda başı ağrıyabilir. Midesine kramplar girebilir. Yürüyüşü bozulabilir. Bunlar veya daha fazlası düşünce gücünden kaynaklanmaktadır. Bu öyle bir güçtür ki; elini bile sürmeden maddeye hükmedebilir. Alır bir yerden bir yere götürebilir. Hatta, hatta doğaya da hükmedebilir. İstediği zaman yağmur yağdırır, istediği zaman estirir. Uzun lafın kısası; DÜŞÜNCE GÜCÜ HERŞEYE KADİRDİR (tövbe haşa)
- Hurra. Yaşa. Varol. En büyük adam bizim adam. Şak. Şak. Şak.
Adam büyük bir zafer kazanmış gibi yerine otururken, birisi;
- Senin dediklerini yaptım. Çubuklara hükmettim. Bir sağa, bir sola döndürdüm.
Başkası; - Ben de. Ben de.
Üç-beş kişi de daha ayağa kalkıp; - Ben de, ben de hareket ettirdim.
Salonda bir coşku ki sorma gitsin. Bu kadar coşkuya ne gerek;
Çalsın sazlar. Oynasın kızlar. Haydi. Haydi. Yandan, yandan. Şıkıdı mı, şıkıdım. Gerek.
Ancak bu coşkuya bir grup insan katılmadığı gibi surat asıyorlar. Birisi soruyor;
- Siz niye oturuyorsunuz ki?
El cevap; çubuklar bizde hareket etmedi.
Haydaaa. Nereden çıktı bu adam. Beyaz atlı prensimize nasıl muhalefet eder?
Coşku bir anda kesiliyor ve gözler sözde ilim adamına dönüyor. Cevap bekleniyor. Yancıları hemen müdahale ediyor;
- Kusur sen de kardeşim. Güzel düşünemiyorsun. Al şunu da temizlen. Bir de kuş kadar beyinleri ile başlıyorlar dalga geçmeye;
- Mintax la canım. Mintaxla. (bir zamanların en gözde sloganıydı.)
- Köşeye sıkıştığını anlayan sözde ilim adamı; -başka bir toplantım var! Deyip paçaları bile toplamadan sıvışıyor.
Toplantıdan çıkan bir grup insan şöyle düşünüyor;
- Nasıl olur da çubuklar bende hareket etmez. Acaba yediğimden-içtiğimden mi? Yoksa gerçekten güzel düşünemiyor muyum? Güzel düşünce ne ki? Yoksa …. …….
Diğer grup ise;
- Çubukları sağa-sola döndürdüm de acaba her söylediğimi yapar mı?
Başka bir grup ise;
- Adam haklı yaa. Çubuklar bende çalıştığına göre, acaba bunu nasıl geliştirip maddeye- doğaya hükmedebilirim?
Çubuklar her söylediğimi yapar mı? Düşüncesine sahip olanlardan birisi hemen işe koyuluyor ve başlıyor çubuklara komut vermeye;
- Arabanın anahtarı nerede? Hanımın altınları nerede? Çocuklar nerede? Sinemada mı? Yoksa parka mı? Sinemada ise sağa dön. Parka ise kendi etrafında dön. …. …. ….
Çubuklar ne söyledi ise hepsini yapıyor. Bir heyecan sorma gitsin. Hemen güvendiği bir arkadaşını arıyor ve durumu anlatıyor.
Arkadaşı; Bu maharet bize çok para kazandırabilir. Organizasyon bende sen merak etme.
Hemen bir sirk organizasyonu yapıyor. Bir de reklam. Halkta bir merak. Salon izleyicileri almıyor, sokaklara taşıyor. Adam başlıyor gösteriye. Monoton olmasın diye araya fantezide katıyor;
- Bu çubuklar giydiğiniz donun rengini bile söyler. Hemen sahneye üç bayan alıyor ve başlıyor sormaya;
- Bu bayan ne renk don giyiyor? Kırmızı mı? Tık yok. Siyah mı? Çubuklar Evet. Evet der gibi hareketleniyor. Bir de hafiften-hafiften, ucundan-ucundan seyirciye gösteriliyor ki ne kadar mahir olunduğu bilinsin.
- Giydiği donun rengi kırmızı mı? Siyah mı? Tık yok. Pembe olmasın? Çubuklar Evet. Evet. Diyor.
