Baş Yazım | Sayfa 2 | Define işaretleri ve anlamları

Baş Yazım

Kafkaslı

Vip Üye
Katılım
3 Nisan 2013
Mesajlar
1,095
Beğeni
3,583
Puanları
113
esseşlamünaleykum
ey ümmetin müslümanları gözlerim yaşlarla dolu

Onlar ateşin karşısında durdurulup da, ‘Ah n’olurdu, dünyaya bir geri döndürülsek de Rabbimizin âyetlerini inkâr etmesek, mü’minlerden olsak!’ dedikleri zaman bir görsen, neler olacak neler!” (En’am, 6/27)
Hazreti Âdem (a.s.)’den bize kadar dilden dile, gönülden gönüle dolaşıp duran ve bizden sonra da kıyamete hattâ öteki âleme kadar intikal edecek olan, belki sadece cennetliklerin cennetin kapısında çıkarıp atacakları fıtratımıza yerleşmiş bir sözdür.

“Keşke” demeyen yok gibidir.

- Kimisi çoğu zaman bir pişmanlığın akabinde “keşke” der inler.

- Bir başkası, henüz tahakkuk etmemiş olsa da gerçekleşmesini çok istediği şeyleri hatırlamakla telaffuz eder o hasret kelimesini.

- Bir diğeri, umduğunu bulamama, vaktini ve ömrünü değerlendirememe inkisarıyla dillendirir onu.

- Pek çokları, elindekilerle tatmin olmaz da daha iyi imkânlar, daha fazla dünyalık arzu ve isteğiyle refah, rahat ve lüks boyalı keşkeler seslendirir.

- Ve topyekün beşer, kıymetini bilemediği, elinden kaçırdığı nimetleri sonradan yâdeder; iç burukluklarını “keşke” hicranlarıyla mırıldanır.
Dünyanın sarsılıp parça parça döküldüğü, insanların mahşer meydanında çığlık çığlığa bir oraya bir buraya yürüdüğü, bir kurtuluş vesilesi bulmak için koşarken ter gölüne gömüldüğü ve cehennemin ortaya çıkarıldığı o gün... İşte o gün anlayacak asiler işin aslını; anlayacak ve

“Keşke sağlığımda bu hayatım için hazırlık yapsaydım.” (Fecr, 89/24)

diyecekler. O müthiş gün gelip çatınca herkes kendi derdine düşecek, sırf kendini düşünecektir. Annelerin yavrularını dahi unutacağı o gün, dünyadayken aldanmış yığınların bağlandıkları bütün liderler, kendisine itaat edilen ve arkasından gidilen kimseler de bağlılarını korumak bir yana, kendilerini korumaktan bile âciz kalacaklardır. Liderler ile onların peşinden gidenler arasındaki bütün bağlar, ilişkiler ve ipler bir anda kopuverecek ve hiç olmazsa arkasından gidenlerin sorumluluğundan kurtulmak için metbular tâbîlerinden köşe bucak kaçacaklardır. İşte o zaman bir temenni çığlığı daha kopacaktır.

“O tâbi olanlar şöyle derler: ‘Ah ne olurdu, keşke, elimize bir fırsat geçse de onların bizden uzak durdukları gibi biz de onları bir reddetseydik’!” (Bakara, 2/167)


“Düşünseler şunu da anlarlardı ki: bu dünya hayatı geçici bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir ve ebedî âhiret diyarı ise, hayatın ta kendisidir. Keşke bunu bir bilselerdi!” (Ankebut, 29/64)
 

Kafkaslı

Vip Üye
Katılım
3 Nisan 2013
Mesajlar
1,095
Beğeni
3,583
Puanları
113
üesseşlamünaleykum
ey ümmetin müslümanları gözlerim yaşlarla dolu

