KISSADAN HİSSELER | Sayfa 2 | Define işaretleri ve anlamları

KISSADAN HİSSELER

GÜLBAHÇELi

USTA
Super Moderatör
Katılım
5 Şubat 2021
Mesajlar
1,666
Beğeni
4,791
Puanları
113
Padişahlardan biri; çok çalışkan, çok faal başvezirini hakkında çokça yayılan dedikodular yüzünden azletti. Emeklerine karşılık olarak da emir verdi:

- Ülkeye için çok hayırlı işler yapmışlığın vardır. Şöyle güzel, toprağı bereketli ve kalkınmış bir köy beğen; orayı sana vereyim. Ailenle, akrabalarınla beraber orada yaşarsın.

Vezir:

- Hünkarım, kerem buyurdunuz, lütfettiniz!... Ancak izniniz olursa ben kalkınmış bir köy değil, virane bir köy isterim. Orada hem oturayım, hem de orayı imar edip düzenini kurayım.

Diye ricada bulundu... Padişah vezirin isteğini kabul etti ve adamlarına, eski başvezirin oturması için virane bir köy bulunmasını emretti.

Hükümdarın adamları ülkeyi en ücra yerlerine kadar dolaştılar fakat başvezirin istediği gibi imara muhtaç bir yer bulamadılar. Bunu da gelip hükümdara haber verdiler. Padişah eski başvezirini tekrar huzuruna çağırttı:

- Ülkede istediğin gibi virane bir yer yokmuş. Ne yapacağız şimdi?

Eski başvezir:

- Efendimiz, ben ülkenizde virane bir yer olmadığını zaten biliyordum. Çünkü; ben uyku ve istirahatımı terketmek, gecemi gündüzüme katmak pahasına ülkenin her yanını bizzat imar ettirdim. Amacım bunu sizin de öğrenmenizdi. Ayrıca uyarmak istedim ki; benim yerime atayacağınız başvezir, ülkenizin bugünkü durumunu daha ileriye götürmese bile geriletmesin.

Eski başvezirin açıklamasından sonra büyük bir hata yaptığını anlayan padişah; azlettiği başveziri hemen tekrar eski görevine atadı.
 

GÜLBAHÇELi

USTA
Super Moderatör
Katılım
5 Şubat 2021
Mesajlar
1,666
Beğeni
4,791
Puanları
113
İstanbul'un Laleli semtini bilirsiniz. Laleli'de yine bu isimle anılan tarihi bir cami vardır. Bu semt ve cami hakkında anlatılan ilginç de bir öykü vardır.

Laleli Camii'ni Sultan III. Mustafa yaptırmıştır. Sultan Mustafa bu camii yaptırırken; bu semtte Laleli Baba namında bir din büyüğünün yaşadığını, gerçek bir mürşit olduğunu, hikmetli sözler söylediğini öğrendi. Padişah bu zatla görüşmek, söz ve sohbetinden yararlanmak istedi. Cami inşaatını denetlemeye geldiği bir gün, adamlarına Laleli Baba ile görüşmek istediğini bildirip davet ettirdi. Padişahın buyruğu hemen Laleli Baba'ya ulaştırıldı. O da hemen davete icabet etti.

Uzun uzun sohbet ettiler. Padişah, Laleli Baba'nın sohbetinden çok memnun kaldı. İçinde bu zatla sık sık görüşme arzusu uyandı. Laleli'den ayrılacağı sırada, Laleli Baba'ya son bir soru sordu:

- Efendi Hazretleri, bu dünyada en güzel şey nedir acaba?

Laleli Baba cevap verdi:

- Bu dünyada en güzel şey, yiyip içtikten sonra sıkıntısız bir şekilde def-i hacetini (büyük hacetini) yapabilmektir.

Hükümdar bu cevabı hiç beğenmedi. Laleli Baba gibi büyüleyici konuşmalarıyla herkesi etkileyen bir zata da bu cevabı pek yakıştıramadı. Hatta biraz kaba buldu.

Padişah veda ederek maiyetiyle birlikte saraya döndü. Fakat bu ziyaretin ertesi günü şiddetli bir kabızlığa yakalandı. Bir türlü büyük hacetini yapamıyordu. Sarayın bütün ilgilileri ve hekimbaşı seferber oldular. Bilinen bütün tüm ilaç ve yöntemleri uyguladılar fakat fayda etmedi. Padişah kıvranıyordu... Maiyetten birinin aklına Laleli Baba geldi. O belki bu derde bir çare bulabilirdi? Zaten başka denenmedik bir yol da kalmamıştı.

Padişaha danışılıp görüşü alındıktan sonra padişahın adamları hemen Laleli Baba'ya gidip saraya buyur ettiler. Padişah doğum sancısı çeken bir kadından çok daha büyük acılarla kıvranıyordu.

- Laleli Baba söyle sende var mıdır bu derdin bir çaresi? Aman beni kurtar!

Laleli Baba:

- Ben sizi bu dertten kurtarırım kurtarmasına ama o kadar kolay değil. Karşılık olarak ne vereceksiniz?

Padişah:

- Laleli'ye yaptırdığım o camii sana hediye edeyim.

"Yetmez" dedi Laleli Baba. Hanlar, hamamlar... Hatta Sultan Mustafa, Laleli'yi tamamıyla ona vermeyi bile teklif etti. Laleli Baba bir türlü "Tamam", "Yeterli" demiyordu. En sonunda ağzındaki baklayı çıkardı:

- Ben sizi bu dertten kurtarmasına kurtarırım ama karşılığında saltanatı (padişahlığı) isterim.

