- Katılım
- 11 Ağustos 2012
- Mesajlar
- 2,733
- Beğeni
- 430
- Puanları
- 83
Lokmân Hakîm -aleyhisselâm-, peygamber veya velîdir. Hekimlerin pîridir.
Kendisinin hikmet verilenlerden olduğu, Kurân-ı Kerîmde kendi adıyla anılan Lokmân Sûresinde şöyle bildirilmektedir:
وَلَقَدْ آتَيْنَا لُقْمَانَ الْحِكْمَةَ أَنِ اشْكُرْ لِلَّهِ وَمَن يَشْكُرْ فَإِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِهِ وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ حَمِيدٌ
And olsun ki Biz Lokmâna: «Allâha şükret!» diyerek hikmet verdik. Şükreden, ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden de bilsin ki, Allâh hiçbir şeye muhtaç değildir, her türlü hamde lâyıktır. (Lokmân, 12)
Şükür, kulun ihsân edilen nîmetlere karşı sevinci, Rabbine karşı çeşitli söz ve davranışlarla teşekkür etmesidir. Şükür, nîmeti bilmenin ismidir. Bu mânâdan dolayı, İslâm ve îmâna şükür ismi de verilmiştir.
Lokmân Hakîmin nesebi hakkındaki rivâyetler, Eyyûb -aleyhisselâm- ile akrabâ olduğu yönündedir. Kızkardeşinin veya teyzesinin oğlu olduğu zikredilir.[19] İslâm âlimlerinin ekseriyeti, onun peygamber değil, hikmet sâhibi bir zât olduğu kanâatindedirler. Hikmetin bir mânâsı da nazarî ilimleri elde ettikten sonra kazanılan rûhî kemâlât sâyesinde söz ve davranışlarda isâbet melekesidir. Allâh Teâlâ buyurur:
يُؤتِي الْحِكْمَةَ مَن يَشَاء وَمَن يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ خَيْرًا كَثِيراً وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الأَلْبَابِ
(Allâh) hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sâhipleri düşünüp ibret alırlar. (el-Bakara, 269)
Hikmet, eşyânın hakîkatini ve esrârını idrâk edebilmektir. Bu da, kalbde nûr-i ilâhînin tecellîsi ile mümkündür.
Zemahşerî, Lokmân Hakîmin hikmetine misâl olarak şu hâdiseyi nakleder:
Birgün Dâvûd -aleyhisselâm-, Lokmân Hakîmden bir koyun kesip en iyi yerinden iki parça getirmesini istedi. Lokmân Hakîm de ona, kestiği hayvanın dilini ve yüreğini getirdi. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Dâvûd -aleyhisselâm-, bu defâ hayvanın en kötü yerinden iki parça et getirmesini taleb etti. Lokmân Hakîm, yine koyunun dil ve yüreğini getirdi. Hazret-i Dâvûd, ona bunun sebebini sorunca da şöyle dedi:
Bu ikisi iyi olursa, bunlardan daha iyisi; kötü olursa, bunlardan daha kötüsü olmaz!.. (Zemahşerî, Keşşâf, V, 18)
Abdullâh bin Ömer -radıyallâhu anhümâ-dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur:
Lokmân, peygamber olmayıp, ibâdet eden bir kuldu. Allâh Teâlâ, onu günahlardan korudu. Çok tefekkür ederdi. Îmânı kuvvetli idi. Allâh Teâlâyı sever, Allâh Teâlâ da onu severdi. Allâh Teâlâ, ona hikmet ihsân eyledi. (Kurtubî, Tefsîr,XIV, 59-60)
İmâm Mâlik anlatıyor:
Bana ulaştığına göre, Lokmân Hakîme:
«Sende gördüğümüz bu (meziyetin mâhiyeti) nedir?» diye sormuşlardı. (Bununla onun fazîletlerini kastetmişlerdi.)
Şu cevâbı verdi:
«_Doğru sözlülük, emâneti yerine getirmek, beni ilgilendirmeyen şeyi terk etmek ve ahde vefâ göstermek.» (Muvattâ, Kelâm, 17)
Lokmân Hakîmin hikmetli sözleri ve oğluna verdiği nasihatleri Kurân-ı Kerîmde şöyle bildirilmektedir:
وَإِذْ قَالَ لُقْمَانُ لِابْنِهِ وَهُوَ يَعِظُهُ يَا بُنَيَّ لَا تُشْرِكْ بِاللَّهِ إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ
Lokmân, oğluna nasihat ederek: «Yavrucuğum! Allâha ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür (karanlıktır).» dedi. (Lokmân, 13)
Hakîkaten büyük bir zulüm olan şirk, kulu ebedî olarak cehenneme dûçâr eder.
