AHDE VEFA
Vefa sözlükte, sözünde durmak demektir. Ahde vefa, verilen sözün gereklerini yerine getirmektir. Ahde vefa, Kur-an ahlakıyla ahlaklanmış Hz. Muhammedin (a.s) en önemli Kur-ani ilkelerindendir. Vefa, Kur-anda imandan sayılmıştır. Sana biat edenler, ancak Allaha biat etmiş olurlar. Allahın eli (kudreti) onların ellerinin (kudretinin) üzerindedir. Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur. Allaha verdiği sözü yerine getirene Allah büyük bir mükâfat verecektir (Fetih, 10). Allaha karşı ahitlerini hiçe sayanların ahirette nasiplerinin olmadığını ve azaba çarptırılacaklarını yine Kur-an söylüyor. (Al-i İmran,77)
Ahde vefa, insanlar arası ilişkilerde güven duygusunun hâkim olmasında büyük bir etkiye sahiptir. Ahde vefa, Müslümanların karakteristik özelliklerindendir. Kur-anı Kerim ahde vefayı, insanın bireysel ve toplumsal hayatının önemli ve uyulması zorunlu unsurlarından biri sayar. Dolayısıyla ahde vefa, hem kul Allah ilişkilerinin, hem de insanlar arası ilişkilerin temel unsurlarındandır. Kur-an, bu konuda çok titizdir. verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü söz veren (sözden) sorumludur (İsra, 34). Hz. Muhammed (s.a.v) de ahde vefada çok hassas davranmıştır. Sözde durmayı imanın gereği ve dini bir görev saymıştır. Verilen sözün yerine getirilmesi, Kur-anın emridir. Aleyhine de olsa verdiği sözü yerine getirir. İnanan, sözünden caymaz. İnanan kişinin sözü, senettir. Sözden caymak, nifak alametidir.
İnkârcılar arasında bile el-emin (sözünde duran, güvenilir) sıfatıyla anılan Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimizin vefa ve sadakatle dolu hayatı da bize bu konuda en güzel örnektir. Tam bir vefa örneği olan Hz. Nebi (s.a.v.), sadece insanlara karşı değil, taşa, toprağa karşı da vefa doluydu. Mekkeyi arzular, Uhuda uğrar ve her cumartesi, hicrette ilk konağı olan Kubayı ziyaret ederdi. O Biz onu severiz, o da bizi sever. dediği (Buhari) Uhud Dağını da ziyaret ederdi. Yine Medinenin Mezarlığı Cennetül Bakiye gider, oradakilere selam verir ve dua ederdi. Hz. Alinin dediği gibi O: İnsanların en doğru sözlüsü ve ahdine en vefalısı idi.
Sevgili Peygamberimiz, ilk eşi Hz. Haticeyi, kendisine bir hafta süt emziren dadısı Ümmü Eymeni, ücret karşılığı da olsa yıllarca kendisine bakan sütannesi Halimeyi, süt kardeşi Şeymayı, çocukluğunu yanında geçirdiği amcası Ebu Talibin hanımı Fatımayı ömrü boyunca unutmamış, her fırsatta onlarla ilgilenmiş, onlara yardım etmiştir. Habeş Necaşisini daima hatırla yad etmiş, öldüğünde ona dua etmiştir. Hudeybiye antlaşması sonrası kendisine sığınan Ebu Cendeli anlaşma gereği Müşriklere teslim etmesi, Onun verdiği söze bağlılığının en önemli örneğidir. (Buhari)
Bizler de hem diğer insanlarla münasebetimizin sağlıklı bir şekilde devam etmesi, hem de etrafımıza güven verebilme adına yalandan, sözünde durmamaktan ve emanete riayetsizlikten şiddetle sakınmalıyız. Verdiğimiz sözü tutmalı, tutabileceğimiz sözü vermeliyiz. Eğer bir söz verdikten sonra gerçekten onu yapamayacağımıza dair bir gelişme olmuşsa söz verdiğimiz kişiyi bilgilendirmeliyiz. Böylece hem onun bize duyduğu güveni sürdürmüş, hem de söz verdiğimiz kimsenin başka bir tedbir almasını sağlayarak mağdur olmasını önlemiş oluruz.
