Önünü Görenlerin Arkasında Dururlar
Vefa, sadakat, yardım, dostluk ve bu çizgideki kavramlarla anlatılmak istenen insanlar arasındaki münasebet dokusuna amenna. Hata, nisyan, yanlış, unutma ve benzeri insanî hasletlere de amenna. Zaten insan bu iki çizgi arasında gidip gelen bir varlık. Tabii buna bir üçüncü boyutu ilave etmek gerek. Fakat o şimdilik konumuz değil. Nedir diye merak edenlere bir tek kelime ile söyleyeyim; ihanet.
Â
Geçenlerde bir dost bir münasebetle yakınlarından, dost bildiklerinden yakınmış ve dostluk göstermedikleri gerekçesi ile onlara olan gönül kırıklığından dem tutmuştu. Çeşitli vesilelerle aynı atmosferde biraraya gelip dertleştiğimiz, ayrıca ortak dostlarımız vesilesi ile onun şikayetine vesile olan bazı hadiselere ve perde arkalarına vakıf olduğum için ona bir hatırlatmada bulundum; önünü görenlerin arkasında dururlar! İhtimal benden böyle bir çıkış hiç beklemiyordu; onu teskin edeceğimi, belki konuyu çektiği çerçeve içinde konuşup kendisini destekleyeceğimi ve ağzımdan dökülecek cümlelerle rahatlayacağını düşünüyordu. Tam aksi bir duruşu sergileyen bu cümlemle karşılaşınca şok oldu ve ne demek istiyorsun dedi.
Ben de tavsiye ve yönlendirme babında söylediğim sözleri umumi olduğunu zannettiğim bir sıkıntıya derman olur düşüncesiyle sizinle paylaşayım istedim.
 Herşeyden önce insan, insandır. Melek değil, şeytan hiç değil. Maddî-manevi bir hazine hükmünde kendisine verilen özellikleri yerli yerinde kullandığında sûretâ insan olarak yaratıldığı gibi sîretâ da insan olur, insan. Aksi halde şeytanlara şeytanlık yapacak derekeye bile düşebilir. Bu bir.
İki; insan hata yapabilir, hatasız insan olmaz. Ama muhasebesiz insan da olmaz. Muhasebe insana doğrusu ile yanlışını, hatası ile sevabını bizzat kendisinin görmesini sağlar.
Üç; hata yapmak ne kadar tabiî ve fıtrî ise hatadan dönmek de o kadar tabiî ve fıtridir; öyle olmalıdır. Muhasebesi neticesi herhangi bir davranışının hata olduğunu anlayan insanın, eğer insansa, eğer insanî özelliklerini hâlâ yitirmedi ise yapacağı tek şey vardır; hatasından anında dönmek.
Sonuncu hususa gelince; insan olayları öncelemesini bilmelidir. Şuuru sayesinde yapacaktır insan bunu ki o şuur onu hayvanlardan, nebattattan ayıran yegâne özelliktir. Halk tabiriyle Perşembenin gelişini Çarşambadan görecektir. Hangi Çarşamba? Perşembeden bir gün önceki Çarşamba değil, bir hafta önceki Çarşamba, bir ay önceki, bir yıl önceki, on-yirmi-otuz yıl önceki Çarşamba. Tabii bu Çarşambanın hangi Çarşamba olacağı insanın bilgi ve tecrübe ufkuna, içinde yaşadığı dünyada cereyan eden hemen her bir hadiseye bakış ve değerlendiriş ufkuna göre değişir
Bu hatırlatmalardan sonra gelelim ana mevzuya; dedim ki o arkadaşıma: kimseyi arkamda durmuyor, kara gün dostu olmuyorlar diye itham etme. Çünkü önünü görenlerin arkasında dururlar. Sen önünü görmüyorsun. Yaptığın hatalar; bir; kendini hatasız kabul ediyorsun; yanlış yapmam diyorsun, her yaptığım doğrudur köşkünde saltanat sürmeye çalışıyorsun. İki; beşer olarak hata yapmayacağını zannettiğin için muhasebeye de durmuyorsun. Kendini, düşüncelerini, davranışlarını eleştiri süzgecinden geçirmiyorsun. Sesli düşünüyorsun, düşündüğünü hemen hayata geçiriyorsun. Dolayısıyla dile getirdiğin düşüncelerinin, fiiliyata döktüğün davranışlarının ne öncesinde ne de sonrasında, sen Sana hesab vermiyorsun. Üç; bunu yapmadığın için hatanı-yanlışını göremiyor, geriye dönemiyor, hatanda, yanlışında ısrarcı oluyorsun. Farklı bir perspektiften hadiseleri gözlemleyen ve senin yanlışlarını gören dostların ise, seni uyarıyor, bu gidişin gidiş olamadığını söylüyor ama sen onlara da kulak asmıyorsun. Ve nihayet gemi karaya oturuyor, hatalarının seni sürüklediği mecburi limanda gemin batıyor ve sen etrafında hiç kimseyi göremiyor, bulamıyorsun. Bu defa da nerede kalmış dostluk, niye arkamda durmuyorlar, iyi gün dostuymuş bu insanlar vs diye ithamlarda, karalamalarda bulunuyorsun. Netice, iyice yalnızlaşıyorsun. Azizim! Hata sende. Unutma: önünü görenlerin arkasında dururlar.