Lokmân Hakîm, nasihatine şöyle devâm etti:
يَا بُنَيَّ إِنَّهَا إِن تَكُ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِّنْ خَرْدَلٍ فَتَكُن فِي صَخْرَةٍ أَوْ فِي السَّمَاوَاتِ أَوْ فِي الْأَرْضِ يَأْتِ بِهَا اللَّهُ إِنَّ اللَّهَ لَطِيفٌ خَبِيرٌ
Yavrucuğum! Yaptığın iş (iyilik veya kötülük), bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde, yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allâh onu (senin karşına) getirir. Doğrusu Allâh, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdârdır. (Lokmân, 16)
Benzer bir âyet-i kerîmede de şöyle buyrulur:
فَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ
(7)
وَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ
(8)
Kim zerre miktarı hayır yapmışsa, onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse, onu görür. (ez-Zilzâl, 7-8)
>
Lokmân Hakîm nasihatlerinin devâmında şöyle buyurdu:
يَا بُنَيَّ أَقِمِ الصَّلَاةَ وَأْمُرْ بِالْمَعْرُوفِ وَانْهَ عَنِ الْمُنكَرِ وَاصْبِرْ عَلَى مَا أَصَابَكَ إِنَّ ذَلِكَ مِنْ عَزْمِ الْأُمُورِ
Yavrucuğum! Namazını dosdoğru kıl! İyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış! Başına gelenlere sabret! Doğrusu bunlar, azmedilmesi îcâb eden, (büyük bir azim ve kararlılık gerektiren) işlerdir. (Lokmân, 17)
Âyet-i kerîmede namaz, emr-i bil-marûf, nehy-i anil-münker ve sabra dikkat çekilmektedir.
Namaz, müminin mîrâcıdır. Kulluk vazîfesinin en mühimlerindendir. Düşmanla muhârebe esnâsında dahî terk edilmez. Allâh -celle celâlühû-, kendisine secde edenleri, Onların yüzlerinde secde alâmeti vardır! (el-Feth, 29) diye müjdeler. Diğer bir âyet-i kerîmede de; Secde et ve yaklaş! (el-Alak, 19) buyurur.
Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- buyurur:
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- namaza durduğu zaman, yüreğinden kazan kaynaması gibi ses duyulurdu. Ezân okunduğu zaman, Allâhın huzûruna çıkacağı için etrâfındakileri tanımaz hâle gelirdi. (Ebû Dâvûd, Salât, 157; Nesâî, Sehv, 18)
Emr-i bil-marûf ve nehy-i anil-münker de, bir müminin en mühim vazîfelerindendir. Cenâb-ı Hakkın kendisine lutfettiği -başta îman ve hidâyet olmak üzere- bütün nîmetleri başkalarına taşıyarak, bir şükür vazîfesi îfâ etmektir. Allâh Teâlâ, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-in şahsında bu tebliğin metodunu şöyle bildirmektedir:
فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ
O vakit Allâhtan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şâyet Sen, kaba ve katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrâfından dağılıp giderlerdi. Şu hâlde onları affet; bağışlanmaları için duâ et; iş hakkında onlarla istişâre et! Kararını verdiğin zaman da artık Allâha tevekkül et! Çünkü Allâh, kendisine tevekkül edenleri sever! (Âl-i İmrân, 159)
Cenâb-ı Hak, yine emr-i bil-marûfun metoduyla ilgili olarak bir başka âyet-i kerîmede de şöyle buyurur:
ادْعُ إِلِى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُم بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ
(Rasûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğüt ile çağır!.. (en-Nahl, 125)
Sabra gelince; Kurân-ı Kerîmde o, en çok üzerinde durulan mevzûlardandır. Sabrın dünyevî tarafı çok acı, lâkin âhiret tarafı, yâni mükâfâtı çok tatlıdır. Bütün peygamberler, sabır süzgecinden geçmişlerdir. Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede:
وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ
(Ey Rasûlüm!) Sabredenleri müjdele! (el-Bakara, 155) buyurmaktadır.
Abdullâh bin Muğaffel -radıyallâhu anh- anlatıyor:
Bir kimse gelerek:
_Ey Allâhın Rasûlü! Ben Seni seviyorum. dedi.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
_Ne söylediğine dikkat et! buyurdu.
O kimse:
_Vallâhi ben Seni seviyorum! deyip, bunu üç kere tekrar etti.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bunun üzerine o şahsa:
_Eğer beni seviyorsan, fakirlik için kendine bir zırh hazırla. Çünkü beni sevene fakirlik, hedefine koşan selden daha süratli gelir. buyurdu. (Tirmizî, Zühd, 36/2350)
Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bu sözleriyle âdeta:
Mâdem ki beni Allâh için seviyorsun; o hâlde belâlara, musîbetlere, sıkıntılara katlanmaya hazır ve râzı ol! Zîrâ sevilene tâbî olmak, muhabbetin şartındandır!.. buyurmuş oluyordu.
Kurân-ı Kerîmde Lokmân Hakîmin nasihatleri şöyle devâm etmektedir:
وَلَا تُصَعِّرْ خَدَّكَ لِلنَّاسِ وَلَا تَمْشِ فِي الْأَرْضِ مَرَحًا إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ
Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Zîrâ Allâh, kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri aslâ sevmez! (Lokmân, 18)
Böbürlenmek, yâni gurur, kibir ve ucub (kendini beğenme), kökü cehennemde olan huylardır. Kibriyâ sıfatı, Hak Teâlâya mahsustur. Nitekim iblîsin cennetten kovularak Allâhın kullarını dalâlete sevk etmeye memur olmasının sebebi, Hazret-i Âdeme karşı gururlanıp Rabbine karşı gelmesidir. Kârun da, kendisine mânevî ilimler verilmesine rağmen, Hazret-i Hârûnu kıskanıp hased etmesi sebebiyle helâke dûçâr olmuştur.