Padişah kem küm etti ama sıkıntısı büyüktü. "Tamam" dedi. "Varsın saltanat senin olsun." Laleli Baba bir dua yaptı, padişahın sırtını sıvazladı. "Haydi git, kurtulacaksın!" dedi. Gerçekten kısa sürede padişah sıkıntısından kurtuldu. Kurtuldu ama saltanat da elden gitmişti. Şifa bulmanın sevincini, saltanatın elden çıkmasının üzüntüsü gölgeliyordu. Laleli Baba, padişahın üzgün haline anlamlı anlamlı bakıp dedi ki:

- Bir saltanat ki bir def-i hacete değişiliyor... Öylesine ucuz bir saltanat bize gerek değil. Al yine senin olsun!...
 

OKLiT

DENETİM SORUMLUSU
Super Moderatör
Katılım
4 Mayıs 2022
Mesajlar
2,884
Beğeni
5,318
Puanları
113
Ustam masallah yine döktürmüş güzel menkıbeler evet bunlari da okumustum devamini bekliyorum hemde hecanla Bilgi tazelemek güzel teşekkür ederim ALLAH CC razı olsun
 

GÜLBAHÇELi

USTA
Super Moderatör
Katılım
5 Şubat 2021
Mesajlar
1,666
Beğeni
4,791
Puanları
113

BAYEZİD BESTAMİ HZ. VE RAHİPLER KISSASI

Beyazid-i Bistami Hazretleri kırk beş kez haccetmiş ve her gün bir hatme okumuş mübarek kişilerin safında yer alan kadri yüce bir zattır. Bir gün Arafat tepesinde oturuyordu.Nefsi ona şöyle fısıldadı: “Beyazid! Senin benzerin var mıdır? Kırk beş defa haccettin ve binlerce defa hatmetme bahtiyarlığına eriştin“. Bu ses onu üzdü, nefsin hala onu kendine doğru sürüklemek istediğini ve enaniyete doğru ittiğini anladı.

Derhal toparlandı ve orada bulunan mahşeri kalabalığa dedi ki: “Kim benim kırk beş defa yapmış olduğum haccı bir ekmeğe satın alır?”

Bir adam: “ben alırım” dedi ve ekmeği uzattı

. Beyazid-i Bistami Hazretleri aldığı ekmeği orada bulunan bir köpeğin önüne attı. Ve sonra işini bitirip yol hazırlığı yaparak Rum diyarına doğru yüzünü çevirdi.

Günlerce yol aldıktan sonra bir rahip ile karşılaştı. Rahip terbiyeli bir adama benziyordu. Hazretin elini tutup evine misafir olarak götürdü. Evinde ona bir oda ayırdı.

Beyazid-i Bistami Hazretleri kendisine ayrılan bu odada ibadete başladı ve kalbini herşeyden çevirip Cenab-ı Hakk’a yöneltti. Rahip her gün onun yiyeceğini, içeceğini sabah-akşam getirir önüne kor, sonra dışarı çıkardı. Bu hal bir ay devam etti. Beyazid nefsine dönerek dedi ki:

-“Ey nefis seni kırmak istiyorum, fakat sen uğursuzluğunla kırılmıyorsun…”

Tam bu sırada rahip içeri girdi ve Beyazid’e:

-“İsmin nedir?” diye sordu.

O’da:

-“Beyazid” diye cevap verdi.

Rahip:

-“Ne güzel adamsın… Keşke Mesih’in (İsa A.S.) kulu olsaydın !” dedi.

Bu söz Beyazid’e ağır geldi ve evi terk etmek isterken rahip ona seslendi:

-“Bizim burada kırk gününü tamamla, öyle git. Çünkü bizim büyük bir bayramımız var, onu görmeni arzu ediyorum. Aynı zamanda değerli bir vaizimiz var, senede bir defa bize hitap eder, birde onu dinlemeni diliyorum.”

Beyazid-i Bistami Hazretleri, onun bu teklifini kabul etti ve kırk gün kalmaya razı oldu. Kırkıncı gün olunca rahip içeri girdi ve:

-“Buyrun, ayağa kalkın, bayram günümüz geldi.”

Beyazid ayağa kalktı; Fakat rahip ona dedi ki:

-“Sen bu kıyafet ve halde nasıl bin kadar rahibin arasına girebilirsin? Doğrusu biraz endişeliyim.. Bu sebeple üzerindeki elbiseyi çıkar, şu üstlüğü giy, beline şu zinnarı bağla, İncil’i de boynuna as !” dedi

Bu teklif ona çok ağır geldi. Fakat bunda bir hikmet ve esrar, İSLAM’ın da izzet ve şerefi gizlenmiştir, onun dediğini yapayım, diye düşündü. Hemen üzerindeki elbiseyi çıkardı, onun verdiği üstlüğü giydi, beline de zünnar’ı bağladı. İncil’i de boynuna astı ve rahiple birlikte bine yakın rahibin arasına katıldı. Hiç kimse onu yadırgamadı.

Biraz ilerledikten sonra birdenbire kalabalık durdu. Rahiplerin en büyüğü ve saygıdeğeri olan zat geldi, yerine geçti. Herkes onun konuşmasını bekliyor, fakat o susuyordu. Rahipler bunun manasını anlayamadılar ve sordular:

-“Ey büyüğümüz! Neden konuşmuyorsunuz? ”

-“Nasıl konuşabilirim ki, aranızda bir Muhammedi var! … ” diye cevap verdi. Halk ve rahipler galeyana geldi ve:

-“Onu bize göster, parçalayalım!” Diye bağırdılar.