KISSADAN HİSSE
Mehmet Akif ve Sözüne Riayeti
Mithat Cemal Kuntay anlatıyor: Meşrutiyetin ilk seneleri. Bir Cuma günü... Adam boyu kar yağmış ve o gün, ne tramvay ne araba ne şimendifer ne vapur işliyor. Çapadaki bizim eve ne sütçü gelmiş ne de ekmekçi Öğlen yemeğinden sonra kapı çalındı. Biz ekmekçi geldi sandık. Baktık Akif (Mehmet Akif Ersoy) gelmiş. Şaşırdım. Nasıl geldiğini merak ettim. Beylerbeyinden Beşiktaşa nasıl bir vapur işlemişti? Bu kadar dedi. Bu kadar mı? dedim. Evet, dedi. Beşiktaşa geçmiş, Beylerbeyinden ve tabii oradan Çapaya kadar yayan yürümüş. Nasıl yaparsın bunu? dediğimde, Nasıl yapmam; söz vermiştim. Geleceğim demiştim. Gelmeme, sözümü çiğnememe, ancak ecelim mani olabilirdi. diyordu.
Hz. Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken, huzura üç genç girerler. Derler ki:
- Ey halife, bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü. Ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin.
Bu söz üzerine Hz. Ömer suçlanan gence dönerek:
- Söyledikleri doğru mu diye sorar.
Suçlanan genç der ki :
- Evet doğru.
Bu söz üzerine Hz. Ömer anlat bakalım nasıl oldu diye sorar. Genç anlatmaya başlar:
- Ben bulunduğum kasabada hâli vakti yerinde olan bir insanım. Ailemle beraber gezmeye çıktık. Kader, bizi arkadaşların bulunduğu yere getirdi. Affedersiniz hayvanlarımın arasında bir güzel atım var ki, dönen bir defa daha bakıyor. Hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların bahçesinden meyve koparmasına engel olamadım. Arkadaşların babası içerden hışımla çıktı atıma bir taş attı, atım oracıkta öldü. Nefsime bu durum ağır geldi, ben de bir taş attım, adam öldü. Kaçmak istedim fakat arkadaşlar beni yakaladı. Durum bundan ibaret dedi. Hz Ömer:
- Söyleyecek bir şey yok. Bu suçun cezası idam. Üstelik suçunu da kabul ettin dedi. Bu sözden sonra delikanlı söz alarak:
- Efendim bir özrüm var, diyerek konuşmaya başladı:
- Ben memleketinde zengin bir insanım. Babam, rahmetli olmadan bana epey bir altın bıraktı. Gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak zorunda kaldım. Şimdi siz bu cezayı infaz ederseniz yetimin hakkını zayi ettiğiniz için Allah(cc) indinde sorumlu olursunuz. Bana 3 gün izin verirseniz ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim, bu 3 gün içinde yerime birini bulurum, der.
Hz. Ömer der ki:
- Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine kim kalır ki?
Sözün burasında genç adam ortama bir göz atar, der ki:
- Bu zat benim yerime kalır. O zat Hz. Peygamber Efendimizin (sav) en iyi arkadaşlarından, daha yaşarken cennetle müjdelenen Amr Ibni As dan başkası değildir. Hz. Ömer Amra dönerek:
- Ey Amr! Delikanlıyı duydun, der.
O büyük sahabe:
- Evet, ben kefilim, der ve genç adam serbest bırakılır.
Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir haber yoktur. Medinenin ileri gelenleri Hz. Ömere çıkarak gencin gelmeyeceği, dolayısıyla Amr Ibni Asa verilecek idam yerine maktulün diyetini vermeyi teklif ederler, fakat gençler razı olmaz ve babamızın kanı yerde kalsın istemiyoruz derler. Hz. Ömer kendinden beklenen cevabı verir der ki:
- Bu kefil babam olsa fark etmez cezayı infaz ederim.
Hz Amr İbni As ise tam bir teslimiyet içerisinde der ki:
- Biz de sözümün arkasındayız.
Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur ve insanların arasından genç görünür. Hz. Ömer gence dönerek der ki:
- Evladım gelmeme gibi önemli bir nedenin vardı neden geldin?
Genç vakurla başını kaldırır ve;
- AHDE VEFASIZLIK ETTİ demeyesiniz diye geldim, der.
Hz. Ömer başını bu defa çevirir ve Amr İbni Asa der ki:
- Ey Amr, sen bu delikanlıyı tanımıyorsun. Nasıl oldu onun yerine kefil oldun?
Amr İbni As, vakurla kanımızı donduracak bir cevap verir:
- Bu kadar insanın içerisinden beni seçti. İNSANLIK ÖLDÜ dedirtmemek için kabul ettim, der.
Sıra gençlere gelir. Derler ki:
- Biz bu davadan vazgeçiyoruz.
Bu sözün üzerine Hz Ömer:
- Biraz evvel babamızın kanı yerde kalmasın diyordunuz. Ne oldu da vazgeçiyorsunuz, der.