Yine Hazret-i Lokmân, oğluna demiştir ki:
وَاقْصِدْ فِي مَشْيِكَ وَاغْضُضْ مِن صَوْتِكَ إِنَّ أَنكَرَ الْأَصْوَاتِ لَصَوْتُ الْحَمِيرِ
Yürüyüşünde mûtedil ol! (Ne çok hızlı, ne de yavaş yürü! Sükûnet ve vakarını muhâfaza et!) Sesini alçalt! (Bağırıp çağırarak konuşma!) Unutma ki, seslerin en çirkini merkep sesidir. (Lokmân, 19)
Bu âyet-i kerîmeler, müminlere nezâket ve zarâfet tâlîm etmektedir. Nezâketsizliği temsîl eden eşek sesi, tizden başlayarak pese doğru gider. Bu, lüzumsuz yere ve aşırı bir şekilde yükselen, nâhoş ve çirkin bir sestir. Bu tarz bir hitâb ediş de, nezâket kâidelerine uymaz. Âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak, bu vesîleyle kullarını nezâketle hitâb etmeye dâvet etmektedir. Yâni lüzumsuz yere yüksek sesle konuşan, eşeğe benzemiş ve çirkin bir iş yapmış olur.
Hasan-ı Basrî Hazretleri şöyle buyurur:
Müşrikler, seslerinin yüksekliği ile övünürlerdi. Yüce Allâh onlara: «Eğer sesin yüksekliği hayırlı birşey olsaydı, bununla eşeği onlardan üstün kılardım!» diye cevap buyurdu.
Rivâyetlerde, bu dünyâda çok hafif ve ehemmiyetsiz gibi görünen nezâketin, hesap gününde çok ehemmiyet kazanacağı bildirilmektedir. Bu yüzden bilhassa sorumsuzca söz söylemekten sakınılmalı, söylenen sözlerin mânâsının nereye çıkacağı iyi hesâb edilmelidir. Nitekim hadîs-i şerîflerde buyrulur:
Kul, iyice düşünüp taşınmadan bir söz söyleyiverir de bu yüzden cehennemin doğu ile batı arasından daha uzak bir yerine düşer. (Buhârî, Rikâk, 23)
Kul, Allâhın hoşnud olduğu bir söz söyler, fakat onunla Allâhın rızâsını kazanacağı hiç aklına gelmez. Hâlbuki Allâh, o söz sebebiyle, kendisine kavuştuğu kıyâmet gününe kadar o kimseden hoşnud olur.
Yine bir kul da Allâhın gazabını gerektiren bir söz söyler, fakat o sözün kendisini Allâhın gazabına çarptıracağını düşünmez. Oysa Allâh, o kimseye o kötü söz sebebiyle kendisine kavuşacağı kıyâmet gününe kadar gazab eder. (Tirmizî, Zühd, 12; İbn-i Mâce, Fiten, 12)
Yukarıda Lokmân Hakîmin nasihatlerini ihtivâ eden âyet-i kerîmelerin arasında iki âyet-i kerîme vardır ki, bunlar, ümmete gösterdiği istikâmet açısından pek mühimdir. Rivâyete göre, Sad bin Ebî Vakkas -radıyallâhu anh- ile vâlidesi hakkında nâzil olmuştur. Şöyle ki:
Hazret-i Sad -radıyallâhu anh-, annesine karşı itaatkâr bir evlâd idi. İslâma girdiği zaman annesi:
Ey Sad! Sen ne yaptın? Eğer sen, bu yeni dîni bırakmazsan, yemîn olsun ki, ben yemem, içmem, nihâyet ölürüm. Sen de benim yüzümden «Hey anasının kâtili!» diye kötü bir isimle çağrılırsın! demişti.
O da:
Yapma anneciğim, ben bu dîni hiçbir şey için terk edemem! deyince, anası da iki gün, iki gece yememiş, kuvvetten düşmüştü. Bunu gören Hazret-i Sad:
Anneciğim! Vallâhi yüz canın olsa da hepsi birer birer çıksa, ben bu dîni hiçbir şey için terk edemem, bilesin! Artık dilersen ye, dilersen yeme!.. dedi.
Bunun üzerine annesi yemeğe başladı ve şu iki âyet veya ikinci âyet nâzil oldu:
وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ حَمَلَتْهُ أُمُّهُ وَهْنًا عَلَى وَهْنٍ وَفِصَالُهُ فِي عَامَيْنِ أَنِ اشْكُرْ لِي وَلِوَالِدَيْكَ إِلَيَّ الْمَصِيرُ
(14)
وَإِن جَاهَدَاكَ عَلى أَن تُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا وَصَاحِبْهُمَا فِي الدُّنْيَا مَعْرُوفًا وَاتَّبِعْ سَبِيلَ مَنْ أَنَابَ إِلَيَّ ثُمَّ إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
(15)
Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası, onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce Bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak Banadır. (Bununla beraber) eğer onlar, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) Bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme! Onlarla dünyâda iyi geçin! Bana yönelenlerin yoluna uy! Sonunda dönüşünüz ancak Banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm. (Lokmân, 14-15) (Müslim, Fedâilüs-Sahâbe, 43-44, İbn-i Esîr, Üsdül-Gâbe, c. II, s. 368)
Ebû Ümâme -radıyallâhu anh-ın rivâyetine göre Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
Lokmân oğluna dedi ki:
«Âlimlerin meclislerinde bulun! Hakîmlerin sözlerini dinle! Çünkü Allâh, yağdırdığı bol yağmurla ölü toprağı dirilttiği gibi ölü kalbi de hikmet nûruyla diriltir.» (Heysemî, Mecmauz-Zevâid, I, 125)
Lokmân Hakîm, bir nasihatinde de şöyle demiştir:
Pek çok enbiyâ -aleyhimüsselâm-a hizmet ettim. Kelâmlarından sekiz sözü hulâsa olarak seçtim. Eğer dikkatli olur da, bu sekiz hasletle amel edersen, kurtuluşa erersin:
1. Namazda iken kalbini,
2. İnsanların arasında iken dilini,
3. Sofrada elini,
4. Başkasının evinde iken de gözünü muhâfaza et.
Diğer dört hasletin de ikisi dâimâ hatırlanması, ikisini ise unutulması îcâb eden şeylerdendir:
Her ahvâlde hatırlayacağın iki husustan birincisi, Allâh Teâlâdır ki, Onu çokça zikret! İkincisi ise, ölümdür ki, onu da hiç unutma!
Unutacağın iki şeyden biri, başkasına yapmış olduğun iyiliklerdir ki, hemen unut! Bir de, başkalarının sana yapmış olduğu kötülükleri unut!..
Lokmân Hakîmin mûteber kitaplarda nakledilen nasihatlerinden bazıları da şöyledir:
Ey oğlum! Takvâyı kendin için âhiret sermâyesi edin! Çünkü takvâ, mal ve mülk ile olmayan bir ticârettir!
Ey oğlum! Cenâzede hazır bulun! Çünkü cenâze, sana âhireti hatırlatır. Haram ve günahlar ise, senin dünyâya karşı meylini artırır.
Ey oğlum! Yalan söyleyen kimsenin nûru gider. Kötü huylu olan kimsenin gam ve kederi çoğalır.
Ey oğlum! Anlayışsız kimseye bir meseleyi anlatmak, ağır bir kayayı yerinden oynatmaktan daha zordur.
Ey oğlum! Câhili bir yere elçi olarak gönderme! Eğer akıllı ve hikmet sâhibi birini bulamazsan, kendin git!
Ey oğlum! Dünyâ derin bir deniz gibidir. Çoğu insan orada boğulmuştur. Takvâ gemin, îman yükün, tevekkül hâlin, sâlih amel azığın olsun! Kurtulursan Allâh Teâlânın rahmetiyle, boğulursan günâhın sebebiyledir.
Ey oğlum! Horoz senden daha akıllı olmasın! O her sabah, zikir ve tesbîh ediyor, sen ise uyuyorsun!
Mide dolarsa, tefekkür uykuya dalar. Âzâlar da ibâdetten geri kalır!
Ey oğlum! Öyle arkadaş seç ki, ayrıldığınız zaman, ne sen onları, ne de onlar seni dillerine dolasınlar!
Dostlarını koru! Yakınlarını ziyâret et!
Ey oğlum! Üç şey, üç şeyle bilinir: Hilim gazap ânında, şecâat harb meydanında, kardeşlik ise ihtiyaç ânında.
Günahlar dışında, arkadaşlarına muvâfakat eyle!
Ey oğlum! İnsanlar her gün ibâdet ve tâati ihmâl ettikleri hâlde nasıl olur da vadolundukları azaptan korkmazlar!
Ey oğlum! Dünyâdan yetecek kadar al, ona kapılma, aksi hâlde bu, âhiretine zarar verir. Dünyâdan tamâmen de el-etek çekme, yoksa insanlara yük olursun. Oruç tut, bu, şehvetini kırar. Ancak seni namazdan alıkoyacak kadar da çok oruç tutma! Çünkü Allâh katında namaz, oruçtan daha büyüktür
Ey oğlum! İyiliği, ondan anlayana yap. Nitekim koç ile kurt arasında dostluk olmadığı gibi, iyi ile kötü arasında da dostluk olmaz. Çekişmeyi seven, hakârete uğrar; kötülük olan yerlere giden, töhmet altında kalır; kötülüğe yaklaşan, kendini kurtaramaz ve dilini tutmayan pişmân olur.
İyilerin hizmetinde bulun; fakat kötülerle dostluk kurma!
Ey oğlum! Emîn bir kimse ol ki, zengin olasın. Kalbin günah lekeleriyle dolu olduğu hâlde insanlara, Allâhtan korkuyormuş gibi görünme.
Kendini unutup da insanlara iyiliği emretme! Yoksa senin durumun, insanlara ışık verdiği hâlde kendisi yanarak tükenen muma benzer!
Ey oğlum! Küçükken edepli olursan, büyüdüğünde faydasını görürsün!
Küçük işleri umursamazlık etme! Çünkü küçük, yarın büyüğe dönüşür.
Ey oğlum! Gönlünü kederlerle ve üzüntülerle meşgul etme. Aç gözlülükten sakın. Takdîre rızâ göster. Allâh tarafından sana verilene kanâat et ki, hayâtın güzelleşsin, gönlün sürûrla dolsun ve hayattan zevk alasın.
Ey oğlum! Dünyâ hayâtı kısadır. Senin oradaki ömrün ise daha da kısadır. Bu kısa ömrün de az bir kısmı kalmıştır.
Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Lokmân Hakîmden haber vererek şöyle buyurdu:
Lokmân, oğluna: «Allâh Teâlâ, kendisine emânet edilen şeyi korur! Ben de seni, malını, dînini ve amelinin sonunu, Allâh Teâlâya emânet ediyorum!» dedi. (İbn-i Hanbel, II, 87)
Rivâyete göre Lokmân Hakîmin yüzük taşında:
Gördüğünü gizlemen, şüphe ettiğini açıklamandan daha güzeldir! yazılı id
Kendisinin hikmet verilenlerden olduğu, Kurân-ı Kerîmde kendi adıyla anılan Lokmân Sûresinde şöyle bildirilmektedir:
وَلَقَدْ آتَيْنَا لُقْمَانَ الْحِكْمَةَ أَنِ اشْكُرْ لِلَّهِ وَمَن يَشْكُرْ فَإِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِهِ وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ حَمِيدٌ
And olsun ki Biz Lokmâna: «Allâha şükret!» diyerek hikmet verdik. Şükreden, ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden de bilsin ki, Allâh hiçbir şeye muhtaç değildir, her türlü hamde lâyıktır. (Lokmân, 12)
Şükür, kulun ihsân edilen nîmetlere karşı sevinci, Rabbine karşı çeşitli söz ve davranışlarla teşekkür etmesidir. Şükür, nîmeti bilmenin ismidir. Bu mânâdan dolayı, İslâm ve îmâna şükür ismi de verilmiştir.
Lokmân Hakîmin nesebi hakkındaki rivâyetler, Eyyûb -aleyhisselâm- ile akrabâ olduğu yönündedir. Kızkardeşinin veya teyzesinin oğlu olduğu zikredilir.[19] İslâm âlimlerinin ekseriyeti, onun peygamber değil, hikmet sâhibi bir zât olduğu kanâatindedirler. Hikmetin bir mânâsı da nazarî ilimleri elde ettikten sonra kazanılan rûhî kemâlât sâyesinde söz ve davranışlarda isâbet melekesidir. Allâh Teâlâ buyurur:
يُؤتِي الْحِكْمَةَ مَن يَشَاء وَمَن يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ خَيْرًا كَثِيراً وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الأَلْبَابِ
(Allâh) hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sâhipleri düşünüp ibret alırlar. (el-Bakara, 269)
Hikmet, eşyânın hakîkatini ve esrârını idrâk edebilmektir. Bu da, kalbde nûr-i ilâhînin tecellîsi ile mümkündür.
Zemahşerî, Lokmân Hakîmin hikmetine misâl olarak şu hâdiseyi nakleder:
Birgün Dâvûd -aleyhisselâm-, Lokmân Hakîmden bir koyun kesip en iyi yerinden iki parça getirmesini istedi. Lokmân Hakîm de ona, kestiği hayvanın dilini ve yüreğini getirdi. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Dâvûd -aleyhisselâm-, bu defâ hayvanın en kötü yerinden iki parça et getirmesini taleb etti. Lokmân Hakîm, yine koyunun dil ve yüreğini getirdi. Hazret-i Dâvûd, ona bunun sebebini sorunca da şöyle dedi:
Bu ikisi iyi olursa, bunlardan daha iyisi; kötü olursa, bunlardan daha kötüsü olmaz!.. (Zemahşerî, Keşşâf, V, 18)
Abdullâh bin Ömer -radıyallâhu anhümâ-dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur:
Lokmân, peygamber olmayıp, ibâdet eden bir kuldu. Allâh Teâlâ, onu günahlardan korudu. Çok tefekkür ederdi. Îmânı kuvvetli idi. Allâh Teâlâyı sever, Allâh Teâlâ da onu severdi. Allâh Teâlâ, ona hikmet ihsân eyledi. (Kurtubî, Tefsîr,XIV, 59-60)
İmâm Mâlik anlatıyor:
Bana ulaştığına göre, Lokmân Hakîme:
«Sende gördüğümüz bu (meziyetin mâhiyeti) nedir?» diye sormuşlardı. (Bununla onun fazîletlerini kastetmişlerdi.)
Şu cevâbı verdi:
«_Doğru sözlülük, emâneti yerine getirmek, beni ilgilendirmeyen şeyi terk etmek ve ahde vefâ göstermek.» (Muvattâ, Kelâm, 17)
Lokmân Hakîmin hikmetli sözleri ve oğluna verdiği nasihatleri Kurân-ı Kerîmde şöyle bildirilmektedir:
وَإِذْ قَالَ لُقْمَانُ لِابْنِهِ وَهُوَ يَعِظُهُ يَا بُنَيَّ لَا تُشْرِكْ بِاللَّهِ إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ
Lokmân, oğluna nasihat ederek: «Yavrucuğum! Allâha ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür (karanlıktır).» dedi. (Lokmân, 13)
Hakîkaten büyük bir zulüm olan şirk, kulu ebedî olarak cehenneme dûçâr eder.