Baş rahip onlara dedi ki :

-“Hayır, yemin ederim ki söylemem, ancak bir şartla onu size tanıtabilirim. Ona dokunmayacağınıza söz veriniz!”

Bunun üzerine rahipler ve halk Muhammedi olan adama dokunmayacaklarına yemin ettiler. Baş rahip başını kaldırdı ve şöyle seslendi :

-“ALLAH için ey Muhammedi ! Ayağa kalk ve kendini göster.”

Beyazid-i Bistami Hazretleri ayağa kalktı. Baş rahip :

-“İşte bu zat, ona dikkatle bakın” dedi. Sonra Beyazid’e sordu:

-“Adın ne ?”

-“Beyazid”

-“Tahsil gördün mü ?”

-“Rabbimin öğrettiği kadar bir şeyler biliyorum.”

-“O halde bana şu hususları cevaplandır:

” İkincisi olmayan biri, üçüncüsü olmayan dördü, altıncısı olmayan beşi, yedincisi olmayan altıyı, sekizincisi olmayan yediyi, dokuzuncusu olmayan sekizi, onuncusu olmayan dokuzu, onbirincisi olmayan onu, onikincisi olmayan onbiri, onüçüncüsü olmayan onikiyi…Söyle bunlar nelerdir?...”

Beyazi (k.s.), baş rahibe :

-“Beni iyi dinle, cevap veriyorum:İkincisi olmayan bir, eşi-ortağı,dengi ve benzeri bulunmayan ALLAH’tır C.C., Üçüncüsü olmayan iki, gece ve gündüzdür. Dördüncüsü olmayan üç, üç talaktır (kadını boşamak). Beşincisi olmayan dört, Tevrat, Zebur, İncil, Kur’ân-ı Kerimdir. Altıncısı olmayan beş, beş vakit namazdır. Yedincisi olmayan altı, göklerin ve yerlerin yaratıldığı altı gündür. Sekizincisi olmayan yedi, yedi kat göktür. Dokuzuncusu olmayan sekiz, kıyamet günü Arş’ı taşıyacak olan sekiz melektir. Onuncusu olmayan dokuz, kadının dokuz aylık gebelik müddetidir. On birincisi olmayan on, Hazreti Musa’nın AS Şuayb Peygamber’e AS on yıl çobanlık etmesidir. On ikincisi olmayan on bir Hz Yusuf Peygamberin AS onbir kardeşidir. On üçüncüsü olmayan on iki, on iki aydır.”

Rahip tebessüm etti ve :

-“Doğru söyledin. Şimdi de bana,havadan ne yaratıldı, havada ne muhafaza olundu ve kim hava ile helak edildi? Bunlardan haber ver..”

”İsa Peygamber AS havadan yaratıldı, havada muhafaza edildi. Süleyman AS Peygamberde havada muhafaza edildi. Ad kavmi de hava ile helâk edildi”diye cevap verdi.

Rahip ona :

-“Doğru söyledin,” dedi ve tekrar sordu:

“Kim ateşten yaratıldı, kim ateşte korundu ve kim ateşte helâk oldu?”

–İblis ateşten yaratıldı. İbrahim AS Peygamber ateşte korundu. Ebu Cehil ateş ile helâk oldu”diyerek gereken cevabı verdi.

Rahip tekrar sordu:

-“Taştan kim yaratıldı, taş içinde kim korundu ve taş ile kim helâk oldu?”

-“Salih AS Peygamberin devesi taştan yaratıldı. Ashâb’ı Kehf taş içinde korundu ve Ebrehe’nin filleri taş ile helak edildi“diye cevap verince,

Rahip:

-“Doğru söyledin” dedi ve tekrar sordu:

Âlimler, Cennette dört nehir vardır, biri baldan, biri sütten, biri sudan, birisi de şaraptandır. Ayrı olan bu dört nehir aynı kaynaktan akıyormuş diyorlar, bunu açıklar mısın? Dünyada bunun örneği var mıdır?

Beyazid :

–Evet vardır. İnsanın baş kısmından dört nehir akar: Kulak yağı acıdır. Gözyaşı tuzludur. Burun suyu ayrı bir tat taşır.Ağızdan gelen su tatlıdır” diye cevap verince,

Rahip ona :

-“Doğru söyledin” dedi ve sormaya devam etti

-“Cennet ehli yer içer, fakat abdest bozmaz, su dökmez.Bunun dünyada benzeri varmıdır?..”

Beyazid :

-“Evet vardır, Ana rahmindeki cenin yer içer fakat dışkısı yoktur...”

-“Doğru söyledin. Cennette TUBA ağacı vardır. Cennette hiçbir saray, hiçbir köşk yoktur ki bu ağacın bir dalına dokunmasın. Bunun dünyada bir örneği varmıdır?”

–Evet, güneş sabahleyin doğunca böyle değill midir?”

-“Doğru söyledin. Şimdi de bana şunları cevaplandır:

Bir ağaç vardır, on iki dalı bulunuyor, her dalında otuz yaprak var ve her yaprakta beş çiçek yer almıştır; bunlardan ikisi güneşe,üçü karanlığa bakar;bu ağaç nedir?...”

-“Ağaç yılı temsil eder. On iki dalı oniki ayı, her daldaki otuz yaprak otuz günü, her yapraktaki beş çiçek beş vakit namazı temsil eder.”

-“Doğru söyledin. Bana şu kimseden haber ver ki; Hacca gitmiş, tavaf yapmış ve o makamlarda bulunmuştur; ama onun ne ruhu var, ne de hac kendisine vacibdir? ”

-“Nuh AS Peygamberin gemisidir.”