Gençler yanardağlara benzer. Teskin edilip iyiye kanalize edilmezlerse milletin başına bela olurlar.
İnsanda akıl, öfke ve şehvet olmak üzere belli başlı üç önemli duygu var. Yaratılışta bunlara sınır konulmamış. Onları belli bir limitte tutmak, dizginlemek insanın elinde. Aksi halde, aşırılıklardan kurtulamaz, zarara düşer.
Aklı, kar-zarar, hiçbir şeye kulak asmamak ve iyiyle kötüyü, doğruyla yanlışı karıştırmak gibi yanlışlıklardan kurtarmak lazım.
Öfke korkaklığa kayarsa felaket. Hak hukuk tanımayacak şekilde vurup kırar, yakıp yıkarsa zulüm.
Şehvet harama da helâl a da istek duymayacak şekilde donuk; helâl sınırlarını taşıp harama girecek şekilde olursa yıkım.
Aklı hikmet, öfkeyi şecaat, şehveti de iffette tutmak ortası, vasatı. O zaman duygular yerli yerinde kullanılmış, faydalı hale getirilmiş olur.
Akıl, faydalıyı zararlıyı bilip faydalı olana yönelebiliyorsa hikmet;
Öfke, haksızlık karşısında susmayıp hakkı savunabilecek cesaret gösterebiliyorsa şecaat;
Şehvet, helali haramı tanıyor, helalle yetiniyor, haramdan kaçınıyorsa iffet.
İşte, gençlik bizden bunu bekliyor. Her namazda günde 40 defa Allah’tan doğru yolu isterken işte bunu istiyoruz.
Aklımız istikameti buldu mu, hayatımızı yönlendirmemiz güç olmayacaktır. Duygularımıza onunla hükmedip, dizginleriz. Yoksa akıldan çok duyguları dinleyen gençliğimizi duygularının esiri olmaktan kurtaramayız.
Aklımızın kıymetini bilelim. Allah yaratıklar içerisinde sadece insana akıl vermiş, yalnız onu Kendisine muhatap edinmiştir.
Bizi hayvandan ayıran en önemli fark da akıldır. Akılla geçmişimizi ve geleceğimizi düşünürüz. Düşünmek zorundayız da. Çünkü dünü düşünemezsek bugün için bir şeyler yapamayız. İbni Haldun’un dediği gibi, “Dünü unutanların bugünü olmaz.”
Gelecek de geçmiş üzerine kurulur. Geçmişini oyun ve eğlencelerle geçirenlerin gelecekten bir şeyler beklemeye hakları yoktur.
Gelecek, yani istikbal bizimdir. İdeal, gayret ve çalışmayla onu elde edebiliriz.
Ne derece şuurlu hareket edersek, gelecek o ölçüde bizim olur.
Yarına bugünden hazırlanalım. Aksi halde, mahrumiyetlere uğramaktan kurtulamaz, pişman oluruz. Cenap Şahabeddin’in dediği gibi, gündüz kandili hazırlamayanın gece karanlığa razı olması gibi, bugünden geleceğe hazırlanmayanlar sıkıntılara düşmekten kurtulamazlar.
Geleceği görebilmek keramet değil, ferasettir. Nasrettin Hocanın fıkrasında olduğu gibi, bindiği dalı kesenin düşeceği muhakkaktır. Geçmişe ve bulunduğumuz ana bakarak gelecekle ilgili tahminler yürütmek, ona göre adımlar atmak akıllılıktır.
Geçmişe üzülüp de günümüzü harap etmeyelim. Geleceğe ümitsizlikle bakmayalım. Giden gitmiştir. Geleceğe ümitsizlikle bakmayalım. Giden gitmiştir. Gelecek ise henüz gelmemiştir. Dersimizi alalım, geleceği ümitle omuzlayalım.
 

TEVFiK

Vip Üye
Katılım
11 Haziran 2012
Mesajlar
3,912
Beğeni
7,716
Puanları
113
Yaş
65
Konum
FETHİYE,MANİSA,İZMİR.
Vealeykümselam;
ey ümmetin müslümanları gözlerim yaşlarla dolu
Gençler yanardağlara benzer. Teskin edilip iyiye kanalize edilmezlerse milletin başına bela olurlar.
İnsanda akıl, öfke ve şehvet olmak üzere belli başlı üç önemli duygu var. Yaratılışta bunlara sınır konulmamış. Onları belli bir limitte tutmak, dizginlemek insanın elinde. Aksi halde, aşırılıklardan kurtulamaz, zarara düşer.
Aklı, kar-zarar, hiçbir şeye kulak asmamak ve iyiyle kötüyü, doğruyla yanlışı karıştırmak gibi yanlışlıklardan kurtarmak lazım.
Öfke korkaklığa kayarsa felaket. Hak hukuk tanımayacak şekilde vurup kırar, yakıp yıkarsa zulüm.
Şehvet harama da helâl a da istek duymayacak şekilde donuk; helâl sınırlarını taşıp harama girecek şekilde olursa yıkım.
Aklı hikmet, öfkeyi şecaat, şehveti de iffette tutmak ortası, vasatı. O zaman duygular yerli yerinde kullanılmış, faydalı hale getirilmiş olur.
Akıl, faydalıyı zararlıyı bilip faydalı olana yönelebiliyorsa hikmet;
Öfke, haksızlık karşısında susmayıp hakkı savunabilecek cesaret gösterebiliyorsa şecaat;
Şehvet, helali haramı tanıyor, helalle yetiniyor, haramdan kaçınıyorsa iffet.