Lokmân Hakîm, nasihatine şöyle devâm etti:
يَا بُنَيَّ إِنَّهَا إِن تَكُ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِّنْ خَرْدَلٍ فَتَكُن فِي صَخْرَةٍ أَوْ فِي السَّمَاوَاتِ أَوْ فِي الْأَرْضِ يَأْتِ بِهَا اللَّهُ إِنَّ اللَّهَ لَطِيفٌ خَبِيرٌ
Yavrucuğum! Yaptığın iş (iyilik veya kötülük), bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde, yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allâh onu (senin karşına) getirir. Doğrusu Allâh, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdârdır. (Lokmân, 16)
Benzer bir âyet-i kerîmede de şöyle buyrulur:
فَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُ
(7)
وَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ
(8)
Kim zerre miktarı hayır yapmışsa, onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse, onu görür. (ez-Zilzâl, 7-8)
>
Lokmân Hakîm nasihatlerinin devâmında şöyle buyurdu:
يَا بُنَيَّ أَقِمِ الصَّلَاةَ وَأْمُرْ بِالْمَعْرُوفِ وَانْهَ عَنِ الْمُنكَرِ وَاصْبِرْ عَلَى مَا أَصَابَكَ إِنَّ ذَلِكَ مِنْ عَزْمِ الْأُمُورِ
Yavrucuğum! Namazını dosdoğru kıl! İyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış! Başına gelenlere sabret! Doğrusu bunlar, azmedilmesi îcâb eden, (büyük bir azim ve kararlılık gerektiren) işlerdir. (Lokmân, 17)
Âyet-i kerîmede namaz, emr-i bil-marûf, nehy-i anil-münker ve sabra dikkat çekilmektedir.
Namaz, müminin mîrâcıdır. Kulluk vazîfesinin en mühimlerindendir. Düşmanla muhârebe esnâsında dahî terk edilmez. Allâh -celle celâlühû-, kendisine secde edenleri, Onların yüzlerinde secde alâmeti vardır! (el-Feth, 29) diye müjdeler. Diğer bir âyet-i kerîmede de; Secde et ve yaklaş! (el-Alak, 19) buyurur.
Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- buyurur:
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- namaza durduğu zaman, yüreğinden kazan kaynaması gibi ses duyulurdu. Ezân okunduğu zaman, Allâhın huzûruna çıkacağı için etrâfındakileri tanımaz hâle gelirdi. (Ebû Dâvûd, Salât, 157; Nesâî, Sehv, 18)
Emr-i bil-marûf ve nehy-i anil-münker de, bir müminin en mühim vazîfelerindendir. Cenâb-ı Hakkın kendisine lutfettiği -başta îman ve hidâyet olmak üzere- bütün nîmetleri başkalarına taşıyarak, bir şükür vazîfesi îfâ etmektir. Allâh Teâlâ, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-in şahsında bu tebliğin metodunu şöyle bildirmektedir:
فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ
O vakit Allâhtan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şâyet Sen, kaba ve katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrâfından dağılıp giderlerdi. Şu hâlde onları affet; bağışlanmaları için duâ et; iş hakkında onlarla istişâre et! Kararını verdiğin zaman da artık Allâha tevekkül et! Çünkü Allâh, kendisine tevekkül edenleri sever! (Âl-i İmrân, 159)
Cenâb-ı Hak, yine emr-i bil-marûfun metoduyla ilgili olarak bir başka âyet-i kerîmede de şöyle buyurur:
ادْعُ إِلِى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُم بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ
(Rasûlüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğüt ile çağır!.. (en-Nahl, 125)
Sabra gelince; Kurân-ı Kerîmde o, en çok üzerinde durulan mevzûlardandır. Sabrın dünyevî tarafı çok acı, lâkin âhiret tarafı, yâni mükâfâtı çok tatlıdır. Bütün peygamberler, sabır süzgecinden geçmişlerdir. Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede:
وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ
(Ey Rasûlüm!) Sabredenleri müjdele! (el-Bakara, 155) buyurmaktadır.
Abdullâh bin Muğaffel -radıyallâhu anh- anlatıyor:
Bir kimse gelerek:
_Ey Allâhın Rasûlü! Ben Seni seviyorum. dedi.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
_Ne söylediğine dikkat et! buyurdu.
O kimse:
_Vallâhi ben Seni seviyorum! deyip, bunu üç kere tekrar etti.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bunun üzerine o şahsa:
_Eğer beni seviyorsan, fakirlik için kendine bir zırh hazırla. Çünkü beni sevene fakirlik, hedefine koşan selden daha süratli gelir. buyurdu. (Tirmizî, Zühd, 36/2350)
Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bu sözleriyle âdeta:
Mâdem ki beni Allâh için seviyorsun; o hâlde belâlara, musîbetlere, sıkıntılara katlanmaya hazır ve râzı ol! Zîrâ sevilene tâbî olmak, muhabbetin şartındandır!.. buyurmuş oluyordu.
Kurân-ı Kerîmde Lokmân Hakîmin nasihatleri şöyle devâm etmektedir:
وَلَا تُصَعِّرْ خَدَّكَ لِلنَّاسِ وَلَا تَمْشِ فِي الْأَرْضِ مَرَحًا إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ
Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Zîrâ Allâh, kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri aslâ sevmez! (Lokmân, 18)
Böbürlenmek, yâni gurur, kibir ve ucub (kendini beğenme), kökü cehennemde olan huylardır. Kibriyâ sıfatı, Hak Teâlâya mahsustur. Nitekim iblîsin cennetten kovularak Allâhın kullarını dalâlete sevk etmeye memur olmasının sebebi, Hazret-i Âdeme karşı gururlanıp Rabbine karşı gelmesidir. Kârun da, kendisine mânevî ilimler verilmesine rağmen, Hazret-i Hârûnu kıskanıp hased etmesi sebebiyle helâke dûçâr olmuştur.