-“Doğru söyledin. Peki gece gelince gündüz, gündüz girince gece nereye gidiyor?...

–Bu sun’i bir zaman meselesidir. Güneşi doğup batması bunun ölçüsü oluyor. Geri kalanını ALLAH C.C. bilir.”

-“Doğru söyledin.”

Sorular bitince Beyazid-i Bistami Hazretleri dedi ki :

-“Muhterem rahip! Birçok sorular sordun, cevaplandırmaya çalıştım. Müsaade ederseniz benim de birkaç sorum var. Ama bir tanesiyle yetinerek sormak istiyorum”

-“Tabii, istediğin şeyi sorabilirsin!”

Beyazid-i Bistami Hazretleri sordu:

-“Cennetin anahtarı nedir? Sekiz Cennet kapısının üzerinde yazar?”

Rahip sustu, cevap vermekten çekindi. Diğer rahipler bozuldular ve:

-“Ey büyüğümüz, mağlup mu oluyorsun?” O da:

-“Hayır, mağlup olmak istemiyorum” deyince,

-“Öyle ise neden cevap vermiyorsun?” dediler.

-“Şayet cevap verirsem, benim cevabıma katılır mısınız?” deyince, hepsi birden:

-“İncil hakkı için, sana uyarız” diye söz verdiler. Rahip:

-“Dinleyin, şimdi cevap veriyorum: ‘‘Cennetin anahtarı ve kapılarının üzerinde yazılı bulunan ibare, LAİLAHE İLLALLAH MUHAMMEDÜN RASULULLAH‘ dır”…

Bunun üzerine diğer rahipler hep bir ağızdan Kelime-i Şehadet getirip Müslüman oldular. Beyazid-i Bistami Hazretleri de onların yanında bir müddet kalıp İSLAMİYETİ öğretti ve bu sır’da böylece çözülmüş oldu…

 
Moderatör tarafında düzenlendi:

GÜLBAHÇELi

USTA
Super Moderatör
Katılım
5 Şubat 2021
Mesajlar
1,666
Beğeni
4,791
Puanları
113
BONCUKCU CEMİL BABA

Asıl adı Cemal Kazan'dır.
Ancak o, ''Cemil Baba" olarak tanınmıştır.
Cemil Baba 1912 yı1ında Kayseri'nin Deliklitaş Mahallesinde doğmuş, daha sonra Talas'a yerleşmiştir.
1982'de de burada vefat etmiştir.
Halk arasında ''Hacı Cemil, Mavi Boncuklu Cemil Baba, Boyacı Cemil!' gibi adlarla anılan Cemil Baba evlenmemiştir.
Ölesiye kadar sırtında bir boya sandığı ile dolaşmış ve çevresinde kerametleriyle tanınmıştır.
Kendisine yakınlık gösteren insanlara mutlaka bir şeyler veren Cemil Baba, nasihat etmekten de geri durmamıştır.
İşte onun çevresindekilere söylediği sözlerden bazıları :
''Beni benden alıp kendisine bağlayandan başkasına bağlanamam. Öyle Âşık ol ki, Âşıklar sana Âşık olsun!.''
"Zamane insanlarını cehenneme götürecek iki önemli şey var : Birisi söz söylemek. Öbürü ise yemek yemekte i'tiyad göstermemek!"
"Bizim yakınlığımız iman yakınlığıdır. Şunun bunun yakınlık dediği sadece uzaklıktır. Bu yola girenler için tek yakınlık vardır. iman yakınlığı. Bizim sabunumuz Tevhiddir!."
"İnsanoğlu meleklerden çok üstün bir varlıktır. Ona bu üstünlüğü Nefs bahşediyor. Meleklerde bu yoktur. Fakat bu İNSANı bulmak zordur. Nerede o eli öpülesi İNSAN?"
"Malınız-mülkünüz sizi gurura düşürmesin ki, onda dünyalık korkusu vardır. Kainatı hükmü altında bulunduran Allah, bu eseriyle gururlanmazken, insana ne oluyor da küçük eserleriyle gururlanıyor?''
Ömrü boyunca münzevi bir hayat yaşadı. 1982'de öldüğünde 70 yaşındaydı.
Talas mezarlığına defnedildi.
Sevenleri daha sonra mezarının üzerine kubbesi olmayan küçük bir türbe yaptırdılar.