İşte, gençlik bizden bunu bekliyor. Her namazda günde 40 defa Allah’tan doğru yolu isterken işte bunu istiyoruz.
Aklımız istikameti buldu mu, hayatımızı yönlendirmemiz güç olmayacaktır. Duygularımıza onunla hükmedip, dizginleriz. Yoksa akıldan çok duyguları dinleyen gençliğimizi duygularının esiri olmaktan kurtaramayız.
Aklımızın kıymetini bilelim. Allah yaratıklar içerisinde sadece insana akıl vermiş, yalnız onu Kendisine muhatap edinmiştir.
Bizi hayvandan ayıran en önemli fark da akıldır. Akılla geçmişimizi ve geleceğimizi düşünürüz. Düşünmek zorundayız da. Çünkü dünü düşünemezsek bugün için bir şeyler yapamayız. İbni Haldun’un dediği gibi, “Dünü unutanların bugünü olmaz.”

Gelecek de geçmiş üzerine kurulur. Geçmişini oyun ve eğlencelerle geçirenlerin gelecekten bir şeyler beklemeye hakları yoktur.
Gelecek, yani istikbal bizimdir. İdeal, gayret ve çalışmayla onu elde edebiliriz.
Ne derece şuurlu hareket edersek, gelecek o ölçüde bizim olur.
Yarına bugünden hazırlanalım. Aksi halde, mahrumiyetlere uğramaktan kurtulamaz, pişman oluruz. Cenap Şahabeddin’in dediği gibi, gündüz kandili hazırlamayanın gece karanlığa razı olması gibi, bugünden geleceğe hazırlanmayanlar sıkıntılara düşmekten kurtulamazlar.
Geleceği görebilmek keramet değil, ferasettir. Nasrettin Hocanın fıkrasında olduğu gibi, bindiği dalı kesenin düşeceği muhakkaktır. Geçmişe ve bulunduğumuz ana bakarak gelecekle ilgili tahminler yürütmek, ona göre adımlar atmak akıllılıktır.
Geçmişe üzülüp de günümüzü harap etmeyelim. Geleceğe ümitsizlikle bakmayalım. Giden gitmiştir. Geleceğe ümitsizlikle bakmayalım. Giden gitmiştir. Gelecek ise henüz gelmemiştir. Dersimizi alalım, geleceği ümitle omuzlayalım.
Elinize Sağlık Sayın Ustam
 

Kafkaslı

Vip Üye
Katılım
3 Nisan 2013
Mesajlar
1,095
Beğeni
3,583
Puanları
113
e
ey ümmetin müslümanları gözlerim yaşlarla dolu

Büyüklerden birine demişler ki; “Efendim dua edin de Ümmeti Muhammed kurtulsun.” O da demiş ki; “Siz bana Ümmeti Muhammed’i gösterin ki ben de onların kurtulduğunu söyleyeyim.” Tabi bu biraz abartılı gibi görünebilir ama ne yazık ki biz Kur’anı Kerim’de o vasf edilen “İnsanlığın hayrına çıkartılmış, görevlendirilmiş en hayırlı ümmetsiniz” vasfını kaybetmiş gözüküyoruz.

Bu ümmet, baştan en hayırlı ümmetti. Dünyayı değiştirdi. Ama bu vasıflar bugün kayboldu. Emrederken emir alır konumuna düştük…

Bu ümmete Allah Teâla’nın yüklediği “İyiliği emretmek, kötülükten vazgeçirtmek.” gibi bir görevi var. Ancak biz ümmet olarak düzeltmeye çalıştığımız hataları kendimiz yapmaya başladık. “Yapmayın” dediğimiz şeyleri biz yapar olduk. “Yapın” dediğimiz şeyleri de biz yapmaz olduk.