Yine Hazret-i Lokmân, oğluna demiştir ki:
وَاقْصِدْ فِي مَشْيِكَ وَاغْضُضْ مِن صَوْتِكَ إِنَّ أَنكَرَ الْأَصْوَاتِ لَصَوْتُ الْحَمِيرِ
Yürüyüşünde mûtedil ol! (Ne çok hızlı, ne de yavaş yürü! Sükûnet ve vakarını muhâfaza et!) Sesini alçalt! (Bağırıp çağırarak konuşma!) Unutma ki, seslerin en çirkini merkep sesidir. (Lokmân, 19)
Bu âyet-i kerîmeler, müminlere nezâket ve zarâfet tâlîm etmektedir. Nezâketsizliği temsîl eden eşek sesi, tizden başlayarak pese doğru gider. Bu, lüzumsuz yere ve aşırı bir şekilde yükselen, nâhoş ve çirkin bir sestir. Bu tarz bir hitâb ediş de, nezâket kâidelerine uymaz. Âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak, bu vesîleyle kullarını nezâketle hitâb etmeye dâvet etmektedir. Yâni lüzumsuz yere yüksek sesle konuşan, eşeğe benzemiş ve çirkin bir iş yapmış olur.
Hasan-ı Basrî Hazretleri şöyle buyurur:
Müşrikler, seslerinin yüksekliği ile övünürlerdi. Yüce Allâh onlara: «Eğer sesin yüksekliği hayırlı birşey olsaydı, bununla eşeği onlardan üstün kılardım!» diye cevap buyurdu.
Rivâyetlerde, bu dünyâda çok hafif ve ehemmiyetsiz gibi görünen nezâketin, hesap gününde çok ehemmiyet kazanacağı bildirilmektedir. Bu yüzden bilhassa sorumsuzca söz söylemekten sakınılmalı, söylenen sözlerin mânâsının nereye çıkacağı iyi hesâb edilmelidir. Nitekim hadîs-i şerîflerde buyrulur:
Kul, iyice düşünüp taşınmadan bir söz söyleyiverir de bu yüzden cehennemin doğu ile batı arasından daha uzak bir yerine düşer. (Buhârî, Rikâk, 23)
Kul, Allâhın hoşnud olduğu bir söz söyler, fakat onunla Allâhın rızâsını kazanacağı hiç aklına gelmez. Hâlbuki Allâh, o söz sebebiyle, kendisine kavuştuğu kıyâmet gününe kadar o kimseden hoşnud olur.
Yine bir kul da Allâhın gazabını gerektiren bir söz söyler, fakat o sözün kendisini Allâhın gazabına çarptıracağını düşünmez. Oysa Allâh, o kimseye o kötü söz sebebiyle kendisine kavuşacağı kıyâmet gününe kadar gazab eder. (Tirmizî, Zühd, 12; İbn-i Mâce, Fiten, 12)
Yukarıda Lokmân Hakîmin nasihatlerini ihtivâ eden âyet-i kerîmelerin arasında iki âyet-i kerîme vardır ki, bunlar, ümmete gösterdiği istikâmet açısından pek mühimdir. Rivâyete göre, Sad bin Ebî Vakkas -radıyallâhu anh- ile vâlidesi hakkında nâzil olmuştur. Şöyle ki:
Hazret-i Sad -radıyallâhu anh-, annesine karşı itaatkâr bir evlâd idi. İslâma girdiği zaman annesi:
Ey Sad! Sen ne yaptın? Eğer sen, bu yeni dîni bırakmazsan, yemîn olsun ki, ben yemem, içmem, nihâyet ölürüm. Sen de benim yüzümden «Hey anasının kâtili!» diye kötü bir isimle çağrılırsın! demişti.
O da:
Yapma anneciğim, ben bu dîni hiçbir şey için terk edemem! deyince, anası da iki gün, iki gece yememiş, kuvvetten düşmüştü. Bunu gören Hazret-i Sad:
Anneciğim! Vallâhi yüz canın olsa da hepsi birer birer çıksa, ben bu dîni hiçbir şey için terk edemem, bilesin! Artık dilersen ye, dilersen yeme!.. dedi.
Bunun üzerine annesi yemeğe başladı ve şu iki âyet veya ikinci âyet nâzil oldu:
وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ حَمَلَتْهُ أُمُّهُ وَهْنًا عَلَى وَهْنٍ وَفِصَالُهُ فِي عَامَيْنِ أَنِ اشْكُرْ لِي وَلِوَالِدَيْكَ إِلَيَّ الْمَصِيرُ
(14)
وَإِن جَاهَدَاكَ عَلى أَن تُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا وَصَاحِبْهُمَا فِي الدُّنْيَا مَعْرُوفًا وَاتَّبِعْ سَبِيلَ مَنْ أَنَابَ إِلَيَّ ثُمَّ إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
(15)
Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası, onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce Bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak Banadır. (Bununla beraber) eğer onlar, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) Bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme! Onlarla dünyâda iyi geçin! Bana yönelenlerin yoluna uy! Sonunda dönüşünüz ancak Banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm. (Lokmân, 14-15) (Müslim, Fedâilüs-Sahâbe, 43-44, İbn-i Esîr, Üsdül-Gâbe, c. II, s. 368)
Ebû Ümâme -radıyallâhu anh-ın rivâyetine göre Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
Lokmân oğluna dedi ki:
«Âlimlerin meclislerinde bulun! Hakîmlerin sözlerini dinle! Çünkü Allâh, yağdırdığı bol yağmurla ölü toprağı dirilttiği gibi ölü kalbi de hikmet nûruyla diriltir.» (Heysemî, Mecmauz-Zevâid, I, 125)
Lokmân Hakîm, bir nasihatinde de şöyle demiştir:
Pek çok enbiyâ -aleyhimüsselâm-a hizmet ettim. Kelâmlarından sekiz sözü hulâsa olarak seçtim. Eğer dikkatli olur da, bu sekiz hasletle amel edersen, kurtuluşa erersin:
1. Namazda iken kalbini,
2. İnsanların arasında iken dilini,
3. Sofrada elini,
4. Başkasının evinde iken de gözünü muhâfaza et.
Diğer dört hasletin de ikisi dâimâ hatırlanması, ikisini ise unutulması îcâb eden şeylerdendir:
Her ahvâlde hatırlayacağın iki husustan birincisi, Allâh Teâlâdır ki, Onu çokça zikret! İkincisi ise, ölümdür ki, onu da hiç unutma!