Sıra üçüncü bayana geliyor. Başlıyor sormaya;
- Kırmızı mı? Siyah mı? Pembe mi? Sarı mı? Yoksa beyaz mı? Çubuklarda tık yok. Haydee. Bu olmadı şimdi. Karizma çizilecek. Aklına geleni soruyor;
- Kız sen don giymedin mi yoksa? Eteği aşağı çekince durum anlaşılıyor. Hanımefendi don giymemiş.
Gösteri sonunda halk kulise hücum ediyor, kaybettiği her ne ise bulmasını veya derdi ne ise çare bulmasını istiyorlar. Fakat birisinin derdi başka. Hemen telefona sarılıyor:
- Bu adamı hemen paketleyin. Bize çalışması için ikna edin. Direnir ise; tahtalıköye biletini kesin. Başkalarının eline geçip de bize karşı kullanmasınlar.
Sonrası mı? Adam ortalıktan kayboluyor. Tahtalıköye biletini mi kestiler yoksa kimlik değiştirip bazı amaçlara mı hizmet ediyor. Bilemem.
Böyle sirk gösterileri ile ilgilenmeyen diğer grup ise, başlıyor maddeye, doğaya hüküm etmenin yollarını aramaya. Fıtratlar farklı farklı olduğu için kimisi rüzgârın, kimi yağmurun, kimi ateşin, kimi hayvanların tanrılığına soyunuyor. (Fıtrat: yarmak, ikiye bölmek, yaratmak, icat etmek anlamlarına gelen fatr kökünden doğan 'yaratılış, belli yetenek ve yatkınlığa sahip olma' anlamlarına gelmektedir. Kaynak: TDK)
Bu kadar çok tanrı olunca, bir de baş tanrı gerek. Başlıyorlar birbirleri ile rekabete. Rüzgâr tanrısı, ateş tanrısını gözüne kestirip öyle bir üfürüyor ki, ateş söndü sönecek. Ateş tanrısı kıl payı da olsa durumu kurtarıyor,
- Bak benimle uğraşma seni yakar kül ederim. Deyince karısı;
- Benim de fönlü saçlarımı dağıttı. Yak hayatım yak ki, ateş tanrısının kim olduğunu herkes bilsin.
Bu yazılanları dinleyen veya okuyan birisi dayanamıyor ve,
- Seni sabırla dinledim. İlk başta söylediklerin az da olsa aklıma yattı da, son söylediklerin biraz saçma değil mi? Neymiş o tanrılar falan. Sanki çocuklara masal anlatıyormuşsun gibi. Hayatta bu kadar gerçekler varken bu masalsı şeyler de nedir? Gerçeklerden konuşacaksan dinleyim. Yoksa bizim vaktimizi heba etme.
- Evet. Haklısın. Bizler zamanın ne kadar kıymetli olduğunu geç de olsa anladık. Önceleri hiç düşünmeden yapar, ederdim. Olmadı bir daha. Olmadı bir daha. Şimdileri, on düşünüp bir yapıyoruz, konuşuyoruz, yazıyoruz ki hem kendimizin, hem başkalarının vaktini heba etmeyelim. Yalnız burada sen hiç düşünmeden konuştun gibi. Gerçekleri istiyorsun da biz neyi anlatıyoruz acaba? Sana masal gibi gelen tanrılar; hindu, çinli, Japon gibi halkların gerçekleridir. Doğumdan-ölüme bütün hayatlarını bu tanrıların sözlerine, davranışlarına uygun geçirirler. Mesela; “Bir Hindu; Şiva, Vişnu, Rama, Krişna veya diğer tanrı ve tanrıçalara tapabilir ya da her ferdin içinde yer alan "Yüce Ruh"a veya "Yıkılmaz Ruh"a inanabilir ve hâlâ Hindu olarak anılabilir. Terazinin bir yanında nihaî hakikat yolunda bir arayış; diğer tarafında ise ruhlara, ağaçlara ve hayvanlara tapan mezhepler vardır. ….” (Kaynak: wikipedia)
- Biz sadece tanrılar dedik ama ağaçlara, hayvanlara tapan insanlardan hiç bahsetmedik. Şimdi sorarım sana. Bu insanlar aptal mı? Hiç düşünmezler mi? İnançları, düşünceleri, davranışları sadece kendileri için değil tüm insanlık alemini nasıl etkiler acaba? İlim ve bilime hiç katkıları yok mu? Bunlar gerçek değil mi? Yoksa senin gerçek anlayışın; “ aklıma yatmıyorsa gerçek değildir” mi? O zaman sormazlar mı insana; akıl ne ki? Kimden aldın bu aklı? Hangi düşünceler seni bizden farkı kıldı da, seni akıllı yaptı?