Allah Teâla yine Ayeti Kerime’de;

“Biz sizi öyle dengeli, ölçülü bir ümmet yaptık ki insanlığa önder, imam olasınız, Resulullah da size önder, imam olsun diye.”

Yani Hz. Peygamberin rehberliği söz konusu. Sonra onun rehberliğinde bizim bütün insanlığa rehberliğimiz söz konusu.

Velhasıl bu anlamda rehberliğimizi kaybettik…

Sonra şahitlik vasfımızı kaybettik. Bir hadisi şerifte Efendimiz Medine-i Münevvere’de bulunurken bir cenaze geçmiş. “Vecebet” buyurmuş. Arkadan bir cenaze daha geçmiş onun için de “Vecebet” buyurmuş. Demişler ki; “Ya Rasulallah anlamadık her iki cenaze için de ‘vacip oldu’ buyurdunuz. Ne vacip oldu?” diye sormuşlar.

“Önden geçen için bu nasıl bir zattır diye sordum, ‘iyidir’ dediniz. Ben de “Vecebet” yani cennet vacip oldu dedim. Sonra diğeri geçti, bunu nasıl bilirsiniz diye sordum. İyi bilmeyiz dediniz, ben yine “Vecebet” dedim. Ona da cehennem vacip oldu.” Hadisi şerifin şurası önemli; “Siz yeryüzünde Allah’ın şahitlerisiniz. Gökte de melekler Allah’ın şahitleridir.”

Fıkıhta şahit olabilmek için belli vasıflara haiz olmak gerekiyor. Herkesin şahitliği kabul edilmez. Bu ümmetin şahitlik vasfı ciddi yara aldı. Bu vasfın yeniden kazanılması lâzım…
 

Kafkaslı

Vip Üye
Katılım
3 Nisan 2013
Mesajlar
1,095
Beğeni
3,583
Puanları
113
e
Ümmet olarak kaliteyi kaybettik.

Hz. Peygamber (s.a.v.) çölün ortasındaki cahil bedevilerden örnek, medeni bir ümmet oluşturdu. Bu örnek ümmet, Kur’an mektebinde, Hz. Peygamberin önderliğinde oluştu. Bu mektep sayesinde kalite kazandı.

Ebu Davud’ta geçen bir hadisi şerifte Efendimiz; “Bir zaman gelecek aç insanların sofraya üşüştüğü gibi diğer ümmetler sizi yağmalamak için sizin üzerinize üşüşecekler.” buyurdular. O zaman soruyorlar. “Ya Resullah o zaman biz az mı olacağız?” diye. “Hayır az olmayacaksınız, aksine çok olacaksınız. Fakat siz sel sularının sürüklediği çer çöp gibi kalitesiz olacaksınız.” buyurmuşlar. Yani Allah, düşmanların gözünden sizin heybetinizi alacak. Düşmanlarınız sizi ciddiye almayacak.”

Bir zamanlar çok güçlüydük de neden şimdi zaafa uğradık?

Problem islamî değerlerde olsaydı o zaman da zaaf içinde olurduk. Bedevilerden dünyaya yön verecek medeni bir toplum oluştuysa, bu da İslam ve Kur’an sayesinde olduysa bu her zaman olabilir demektir.

Bir başka husus ümmeti ümmet yapan ana değerler yitirilince mezhep, ırk, cemaat, grup çıkarları ön plana geçti.

Ayette buyuruluyor; “Onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.”

Ümmet bir inanç bloku demek. Yani aynı Allah’a, aynı Peygambere, aynı kıbleye yönelik insanların oluşturduğu bir birliktir değil mi? Ne yazık ki biz bu ana kavramları kaybettik. Ya mezhep ya ırk ön plana çıktı. Veya grup ön plana çıktı. Ümmet bütün müminleri kapsayan bir şemsiyedir değil mi? Biz ümmet bilincini ön planda tutacağımıza grup kimliğimizi, cemaat kimliğimizi ön plana çıkardık. Maalesef o büyük şemsiyenin altından çıktık. Onun için parça parça olduk. Namazda aynı kıbleye doğru yöneliyoruz ama bir ümmet olmanın ana hedefinden, gayesinden fersah fersah uzaklaştık. Neticede kendi zaaflarımızı yaşıyoruz.