HACDA MANTI

Bir kısım hacılar¸ Ravza-ı Mutahhara'da kıldıkları ikişer rek'at tahiyyet-ül mescit ve şükür namazlarının ardıdan¸ Peygamber Efendimizin kabrini ziyaret etmişlerdi. Gönülleri¸ kutsal bir görevi yerine getirmenin huzuru ile doluydu. Kalplerinin en derin¸ en ulaşılmaz¸ ücra köşelerine sanki ırmaklar akmış; yüreklerindeki en paslı kirlerden dahi arınmış olmanın getirdiği rahatlıkla¸ Mescid-i Nebevi'den çıkmış¸ hemen yanındaki Ravza-i Mübareke denilen kısmın¸ gölgelik bir yerinde dinleniyorlardı. Gölgede olmalarına rağmen¸ kızgın güneşin etkisi¸ onları perişan ediyordu. Hacı Salih Efendi ¸ mendiliyle yüzünde biriken ter tomurcuklarını sildi. Yanındaki zemzem şişesini tepesine dikti. "Aç karnına da su içilmiyor ki!.." diye mırıldandı. Sağ yanında oturan Zavzacı Mehmet Ağa'ya dönerek:
- Allah tekrarını nasip etsin Hacı¸ dedi.
Zavzacı Mehmet Ağa başını salladı.
- Amin¸ cümleyle birlikte...
Sonra gülerek Kunduracı Hasan Efendi'ye takıldı.
- Ne düşünüp duruyorsun¸ Hasan Efendi. Yoksa¸ dükkâna mı takıldı kafan?
Kunduracı Hasan Efendi¸ gözlerini yolun karşısındaki Cennet-ül Baki'den ayırarak¸ yeni bıraktığı sakalını kaşıdı.
- Yoo hayır¸ dükkânı çocuklara bıraktım¸ onlar idare ederler de... Hayırdır inşallah¸ bugün rüyamda anamı gördüm. Gelirken hasta bırakmıştım zavallıyı. Ölüp ne yapmasın.
- Hayra yor¸ hayır olsun: Sağlığına işarettir inşallah!
- Amin¸ Hacı Efendi¸ amin!
Orada oturan Hacıların bakışları Salih Efendiye kaydı. Gözlerinden süzülen yaşları mendili ile kurulamaya çalışıyordu. Bir süre sessizce Salih Efendiyi seyrettiler. Gözlerindeki yaş¸ giderek sesli bir ağıta dönüşmüştü. Dayanamayıp sordular.
- Hayırdır Hacı Efendi.
Hacı Salih Efendi içini çekerek hafifçe gülümsedi.
- Yok bi şey. Yarın gideceğimiz aklıma düştü de¸ Resullah Efendimizden ayrılmanın acısı şimdiden içime oturdu. İnanın bana Hacı Efendiler¸ çocuklarımdan ayrılırken hiç üzülmedim¸ hiç de ağlamadım. Lakin buna dayanamıyorum. Ama gitmek zorundayız. Ne tuhaf değil mi? Hac farizasını yaparken¸ evimiz¸ memleketimiz hiç aklımıza bile gelmedi de¸ şimdi oraları düşünmeye başladık. Bu da Rabbimin bir hikmeti olsa gerek.
Hasan Efendi'nin yüzündeki üzüntü kaybolmuş¸ yerini hafif bir gülümsemeye bırakmıştı. Başını tasdik anlamında sallayarak;
- Doğrusun¸ Salih Efendi¸ dedi: Buranın çekiciliği bir başka oluyor. Mıknatıs gibi bir şey. Mesela bu kadar güç¸ bu kadar eziyetli bir yolculuk¸ gittiğin başka bir yerde olsun¸ bir daha gitmeye tevbe edersin. Ama burası öyle değil: Onca yorgunluğa ve sıkıntıya rağmen¸ seneye nasıl yapıp da tekrar gelebilirim diye düşünüyorum.
Hacı Salih Efendi¸ sağ eliyle midesini sıvazladı. Açlığa pek tahammül edemeyen bir bünyeye sahipti.
- Ben iyice acıktım. Siz acıkmadınız mı?
Salih Efendi'yi tasdik edercesine söylendiler.
- Ne yiyelim.
Salih Efendi¸ bu kez muzipçe gülümsedi.
- Şimdi şurada¸ yoğurtlu¸ sumaklı bir Kayseri mantısı olsa¸ yemez misiniz?
Hepsi birden gülüştüler.
- Şimdi mantıyı nereden bulalım? dedi Zavzacı Mehmet Ağa.
Kunduracı Hasan Efendi içini çekti.
- Nerden söyledin? Şimdi benim de canım istedi.
O ana kadar¸ bir kenarda sessizce onları dinleyen Cemil Baba¸ yerinden yavaşça kalktı. Onun kalktığını gören Zavzacı Mehmet Ağa seslendi.
- Nereye gidiyorsun Cemil Baba?
- Kayseri'ye mantı yemeye.
Sonra da hızlı adımlarla¸ telefon kulübelerinin o tarafa doğru yürüyüp¸ kalabalıkların içinde kayboldu.

Cemil Baba¸ bütün Kayserililer'in tanıdığı¸ sevdiği bir insandı. Bazen muzip¸ bazen da insanı düşündüren sözleriyle tüm Kayseri halkının gözünde ayrı bir yeri vardı. Elinden hiç düşürmediği boya sandığı ile¸ halkın arasında gezer¸ üzerindeki elbiseleri hiç çıkarmazdı. Kimsenin beklemediği bir anda¸ içinden geçirdiklerine cevap verir¸ bazen de ‘konuşmam yasak' deyip başından savardı. Çoğu kez de şifreli cevaplarla¸ yolunu bekleyenlerin akıllarını karıştırırdı. Sandığında hiç eksik olmayan mavi boncuğu¸ isteyen ve yolda rastladığı herkese dağıtır¸ onlarla ilgili bir şeyler söylerdi. Bu yüzden adı¸ Mavi Bocuklu Cemil Baba'ya kadar çıkmıştı. Bazen da tanıdığı kişilere¸ zengin¸ fakir ayırmaksızın ekmek götürüp verirdi. Onun hakkında¸ kimi meczub¸ kimi velî¸ kimi de deli diye düşünürdü.
Kunduracı Hasan Efendi¸ Cemil Baba'nın arkasından uzun süre baktı. Kayseri'deki dükkanına sık sık uğrayarak¸ ekmek bırakır; "Bunu hastana götür yesin." derdi. Evine hiç girip çıkmadığı halde¸ anasının hasta olduğunu nasıl bildiğine bir türlü akıl erdiremez; Cemil Baba'nın ermişlerden olduğuna hükmederdi.
Hacı Salih Efendi¸ dizlerindeki varisi ovuşturarak.
- Cemil Baba'yı kızdırdık herhalde¸ dedi.
Zavzacı Mehmet Ağa¸ alnındaki ter tomurcuklarını mendiliyle silmeye çalışırken:
- İyi ama Hacı Efendi¸ dedi; sen de şu mübarek topraklarda mantı ziyafeti düşünüyorsun. Baksana¸ Hacı Cemil kızgınlığını belirtmek için "Kayser'ye mantı yemeye gidiyorum" dedi.
Hasan Efendi¸ hafifçe güldü.
- Onun işine akıl ermez¸ dedi. Bir keresinde hava günlük güneşlikken¸ Hunat Cami'si cemaatine¸ "Yağmur yağıyor¸ yağmur. Hepiniz ıslanıyorsunuz!" demişti de¸ çoğu gülmüştü. Halbuki ¸ yağmur rahmet değil mi¸ Hacı Efendiler?
Hacı Salih Efendi ¸Cemil Babayı kaçırdığına üzülerek;
- Bir mantı olsa kötü mü olurdu ? dedim. Bunda kızacak¸ ne var sanki?
Sözünü tam bitirmişti ki¸ karşıdan elinde bir tepsi mantı ile Cemil Baba'nın geldiğini gördü.
- Bak işte¸ Cemil Baba mantı getiriyor.
Hepsinin de yüzü renkten renge girmiş¸ şaşkınlıklarını gizliyememişlerdi.