Ahmet Kurucan
Vefa, sadakat, yardım, dostluk ve bu çizgideki kavramlarla anlatılmak istenen insanlar arasındaki münasebet dokusuna amenna. Hata, nisyan, yanlış, unutma ve benzeri insanî hasletlere de amenna. Zaten insan bu iki çizgi arasında gidip gelen bir varlık. Tabii buna bir üçüncü boyutu ilave etmek gerek. Fakat o şimdilik konumuz değil. Nedir diye merak edenlere bir tek kelime ile söyleyeyim; ihanet.
Â
Geçenlerde bir dost bir münasebetle yakınlarından, dost bildiklerinden yakınmış ve dostluk göstermedikleri gerekçesi ile onlara olan gönül kırıklığından dem tutmuştu. Çeşitli vesilelerle aynı atmosferde biraraya gelip dertleştiğimiz, ayrıca ortak dostlarımız vesilesi ile onun şikayetine vesile olan bazı hadiselere ve perde arkalarına vakıf olduğum için ona bir hatırlatmada bulundum; önünü görenlerin arkasında dururlar! İhtimal benden böyle bir çıkış hiç beklemiyordu; onu teskin edeceğimi, belki konuyu çektiği çerçeve içinde konuşup kendisini destekleyeceğimi ve ağzımdan dökülecek cümlelerle rahatlayacağını düşünüyordu. Tam aksi bir duruşu sergileyen bu cümlemle karşılaşınca şok oldu ve ne demek istiyorsun dedi.
Ben de tavsiye ve yönlendirme babında söylediğim sözleri umumi olduğunu zannettiğim bir sıkıntıya derman olur düşüncesiyle sizinle paylaşayım istedim.
 Herşeyden önce insan, insandır. Melek değil, şeytan hiç değil. Maddî-manevi bir hazine hükmünde kendisine verilen özellikleri yerli yerinde kullandığında sûretâ insan olarak yaratıldığı gibi sîretâ da insan olur, insan. Aksi halde şeytanlara şeytanlık yapacak derekeye bile düşebilir. Bu bir.
İki; insan hata yapabilir, hatasız insan olmaz. Ama muhasebesiz insan da olmaz. Muhasebe insana doğrusu ile yanlışını, hatası ile sevabını bizzat kendisinin görmesini sağlar.
Üç; hata yapmak ne kadar tabiî ve fıtrî ise hatadan dönmek de o kadar tabiî ve fıtridir; öyle olmalıdır. Muhasebesi neticesi herhangi bir davranışının hata olduğunu anlayan insanın, eğer insansa, eğer insanî özelliklerini hâlâ yitirmedi ise yapacağı tek şey vardır; hatasından anında dönmek.
Sonuncu hususa gelince; insan olayları öncelemesini bilmelidir. Şuuru sayesinde yapacaktır insan bunu ki o şuur onu hayvanlardan, nebattattan ayıran yegâne özelliktir. Halk tabiriyle Perşembenin gelişini Çarşambadan görecektir. Hangi Çarşamba? Perşembeden bir gün önceki Çarşamba değil, bir hafta önceki Çarşamba, bir ay önceki, bir yıl önceki, on-yirmi-otuz yıl önceki Çarşamba. Tabii bu Çarşambanın hangi Çarşamba olacağı insanın bilgi ve tecrübe ufkuna, içinde yaşadığı dünyada cereyan eden hemen her bir hadiseye bakış ve değerlendiriş ufkuna göre değişir
Bu hatırlatmalardan sonra gelelim ana mevzuya; dedim ki o arkadaşıma: kimseyi arkamda durmuyor, kara gün dostu olmuyorlar diye itham etme. Çünkü önünü görenlerin arkasında dururlar. Sen önünü görmüyorsun. Yaptığın hatalar; bir; kendini hatasız kabul ediyorsun; yanlış yapmam diyorsun, her yaptığım doğrudur köşkünde saltanat sürmeye çalışıyorsun. İki; beşer olarak hata yapmayacağını zannettiğin için muhasebeye de durmuyorsun. Kendini, düşüncelerini, davranışlarını eleştiri süzgecinden geçirmiyorsun. Sesli düşünüyorsun, düşündüğünü hemen hayata geçiriyorsun. Dolayısıyla dile getirdiğin düşüncelerinin, fiiliyata döktüğün davranışlarının ne öncesinde ne de sonrasında, sen Sana hesab vermiyorsun. Üç; bunu yapmadığın için hatanı-yanlışını göremiyor, geriye dönemiyor, hatanda, yanlışında ısrarcı oluyorsun. Farklı bir perspektiften hadiseleri gözlemleyen ve senin yanlışlarını gören dostların ise, seni uyarıyor, bu gidişin gidiş olamadığını söylüyor ama sen onlara da kulak asmıyorsun. Ve nihayet gemi karaya oturuyor, hatalarının seni sürüklediği mecburi limanda gemin batıyor ve sen etrafında hiç kimseyi göremiyor, bulamıyorsun. Bu defa da nerede kalmış dostluk, niye arkamda durmuyorlar, iyi gün dostuymuş bu insanlar vs diye ithamlarda, karalamalarda bulunuyorsun. Netice, iyice yalnızlaşıyorsun. Azizim! Hata sende. Unutma: önünü görenlerin arkasında dururlar.
Ahmet Kurucan