Dolayısıyla bu ana değerlerden uzaklaşmamız sebebiyle zaaflar oluştu. Kendi zaaflarımız, dış zaaflarımız bir araya geldi. Kalite problemi ortaya çıktı. Kalitemizi kaybedince dünyamız bozuldu. Nüfusumuz çok oldu ama nüfuzumuz azaldı. Dünyada neredeyse 1 milyar 600 milyon Müslüman nüfus var ama hadisi şerifde vasıflandırıldığı gibi sel sularının sürüklediği çer çöp gibi. Dünyaya şekil verecek, önder olacak, emredecek pozisyon kaybedildi. Batı karşısındaki kompleksin meydana getirdiği zaaflar oldu. Kendinden kaçma, değerlerini küçümseme oldu.
 

Kafkaslı

Vip Üye
Katılım
3 Nisan 2013
Mesajlar
1,095
Beğeni
3,583
Puanları
113
e
Ulema ve Önderleri Kaybettik

İslam’ı bütün zamanlara göre yaşamayı tanzim etmekle mükellef ulemayı ve önder kadroyu kaybettik. Bütün zamanların, bütün insanların, bütün mekânların, bütün şartların dini İslam’ı zaman, mekân, konu olarak daraltmanın bedelini ödüyoruz. Kurtuluşumuz da uzun vade de olsa bu açılım ile mümkün olacaktır.

Namaz ve Kur’an Duyarlılığını Kaybettik

Ümmet olarak çok şey kaybettik. Ümmetin bugünkü ahvali bu kayıplardan kaynaklanıyor. Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz iki farklı nesli tasvir ederek adeta bugüne bir mesaj veriyor:

Meryem sûresinin 58. âyetinde birçok peygamberin isimleri zikredilerek onların secdelerinden, dualarından, ibadetlerinden bahsediliyor:

“Onlara Rahman’ın âyetleri okunduğunda onlar gözyaşları içinde secdeye kapanırlar.”

Bu âyeti kerimede onların vahye ve namaza karşı olan duyarlılıklarının, gözyaşlarıyla süslenmiş, taçlandırılmış secdelerinin onları temsil edecek bir biçimde tasvir edilmesi çok dikkat çekicidir. Ama hemen ardından 59. âyeti kerime’de sanki bizi, sanki şu anki ümmeti ve özellikle Türkiye Müslümanlarının şu anda içinde bulundukları hali tasvir edercesine; “Onlardan sonra, namazı zayi eden, kaybeden, şehvet ve dünyevî tutkularının peşine düşen bir nesil geldi. Onlar bu tutumlarından ötürü büyük bir azaba çarptırılacaklardır.” buyuruluyor.

“Namazı kaybettiler, namaz bilincini kaybettiler. Bazı meallerde “terk ettiler” şeklinde tercüme edilmiştir. Zayi etmeyi, namazı terk etmek olarak anlayan âlimlerimiz olmuştur. Savsakladılar, yani içini boşalttılar, önemsemediler, namaz duyarlılıklarını yitirdiler.

Peki namaz duyarlılığını yitirince ne oldu? Âyeti Kerimede gerçekten muhteşem bir tanımlama yapılıyor. Bu tanımlama ümmeti Muhammed’in içinde bulunduğu hali resmetmesi bakımından çok önemlidir. Namaz duyarlılığı dolayısıyla namazda okuduğunuz vahye, Kur’an-ı Kerim’e karşı duyarlılığınız kaybolunca ne oluyor? Âyette bu da açıklanıyor; “Tutku ve şehvetlerinize, dünya lezzetlerine dalarsınız, onlara tabi olursunuz.”

Şehvet kelimesinin karşılığı Türkçemizde cinsel arzu ve istek olarak bilinir. Ancak şehvet, dünya zevklerine karşı, insanı cezb eden hazlara karşı ciddi bir tutkuyu, eğilim gösterme ve bunların peşinden koşturmayı da ifade eder.

Peki bunun sonucu ne olur? Âyeti Kerime’de bunu yapanlar “Gayyaya yuvarlanacaklar” buyuruluyor. Yani namazı terk etmenin, namaz bilincini yitirmenin, haramların, zevki sefanın peşinden koşturmanın bir sonucu, bir cezası var. Yani cehennemde ebedi azaba, bu dünyada da sıkıntıdan sıkıntıya, bunalımdan bunalıma yuvarlanmak söz konusu.