Cemil Baba¸ bir tepsi mantıyı önlerine koyarken¸ net bir cevap vermekten kaçınır gibiydi.
- Hem mantı istersiniz¸ hem de nereden buldun¸ dersiniz.
Cemil Baba'nın kızmasından korktukları için¸ fazla üsteleyemediler. Herhalde ailece gelen Kayserili Hacıların birinden istemiştir¸ diye düşündüler. Cemil Baba mantıyı koyduktan sonra¸ geldiği yöne doğru yürümeye başladı. Bir an gitmekten vazgeçmiş gibi durdu. Geri dönerek¸
Hacı Salih Efendi'ye seslendi:
- Giderken tepsiyi evine götür¸ dedi. Sonra yeniden kalabalıkların içinde kaybolup gitti.
Mantı ziyafeti bittikten sonra¸ Zavzacı Mehmet Ağa¸ misvakla dişlerini temizlerken:
- İyi ama¸ bu tepsiyi ne yapacağız? dedi.
Kunduracı Hasan Efendi¸ Cemil Baba'nın kerametlerini duyduğu için¸ onun her hareketinde bir hikmet olduğuna inanan birisiydi. Kendinden emin bir vaziyette:
- Tepsiyi Salih Efendi evine götürecek¸ dedi. Cemil Baba böyle dediğine göre¸ bir sebebi vardır.
Hacı Salih Efendi¸ konunun üzerinde fazla durmadı. Tepsiyi eşyalarının arasına yerleştirdi. Ülkesine dönmeden önce¸ biraz hediyelik eşya ve hurma alması gerekiyordu. Yavaş yavaş toparlandı. Uçaklarının kalkmasına 24 saat kalmıştı.
- Ben biraz alış-veriş yapacağım; sonra da hurma pazarına gideceğim. Akşam otelde görüşürüz¸ dedi.
Kunduracı Hasan Efendi gülümsedi. Güldüğü zamanlar alnındaki kırışıklıklar iyice belirginleşiyordu.
- Ben de elektronik cihazlara bakacağım. Torunlarım atari midir¸ nedir; isteyip duruyorlardı.
Hep birlikte alış-veriş yapmak üzere kurban caddesine doğru yürüdüler.
* *
Hacı Salih Efendi'nin evi¸ gün boyu hayırlı olsuna gelen misafirlerle dolup taşmıştı. Akşam Hacı sofrası da bir hayli kalabalıktı. Yatsı namazının ardından¸ yavaş yavaş dağılan misafirleri gönderdikten sonra¸ koltuklardan birine oturdu. Sandalyelerden birini çekip¸ ayaklarını uzattı. Hâlâ üzerindeki yorgunluğu atamamıştı. Büyük kızına bir kahve yapmasını söyledi. Bir aydır Türk kahvesini özlemişti. Gözleri bir noktaya takılıp¸ düşünceleri yeniden Kâbe'ye doğru kaydı. Arafat'a çıkışını¸ Merve ile Sefa arasındaki dönüşünü ve Beytullah'ı tavaf ederken iri yarı zencilerin arasından cılız bedeniyle nasıl sıyrıldığını hatırladı. Orada bu kadar yorulduğunu hissetmemişti. Oysa buluttan nem kapan bir bünyesi¸ fazla yol yürüyemeyen varisli bacakları vardı. Hafifçe gülümsedi. "Hangi ev sahibi¸ misafirine eziyet eder ki..." diye mırıldandı belli belirsiz. Şimdiye kadar gidenlerin anlattıkları ne kadar doğruymuş meğer. Anlatılmakla anlaşılmıyor¸ mutlaka o havayı teneffüs etmek¸ o duyguları yaşamak gerekmiş. Seneye bir kez daha gidebilmenin imkanlarını şimdiden araştırmalıydı. Hem bu kez hanımını da birlikte götürmeliydi.
- Baba kahven!
Kızının sesiyle düşüncelerinden ayrıldı. Ayaklarını sandalyeden çekip kahvesini aldı. "Höpürdeterek" iri bir yudum çektikten sonra:
- Sağ olasın kızım¸ dedi. Çoktandır özlemişim mübareği. Annen ne yapıyor¸ içerde?
Seneye birlikte gideceklerinin müjdesini şimdiden vermek istiyordu.
- Hele bir yanıma gelsin.
- Getirdiğin eşyaları yerleştiriyor baba.
O sırada hanımı¸ elinde Hacı Salih Efendi'nin getirdiği mantı tepsisi ile söylenerek içeri girdi.
- İlahi Hacı efendi¸ bu tepsi sende ne geziyor? Dün komşular bizdelerdi. Hep birlikte mantı yapmış yiyorduk. Cemil Baba geldi¸ mantı istedi. "Herhalde fakir birine götürecektir¸" diye bu tepsiyle mantı vermiştim. Şimdi senin eşyalarının içinden çıkıyor.
Hacı Salih Efendi'nin içtiği kahve¸ anlık bir hayretin getirdiği şaşkınlıkla elinden döküldü. Yudumu boğazına takılıp kaldı. Güç işitilir bir sesle; "Allahuekber" diyebildi. Hac'da olanları hanımına tek tek anlattı. Bu sefer şaşırma sırası hanımındaydı.
- Cemil Baba'ya ermişlerden derlerdi de pek aldırış etmezdim. Allah'ım¸ sen beni affet¸ diye pişmanlıkla söylendi.
 

OKLiT

DENETİM SORUMLUSU
Super Moderatör
Katılım
4 Mayıs 2022
Mesajlar
2,884
Beğeni
5,318
Puanları
113
Eyvallah @GÜLBAHÇELi abem yine mükemmel bi kıssa gerçek yaşanmış bir hayat Cemil baba keramet ehlindendi
Teşekkür ediyorum ALLAH CC razi olsun
 

GÜLBAHÇELi

USTA
Super Moderatör
Katılım
5 Şubat 2021
Mesajlar
1,666
Beğeni
4,791
Puanları
113
İstanbul’un fethinden sonra Fatih, umûmî bir af îlân etmiş ve Bizanslı mahkûmları serbest bırakmıştı. Bunlar arasında iki filozof papaz vardı. Fatih, onlara cezalarının sebebini sordu. Onlar da şöyle dediler:

“–Biz, Bizans’ın en ileri gelen papazları idik. Kralın zulmünden, işkencelerinden, yaptığı rezâlet ve sefâhatten dolayı kendisini îkaz ettik. Âkıbetinin kötü, yıkılışının yakın olduğunu ve devletinin çökeceğini söyledik. O da, bu îkazımıza kızarak bizi zindana attı.”

SİFTAH YAPMAYAN KOMŞUMDAN ALIN!​

Bu ifadeler, Fatih’in dikkatini çekti. Papazlara, Osmanlı Devleti hakkındaki düşüncelerini sordu. Onlar da, ancak bir müddet sonra kanaatlerini bildireceklerini ifade ettiler. Papazlar, ellerindeki beratla her yere girip çıktılar. Sabahın erken saatinde bir bakkala giderek bir şeyler almak istediler. Bakkal onlara;

“–Ben siftah yaptım. Siftah yapmayan komşumdan alın!” dedi. Bu kardeşlik rûhuna şaşırıp kaldılar. Tetkiklerine devam ettiler. En kalabalık ve en ıssız yerlere kadar her tarafı dolaştılar. Herkesle sohbet ettiler. Fazîletten başka bir şeyle karşılaşmadılar.

Bir çarşıya girdiler ki, o esnada ezan okunuyordu. Esnaf, dükkânını kilitlemeden camiye gidiyordu. Hiç kimse, bir başkasına haset etmiyor ve kıskançlık beslemiyordu. Sanki herkes, birbirinin teminatı altında idi. Namazı, huzur içinde ve âdetâ son namazlarını kılıyormuş gibi edâ ediyorlardı.

Kimse kimsenin hakkını yemiyor, birbirini kırmıyordu. Kimse, kul hakkıyla kıyâmet günü Mevlâ’nın huzûruna çıkmak istemiyordu. İstisnâsız herkes; Allah rızâsını düşünüyor, Allah rızâsı için konuşuyor, Allah rızâsı için yaşıyordu. Sultanın ömrü ve ordusunun muzafferiyeti için duâ ediyorlardı. Cemiyet; ince ruhlu, rikkat-i kalbiyye sahibi derin insanlarla doluydu.

ALTIN DOLU KÜP​

Papazlar, bu hâlleri görüp şaşkına döndüler. Kaç şehir dolaştıkları hâlde, mahkemelerde ağır cezalık bir dâvâya rastlamadılar. Hırsızlık, katil, ırza tecavüz, dolandırıcılık -âdetâ- meçhuldü. Bir muhakeme onların çok dikkatini çekti. Hayret içinde kaldılar. Kadı efendiye bir dâvâcı ve dâvâlı gelmişti. Dâvâcı, şöyle bir mesele arz etti:

“–Efendim, bendeniz bu din kardeşimin falan tarlasını satın aldım. Ekin için çift sürerken, orada altın dolu bir küpe rastladım. Küpü alıp, tarlasını satın aldığım bu kardeşime götürdüm;

«–Buyur, bu senindir; al!» dedim. O da;

«–Ben bu tarlayı altı ve üstü ile sattım!.. Artık bana helâl olmaz!..» deyip kabul etmedi. Hâlbuki toprağın altından bu küpün çıkacağını bilse satmazdı.” Kadı efendi, öbür kişiye söz verdi. O da;

“–Durum aynen kardeşimin arz ettiği gibi vâkî oldu. Fakat; ben ona tarlayı satınca, altı ve üstü hepsi içine girer düşüncesindeyim. Nasıl üstündeki mahsûlden bir hakkım yoksa, altındakinden de öyledir!..” dedi. Papazların hayretle temâşâ ettikleri bu durum, kadı efendi için tabiî bir hâdise idi. İslâm’ı hakkıyla yaşayan bir toplum için bu, en tabiî bir hâldi.