Gençlerin cevabı da dehşetlidir:
- MERHAMETLİ İNSAN KALMADI demeyesiniz diye
Vefa sözlükte, sözünde durmak demektir. Ahde vefa, verilen sözün gereklerini yerine getirmektir. Ahde vefa, Kur-an ahlakıyla ahlaklanmış Hz. Muhammedin (a.s) en önemli Kur-ani ilkelerindendir. Vefa, Kur-anda imandan sayılmıştır. Sana biat edenler, ancak Allaha biat etmiş olurlar. Allahın eli (kudreti) onların ellerinin (kudretinin) üzerindedir. Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur. Allaha verdiği sözü yerine getirene Allah büyük bir mükâfat verecektir (Fetih, 10). Allaha karşı ahitlerini hiçe sayanların ahirette nasiplerinin olmadığını ve azaba çarptırılacaklarını yine Kur-an söylüyor. (Al-i İmran,77)
Ahde vefa, insanlar arası ilişkilerde güven duygusunun hâkim olmasında büyük bir etkiye sahiptir. Ahde vefa, Müslümanların karakteristik özelliklerindendir. Kur-anı Kerim ahde vefayı, insanın bireysel ve toplumsal hayatının önemli ve uyulması zorunlu unsurlarından biri sayar. Dolayısıyla ahde vefa, hem kul Allah ilişkilerinin, hem de insanlar arası ilişkilerin temel unsurlarındandır. Kur-an, bu konuda çok titizdir. verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü söz veren (sözden) sorumludur (İsra, 34). Hz. Muhammed (s.a.v) de ahde vefada çok hassas davranmıştır. Sözde durmayı imanın gereği ve dini bir görev saymıştır. Verilen sözün yerine getirilmesi, Kur-anın emridir. Aleyhine de olsa verdiği sözü yerine getirir. İnanan, sözünden caymaz. İnanan kişinin sözü, senettir. Sözden caymak, nifak alametidir.
İnkârcılar arasında bile el-emin (sözünde duran, güvenilir) sıfatıyla anılan Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimizin vefa ve sadakatle dolu hayatı da bize bu konuda en güzel örnektir. Tam bir vefa örneği olan Hz. Nebi (s.a.v.), sadece insanlara karşı değil, taşa, toprağa karşı da vefa doluydu. Mekkeyi arzular, Uhuda uğrar ve her cumartesi, hicrette ilk konağı olan Kubayı ziyaret ederdi. O Biz onu severiz, o da bizi sever. dediği (Buhari) Uhud Dağını da ziyaret ederdi. Yine Medinenin Mezarlığı Cennetül Bakiye gider, oradakilere selam verir ve dua ederdi. Hz. Alinin dediği gibi O: İnsanların en doğru sözlüsü ve ahdine en vefalısı idi.
Sevgili Peygamberimiz, ilk eşi Hz. Haticeyi, kendisine bir hafta süt emziren dadısı Ümmü Eymeni, ücret karşılığı da olsa yıllarca kendisine bakan sütannesi Halimeyi, süt kardeşi Şeymayı, çocukluğunu yanında geçirdiği amcası Ebu Talibin hanımı Fatımayı ömrü boyunca unutmamış, her fırsatta onlarla ilgilenmiş, onlara yardım etmiştir. Habeş Necaşisini daima hatırla yad etmiş, öldüğünde ona dua etmiştir. Hudeybiye antlaşması sonrası kendisine sığınan Ebu Cendeli anlaşma gereği Müşriklere teslim etmesi, Onun verdiği söze bağlılığının en önemli örneğidir. (Buhari)
Bizler de hem diğer insanlarla münasebetimizin sağlıklı bir şekilde devam etmesi, hem de etrafımıza güven verebilme adına yalandan, sözünde durmamaktan ve emanete riayetsizlikten şiddetle sakınmalıyız. Verdiğimiz sözü tutmalı, tutabileceğimiz sözü vermeliyiz. Eğer bir söz verdikten sonra gerçekten onu yapamayacağımıza dair bir gelişme olmuşsa söz verdiğimiz kişiyi bilgilendirmeliyiz. Böylece hem onun bize duyduğu güveni sürdürmüş, hem de söz verdiğimiz kimsenin başka bir tedbir almasını sağlayarak mağdur olmasını önlemiş oluruz.
KISSADAN HİSSE
Mehmet Akif ve Sözüne Riayeti
Mithat Cemal Kuntay anlatıyor: Meşrutiyetin ilk seneleri. Bir Cuma günü... Adam boyu kar yağmış ve o gün, ne tramvay ne araba ne şimendifer ne vapur işliyor. Çapadaki bizim eve ne sütçü gelmiş ne de ekmekçi Öğlen yemeğinden sonra kapı çalındı. Biz ekmekçi geldi sandık. Baktık Akif (Mehmet Akif Ersoy) gelmiş. Şaşırdım. Nasıl geldiğini merak ettim. Beylerbeyinden Beşiktaşa nasıl bir vapur işlemişti? Bu kadar dedi. Bu kadar mı? dedim. Evet, dedi. Beşiktaşa geçmiş, Beylerbeyinden ve tabii oradan Çapaya kadar yayan yürümüş. Nasıl yaparsın bunu? dediğimde, Nasıl yapmam; söz vermiştim. Geleceğim demiştim. Gelmeme, sözümü çiğnememe, ancak ecelim mani olabilirdi. diyordu.
Hz. Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken, huzura üç genç girerler. Derler ki:
- Ey halife, bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü. Ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin.
Bu söz üzerine Hz. Ömer suçlanan gence dönerek:
- Söyledikleri doğru mu diye sorar.
Suçlanan genç der ki :
- Evet doğru.
Bu söz üzerine Hz. Ömer anlat bakalım nasıl oldu diye sorar. Genç anlatmaya başlar:
- Ben bulunduğum kasabada hâli vakti yerinde olan bir insanım. Ailemle beraber gezmeye çıktık. Kader, bizi arkadaşların bulunduğu yere getirdi. Affedersiniz hayvanlarımın arasında bir güzel atım var ki, dönen bir defa daha bakıyor. Hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların bahçesinden meyve koparmasına engel olamadım. Arkadaşların babası içerden hışımla çıktı atıma bir taş attı, atım oracıkta öldü. Nefsime bu durum ağır geldi, ben de bir taş attım, adam öldü. Kaçmak istedim fakat arkadaşlar beni yakaladı. Durum bundan ibaret dedi. Hz Ömer:
- Söyleyecek bir şey yok. Bu suçun cezası idam. Üstelik suçunu da kabul ettin dedi. Bu sözden sonra delikanlı söz alarak:
- Efendim bir özrüm var, diyerek konuşmaya başladı:
- Ben memleketinde zengin bir insanım. Babam, rahmetli olmadan bana epey bir altın bıraktı. Gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak zorunda kaldım. Şimdi siz bu cezayı infaz ederseniz yetimin hakkını zayi ettiğiniz için Allah(cc) indinde sorumlu olursunuz. Bana 3 gün izin verirseniz ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim, bu 3 gün içinde yerime birini bulurum, der.
Hz. Ömer der ki:
- Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine kim kalır ki?
Sözün burasında genç adam ortama bir göz atar, der ki:
- Bu zat benim yerime kalır. O zat Hz. Peygamber Efendimizin (sav) en iyi arkadaşlarından, daha yaşarken cennetle müjdelenen Amr Ibni As dan başkası değildir. Hz. Ömer Amra dönerek:
- Ey Amr! Delikanlıyı duydun, der.
O büyük sahabe:
- Evet, ben kefilim, der ve genç adam serbest bırakılır.
Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir haber yoktur. Medinenin ileri gelenleri Hz. Ömere çıkarak gencin gelmeyeceği, dolayısıyla Amr Ibni Asa verilecek idam yerine maktulün diyetini vermeyi teklif ederler, fakat gençler razı olmaz ve babamızın kanı yerde kalsın istemiyoruz derler. Hz. Ömer kendinden beklenen cevabı verir der ki:
- Bu kefil babam olsa fark etmez cezayı infaz ederim.
Hz Amr İbni As ise tam bir teslimiyet içerisinde der ki:
- Biz de sözümün arkasındayız.
Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur ve insanların arasından genç görünür. Hz. Ömer gence dönerek der ki:
- Evladım gelmeme gibi önemli bir nedenin vardı neden geldin?
Genç vakurla başını kaldırır ve;
- AHDE VEFASIZLIK ETTİ demeyesiniz diye geldim, der.
Hz. Ömer başını bu defa çevirir ve Amr İbni Asa der ki:
- Ey Amr, sen bu delikanlıyı tanımıyorsun. Nasıl oldu onun yerine kefil oldun?
Amr İbni As, vakurla kanımızı donduracak bir cevap verir:
- Bu kadar insanın içerisinden beni seçti. İNSANLIK ÖLDÜ dedirtmemek için kabul ettim, der.
Sıra gençlere gelir. Derler ki:
- Biz bu davadan vazgeçiyoruz.
Bu sözün üzerine Hz Ömer:
- Biraz evvel babamızın kanı yerde kalmasın diyordunuz. Ne oldu da vazgeçiyorsunuz, der.
Gençlerin cevabı da dehşetlidir:
- MERHAMETLİ İNSAN KALMADI demeyesiniz diye