Bu konuyu tasvir eden bir hadisi şerifle konuyu toparlamaya çalışalım. Efendimiz (a.s.) buyuruyor ki; “Ümmetim üzerine iki şeyden korkuyorum. Onlar maddi imkanları bol olan, yerlere göç ederler de namaz kılmayı ve Kur’an okumayı terk ederler.”

Âyeti kerime’nin tefsiri gibi anlaşılabilecek bir hadisi şeriftir bu.

Maalesef noktada Türkiye’den bir rakam verecek olursak, yapılan araştırmalara göre insanımızın yüzde 70’i beş vakit namaz kılmıyor. Cuma namazını kılanlar yüzde 60-65 civarında. Bir mümin günde beş vakit, sürekli ve kesintisiz olarak Allah Teâla ile olan namaz bağını koparırsa, zayi edip, kaybederse bütün felaketlerin bunun arkasından gelmesinin önünü açmış olur. Beş vakit namaz bizi kesintisiz olarak Rabbimize bağlayan bir ibadettir. Bu bağı kaybeden Rabbiyle bağını yitiriyor, Kur’an-ı Kerim ile bağını yitiriyor, İslam’la bağlantılarını yitiriyor, duyarlılığı kayboluyor ve her türlü tehlikeye açık hale geliyor. Maalesef biz başta namazı, namaz duyarlılığını kaybettik. Kur’an duyarlılığını kaybettik. Rabbimiz ile olan ilişkilerimizi gevşettik. Dinimizin ilkeleriyle olan ilişkilerimizi gevşettik. Hayatımızda İslam’ın ilkelerini kaybettik. Bizi haramlar, nefsani arzular kuşattı. Ümmeti Muhammed olarak bu hallerdeyiz. Rabbimiz bize bu durumdan en kısa zamanda kurtulmayı nasip eylesin. Bunun çözümü konusunda buyuruluyor ki; “Eğer tövbe ve iman eder salih amel işlemeye devam ederseniz Allah size cennet vaat ediyor.”

Demek ki bizim tövbe edip imanımızı güçlendirip bir diğer adı iman olan namaza tekrar başlayıp imanımızı beş vakit güçlendirip tali amellerimize devam edersek Allah Teala bize yeniden nusret edecek, bizim birliğimizi dirliğimizi, kardeşliğimizi yeniden tesis edecek, Ümmeti Muhammed’e yeniden zaferler ihsan edecektir.
 

TEVFiK

Vip Üye
Katılım
11 Haziran 2012
Mesajlar
3,912
Beğeni
7,716
Puanları
113
Yaş
65
Konum
FETHİYE,MANİSA,İZMİR.
Demek ki bizim tövbe edip imanımızı güçlendirip bir diğer adı iman olan namaza tekrar başlayıp imanımızı beş vakit güçlendirip tali amellerimize devam edersek Allah Teala bize yeniden nusret edecek, bizim birliğimizi dirliğimizi, kardeşliğimizi yeniden tesis edecek, Ümmeti Muhammed’e yeniden zaferler ihsan edecektir.

Amin'İnşallah Sayın Ustam Allah Razı Olsun Saygılar.
 

Kafkaslı

Vip Üye
Katılım
3 Nisan 2013
Mesajlar
1,095
Beğeni
3,583
Puanları
113
e
Ümmet Olgusunu Yitirdik

Öncelikle söylenmesi gereken temel nokta; Müslümanın, ümmet bilinci diye bir bilince, kavrama sahip olması gerektiğidir. Bugün İslam dünyası diye bir şey varsa ki var, ama bunu ifade ederken bile yutkunarak ifade ediyoruz… Ancak bir ümmet bilinci olgusu kesinlikle söz konusu değil. İslamiyet’in genel özelliği birleştirici olmasıdır. Ama İslam dünyasına baktığımız zaman din unsurunun, bırakın birleştirici olmasını, ayrılıkları körükleyici, tahrik edici bir unsur olarak kullanıldığını görüyoruz.

Gayrimüslimlerin ya da inkar edenlerin hayatlarının tehlikeye atılmasını, durduk yere onlardan intikam alınmasını istemeyen bir dinin müntesipleriyiz. Peygamber Efendimiz hayatı, savaş hali olmadığı müddetçe insanların hayatına kastedilmemesinin örnekleriyle dolu… Bir şefkat, bir Rahmet Peygamberi, şefkat dini, rahmet dini olgusu söz konusu. Ama İslam dünyasına bakıyorsunuz camide bombanın patlamadığı bir gün, Cuma namazı yok gibi. Bir Müslüman, kendi hayatını da hiçe sayarak intihar saldırısı yapıp, yan yana Cuma namazı kıldığı 30-40 kişinin hayatına kastedebiliyor.