- Bu söyleşimizi sözde bir bilim adamının ”Düşünce Gücü Her Şeye Kadir” sözüne ve bu sözlere kayıtsız, şartsız inananlara “reddiye” amaçlı yapıyoruz. Düşünce biçimine istinaden verdiğimiz örneklerin neresi yanlış? Belki bu düşünce tarzları ile hiç karşılaşmadınız. Ama bunları her an yaşayanların da var olduğunu biliyoruz. Sosyal hayata ve akli ilimlere nasıl yansıdığını görüyoruz veya yaşıyoruz.
Düşünce ve gücüne az da olsa değindik de akli ilimlere yeterince değinmedik gibi. Dokunalım bakalım;
İlimin birçok tarifi var. Kişiler fıtratlarına göre tarif etmişler. Biz de kendi “düşüncemize” göre tarif edelim;
İHTİYAÇ = BİLİM = İLİM = GERÇEK
Mevzumuz akli ilimler olduğuna göre ona uygun bir örnek verelim;
İhtiyaç; bir yerden bir yere gidebilmek ve yükümüzü taşımak için beygir veya eşek kullanmadan nasıl gidebilirim?
Bilim; şöyle bir makine tasarlasak, hem insanları hem de yüklerini taşısa!
İlim; Tren
Gerçek; Varlığı. Görüyoruz. Tutabiliyoruz. Kullanıyoruz.
İhtiyaç; Tren iyi hoş da, belli yerlerde gidiyor. Ben istiyorum ki, her yere gidebileyim. Yükümü de istediğim yere bırakabileyim.
Bilim; Treni nasıl geliştirip, her yere götürebilirim?
İlim; Otomobil. Kamyon. Tır. Uçak.
Gerçek; Varlığı. Görüyoruz. Tutabiliyoruz. Kullanıyoruz.
İhtiyaç; Yerin altındaki, boşluğu- su yatağını- gömülü kalmış değerli madenleri en basit ve en doğru şekilde tespiti.
Bilim; Teknolojiyi nasıl kullanabilirim?
İlim; Radar. Sonik cihazlar. Isıya duyarlı cihazlar. (önemli uyarı: adı geçen cihazlar tamamen uydurmadır)
Gerçek; Evet. Böyle cihazlar var ama güvenirliği şüpheli. Bunlara güvenip bütün kurguyu bunların üzerine kurmak hatalı olur.
Olaya bir tersten, bir de bazı bilim adamlarının gözünden bakalım;
Gerçek: Çeşitli cisimler kullanarak arama-bulma çalışması yapanlar var. Bunların içerisinde su arayıcıları ön planda hata payları %10 biraz daha abartırsak %20.
İlim: Bu gerçeği kabul etmiyor.
Bazı Bilim Adamları: - Böyle bir maharetin olduğu söyleniyor. Ancak yapılan her araştırma büyük maliyetler gerektiriyor. Bu maliyetlerin çok küçük bir kısmını devlet karşılıyor. Büyük bir kısmını özel sektör karşılıyor. Mesela; dünya çapında ün yapmış büyük bir firma, geliştirdiği bir ürünün faydaları hakkında, piyasa da nam yapmış; ciğerci, böbrekci, kelle-paçacı, işkembeci, kalpçi gibi uzman aşçıları fonlayıp rapor hazırlatmakta, ürün satışı düştüğü zamanlarda bu çalışmalar piyasaya lanse edilerek ürünün satışını arttırmaktadır. Hatta, hatta bu ürün öyle bir ürünmüş ki; çeşitli sebeplerden dolayı, “Artık kuş(bülbül) ötmüyor, gül dolu bahçemde” şarkısı ile derdini anlatanlara bile iyi geliyormuş. Eğer sende böyle bir çalışma yapılmasını istersen fonumuza destek vermelisin.
Bazı Bilim Adamları: Bizleri böyle önemsiz şeylerle meşgul etme kardeşim. Bizler fizik tanrısı frenktaşın fikirlerini geliştirmeye çalışıyoruz.