Kadı, bu iki gerçek Müslüman insan arasında hüküm vermekte güçlük çekmedi. Birinin sâlih bir oğlu, diğerinin de sâliha bir kızı olduğunu öğrenince, ikisine aracı oldu. Tarafeynin rızâsı ile bu iki gencin nikâhlarını kıydı. O bir küp altını da, onların düğün ve çeyiz masraflarına sarf ettirdi.

BİZİ MİSAFİR EDER MİSİNİZ?​

Papazlar, bütün bunları gezip gördükten sonra, hava kararırken kızlarını bir medreseye gönderdiler. Kızlar, kendilerine öğretildiği üzere, kapıyı açan gençlere;

“–Hava karardı, yolumuzu kaybettik. Bizi bu gece misafir eder misiniz?.. Çaresiziz...” dediler. Talebeler; düşünüp taşındılar, nihayet kendi odalarını bu iki kıza verdikten sonra, araya bir perde gerip mangal başında sabahladılar. Sabahleyin de kızları yolcu ettiler. Papazlar, merakla gecenin nasıl geçtiğini kızlarına sordular. Onlar da, olan hâdiseyi şöyle anlattılar:

“–Kendi yerlerini bize terk ettiler. Kendileri odanın ucuna çekildiler. Ortadaki mangal ateşini ellerine alıp bırakıyorlar, birbirlerine dehşetle;

«Rabbimiz bizleri cehennem azâbından korusun!.. Bizleri, ânı istikbâlle değiştiren ahmaklardan eylemesin!..» diyorlardı. Bizlere dönüp bakmıyorlardı bile...”

Bu misal, Osmanlı Devleti’nde iffet ve nâmusların teminat altında olduğunu sergilemektedir. Lâkin böyle misaller çoktur. Meselâ Fatih’in, Bosna fethinden sonra çıkardığı bir fermânında;

“–Sakın ola, Sırp kızları su almak için çeşme başlarına geldiklerinde, askerlerim oralarda bulunmayalar!..” demesi de, imparatorluktaki iffet ve nâmus teminatının diğer bir tezâhürüdür. Fatih bu fermânı ile, hem askerlerini hem de teminatı altındaki hıristiyan teb’anın kızlarının iffetini muhafaza etmiş oluyordu. Osmanlı ülkesini gezip görmekle vazifeli papazlar, Hıristiyan mahallelerini de görmeden edemediler.

Fener semtine doğru gezintiye çıktılar. Hıristiyanlar bile; onların iyi bildiği fetihten evvelki zamana kıyâsen değişmiş, sokaklardaki pislik dahî azalmıştı. Artık kimse kimseye zulmetmeye cesaret edemiyordu. Herkes huzur içinde işine devam ediyor, eskisi gibi içip içip sokaklarda nâra atarak sarhoş olamıyordu. Fakir hıristiyan ailelere bile ev dağıtılmıştı.

FATİH’İN HUZURUNDA İKİ PAPAZ​

Papazlar, bu uzun tetkik ve teftişten sonra izin alıp Fatih’in huzûruna çıktılar. Müşâhedelerini bir bir arz edip;

“–Bu millet ve devlet, böyle giderse kıyâmete kadar devam eder. Böyle bir ahlâk ve yaşayışa sahip olan insanların dîni, elbette hak dînidir...” dediler. Kelime-i şahâdet getirip müslüman oldular. Bu kıssada da nakledildiği üzere, Anadolu insanının dürüstlüğü ve ticaret ahlâkı bambaşkaydı. Anadolu’muzun 70 sene evvelki ticarî ahlâkını bir dostumuz şöyle anlatıyor:

“Evvelce çek-senet diye bir şey yoktu. Anadolu’dan insanlarımız gelirler, alış-verişlerini yaparlar ve;

«‒Harman sonu ödeyeceğiz.» deyip giderlerdi. Biz de deftere bu şekilde not düşerdik.Vakti gelince, hiçbir aksama olmadan ödemelerini noksansız bir şekilde yaparlardı.

Onların bu hâli, helâl kazanç idrâki ve kul hakkındaki titizlik ve îtinâlarıydı. Yani onların takvâ ve dürüstlükle yoğrulmuş derviş gönüllerinin bir tezâhürüydü. Onların verdikleri söz, her türlü çek-senetten daha kıymetli ve sağlamdı. Onların sözleri, öyle bir teminattı ki, asla istismarı yoktu. Çünkü o derviş gönüller; «‒Söz namustur!» şuuruyla yaşıyorlardı.
 

OKLiT

DENETİM SORUMLUSU
Super Moderatör
Katılım
4 Mayıs 2022
Mesajlar
2,884
Beğeni
5,318
Puanları
113
Eyvallah @GÜLBAHÇELi abem ne güzel konular hepsi birbirinden güzel ibretlik örnek yaşanmış olaylar bize buralardan ders alırız inşallah emeğine yüreğine eline sağlık eski bilgilerimi sayende tazelenmiş oluyorum sayenizde çok teşekkür ediyorum ALLAH CC razı olsun
 
Üst