Unutacağın iki şeyden biri, başkasına yapmış olduğun iyiliklerdir ki, hemen unut! Bir de, başkalarının sana yapmış olduğu kötülükleri unut!..
Lokmân Hakîmin mûteber kitaplarda nakledilen nasihatlerinden bazıları da şöyledir:
Ey oğlum! Takvâyı kendin için âhiret sermâyesi edin! Çünkü takvâ, mal ve mülk ile olmayan bir ticârettir!
Ey oğlum! Cenâzede hazır bulun! Çünkü cenâze, sana âhireti hatırlatır. Haram ve günahlar ise, senin dünyâya karşı meylini artırır.
Ey oğlum! Yalan söyleyen kimsenin nûru gider. Kötü huylu olan kimsenin gam ve kederi çoğalır.
Ey oğlum! Anlayışsız kimseye bir meseleyi anlatmak, ağır bir kayayı yerinden oynatmaktan daha zordur.
Ey oğlum! Câhili bir yere elçi olarak gönderme! Eğer akıllı ve hikmet sâhibi birini bulamazsan, kendin git!
Ey oğlum! Dünyâ derin bir deniz gibidir. Çoğu insan orada boğulmuştur. Takvâ gemin, îman yükün, tevekkül hâlin, sâlih amel azığın olsun! Kurtulursan Allâh Teâlânın rahmetiyle, boğulursan günâhın sebebiyledir.
Ey oğlum! Horoz senden daha akıllı olmasın! O her sabah, zikir ve tesbîh ediyor, sen ise uyuyorsun!
Mide dolarsa, tefekkür uykuya dalar. Âzâlar da ibâdetten geri kalır!
Ey oğlum! Öyle arkadaş seç ki, ayrıldığınız zaman, ne sen onları, ne de onlar seni dillerine dolasınlar!
Dostlarını koru! Yakınlarını ziyâret et!
Ey oğlum! Üç şey, üç şeyle bilinir: Hilim gazap ânında, şecâat harb meydanında, kardeşlik ise ihtiyaç ânında.
Günahlar dışında, arkadaşlarına muvâfakat eyle!
Ey oğlum! İnsanlar her gün ibâdet ve tâati ihmâl ettikleri hâlde nasıl olur da vadolundukları azaptan korkmazlar!
Ey oğlum! Dünyâdan yetecek kadar al, ona kapılma, aksi hâlde bu, âhiretine zarar verir. Dünyâdan tamâmen de el-etek çekme, yoksa insanlara yük olursun. Oruç tut, bu, şehvetini kırar. Ancak seni namazdan alıkoyacak kadar da çok oruç tutma! Çünkü Allâh katında namaz, oruçtan daha büyüktür
Ey oğlum! İyiliği, ondan anlayana yap. Nitekim koç ile kurt arasında dostluk olmadığı gibi, iyi ile kötü arasında da dostluk olmaz. Çekişmeyi seven, hakârete uğrar; kötülük olan yerlere giden, töhmet altında kalır; kötülüğe yaklaşan, kendini kurtaramaz ve dilini tutmayan pişmân olur.
İyilerin hizmetinde bulun; fakat kötülerle dostluk kurma!
Ey oğlum! Emîn bir kimse ol ki, zengin olasın. Kalbin günah lekeleriyle dolu olduğu hâlde insanlara, Allâhtan korkuyormuş gibi görünme.
Kendini unutup da insanlara iyiliği emretme! Yoksa senin durumun, insanlara ışık verdiği hâlde kendisi yanarak tükenen muma benzer!
Ey oğlum! Küçükken edepli olursan, büyüdüğünde faydasını görürsün!
Küçük işleri umursamazlık etme! Çünkü küçük, yarın büyüğe dönüşür.
Ey oğlum! Gönlünü kederlerle ve üzüntülerle meşgul etme. Aç gözlülükten sakın. Takdîre rızâ göster. Allâh tarafından sana verilene kanâat et ki, hayâtın güzelleşsin, gönlün sürûrla dolsun ve hayattan zevk alasın.
Ey oğlum! Dünyâ hayâtı kısadır. Senin oradaki ömrün ise daha da kısadır. Bu kısa ömrün de az bir kısmı kalmıştır.
Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Lokmân Hakîmden haber vererek şöyle buyurdu:
Lokmân, oğluna: «Allâh Teâlâ, kendisine emânet edilen şeyi korur! Ben de seni, malını, dînini ve amelinin sonunu, Allâh Teâlâya emânet ediyorum!» dedi. (İbn-i Hanbel, II, 87)
Rivâyete göre Lokmân Hakîmin yüzük taşında:
Gördüğünü gizlemen, şüphe ettiğini açıklamandan daha güzeldir! yazılı id