İslamiyetin en önemli mihver merkezleri olan tarihi camileri tahrip edebilecek, bu camilerde namaz kılmaya gelen, hiçbir şeyden haberi olmayan cemaatin hayatına kastedebilecek bombanın pimini çok rahat bir biçimde çekebiliyor.

Şimdi buradan baktığınız zaman birleştirici olması gereken dinin tam tersine ayrıştırıcı unsurlar haline dönüşmesini maalesef biz Müslümanlar gerçekleştiriyoruz. Bu noktada Diyanet İşleri Başkanımız “Günde ortalama bin Müslüman katlediliyor. Yüzde 90’ı Müslüman bir kardeşi tarafından katlediliyor.” ifadeleriyle bir istatistiğe dikkat çekmişlerdi.

Peki temel problem ne? Birincisi herkes kendi din anlayışının, İslam anlayışının en doğrusu olduğunu iddia ediyor. Dolayısıyla diğerlerinin yok edilmesi gerektiğini savunuyor. Böyle bir anlayışa sahipler. En temel problem burası.

Bütün dinlerin farklı okumaları, anlayışları söz konusudur. Mezhep, grup, cemaat dediğimiz hadise sadece bizim dinimize ait bir olgu değil. Her dinde bu vardır. Tek mezhepten, tek gruptan, tek cemaatten oluşan büyük bir din yok dünyada. Bu farklılıkların doğal görülmesi gerekiyor. Bu düşünce yapısının değiştirilmesi gerek en temel nokta burası diye düşünüyorum. Bunu doğal görmediğimiz müddetçe birbirimizle savaşmaya, birbirimize kastetmeye devam edeceğiz.

İkincisi bizim dışımızdan kaynaklanan ama nihayetinde bize sirayet eden bir yangının içerisindeyiz. Ortadoğu dediğimiz bir bölge var. Bu bölgede yaşayan Müslümanlar, dünya Müslümanlarının yüzde 20’sini oluşturuyor. Ama bütün hadise burada veya Ortadoğu’nun çevresi dediğimiz mekânlarda olup bitiyor. Ortadoğu üzerine uluslararası güçler tarafından oynanan oyunların içerisinde biz kalıyoruz. Ancak suçu bir başka yere atmak için tespit edilmiş bir nokta değil bu. Olayın başlangıcı, yürütücüsü başkaları fakat bizim ümmet olgusunu yitirmiş olduğumuzdan dolayı, içimizde ümmet olgusuna uymayan problemler bulundurduğumuz için dışarıdan gelen körüklemeleri, tahrikleri, çok kolay bir biçimde satın alıyoruz ve birbirimize düşüp, asıl olayı yönlendiren, problemin kaynağı olan güçlerle mücadele yerine birbirimizle mücadele yolunu seçiyoruz. Bu da bizi ümmet olmaktan uzaklaştırıyor.
 

Kafkaslı

Vip Üye
Katılım
3 Nisan 2013
Mesajlar
1,095
Beğeni
3,583
Puanları
113
“Kime uzun ömür verirsek, biz onun gelişmesini tersine çeviririz. Hiç (bu manzarayı) düşünmüyorlar mı? (Bu ibretli yolculuğu idrak etmiyorlar mı?) (Ayet:68)

emeğin hiçmi hakkı yok okuyalım 5 dakikamıı ayıralım
 

TEVFiK

Vip Üye
Katılım
11 Haziran 2012
Mesajlar
3,912
Beğeni
7,716
Puanları
113
Yaş
65
Konum
FETHİYE,MANİSA,İZMİR.
“Kime uzun ömür verirsek, biz onun gelişmesini tersine çeviririz. Hiç (bu manzarayı) düşünmüyorlar mı? (Bu ibretli yolculuğu idrak etmiyorlar mı?) (Ayet:68)

emeğin hiçmi hakkı yok okuyalım 5 dakikamıı ayıralım
S.a. Allah Razı Olsun Elinize ve Emeğinize Sağlık sayın Ustam Saygılar.
 
Üst Alt