- Neymiş o?
- Zaman makinası.
- Ne işe yarayacak?
- Geçmişe gidip dedenin elini öpebileceksin. İleriye gidip torununun saçını okşayabileceksin.
- Vay. Çok iyi miş ya. Senden bir isteğim var. Bu makinayı yaptığın zaman beni dedemin yanına gönderebilir misin?
- Neden miş o?
- Yaa. Şu karşıda yeni yapılan site var ya. İşte dedeme söyleyeceğim oranın arsasını satın alsın. Alsın ki ben şimdi ye köşeyi dönmüş olurdum.
- Bir akıllı sen misin kardeşim? Ben kendi dedeme söyler, köşeyi ben dönerim.
- Öyle de, sen burada durup makineyi kontrol etmen lazım. Kısaca başından ayrılamazsın. Ama şöyle yapabiliriz. Ben senin dedenin yanına gidip, ona söylerim bu arsayı alması için. Yalnız kazancından % 5 komisyon alırım. Hem de peşin.
- İstediğin komisyon oranı makul de benim o kadar param yok.
- Seni sevdim kardeşim. Sen çok zeki birisine benziyorsun. Bu makinayı yapabilecek kabiliyeti sen de görüyorum. Şöyle yapalım. Sen bana at bi beş milyoncuk. Geriye kalanı da çalışmalarında kullanırsın. Hem bizim de ilime-bilime katkımız olmuş olur.
- Haaa. Bak o olur işte.
- Haydi o zaman notere gidelim. Gidelim de benim ilme ve bilime yaptığım bağışı, senin de ne kadar kakavan pardon zeki olduğunu zapturapt altına alalım.
İlim kabul etmiyor. Bazı bilim adamlarının durumu ortada. (işini hakkıyla yapana boynum kıldan incedir. Bilinsin isterim.) Boşluğu ise, fitne tohumları saçan sözde bilim adamları doldurmaya çalışıyor. Meydan boş ya! At ata bildiğini. Söyle, söyleyebildiğini.
Burada bir şeyin devreye girmesi lazım ama devreye ne girecek? Birçok kimsenin “AKIL” dediğini duyar gibiyim. Peki. Akıl ne ki?
Ben burada dururum. Bu beni aşar. Haddimizi başkası bildirmeden, haddimizi bilelim.
Çünkü “akıl” nakli ilimlere girer. Bizlerin Uzmanlığı akli ilimler. Haddimizi aşarsak, nakli ilimleri bilenler bizi öyle bir tiye alırlar ki aynı bizim ”düşünce gücü her şeye kadir” diyenleri tiye aldığımız gibi. (kinayedir.)
- Sende hiç mi akıl yok kardeşim? diyenlere;
- Biz aklı araştırdık. Gördük ki;
- Aklın üstünde=X
- X üstünde=XX
- XX üstün de= XXX olduğunu gördük. “yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder” sözünü bildiğimiz için de, susarız.
Akli ilimlerde çalışan ilim-Bilim adamları nakli ilimleri kabul etmez. Her şeyi mantık yürüterek çözmeye çalışır. Bazı sırları çözer. Bazılarını ne kadar uğraşırsa uğraşsın çözemez. Çözemediğini görmezden gelir. Tıpkı elimize aldığımız çubuklarla arama-bulma çalışması gibi. Bilmez ki, mantığın üzerinde akıl vardır. Aklın üstünde de, başka bir şey daha vardır. Bilmeyince de sonuç ortada… Gerçekleri konuştuğunu zanneder ama gerçeği bilenler seni öyle bir tiye alırlar ki, böyle söyleşiler yapar. Çoluk çocuğa arkandan değil yüzüne baka baka dalga geçirtir.
BORNOVALI
Önemli not: Bu söyleşi, belli çevrelere hizmet eden sözde bilim adamına ve onun sözlerini gerçek zannedip körü-körüne savunanlara “reddiye” amaçlı kaleme alınmıştır. Hiçbir düşünce biçimini ve inancı küçük görmek veya hakaret içermemesine özen gösterilmiştir. Ola ki, eğer öyle hissettirdiysem af ola.
Bilimsel ve ilimsel bir geçerlilik arz etmediği için kaynak olarak gösterilmesi uygun değildir.
Moderatör tarafında düzenlendi: