* Pazardan NAZAR'a* | Define işaretleri ve anlamları

* Pazardan NAZAR'a*

Lacivert24

Extra/Dini Konular
Admin
Katılım
20 Ocak 2013
Mesajlar
8,186
Beğeni
23,348
Puanları
113
Konum
Erzincan
“Vazifeni yap, vazife-i İlahiyeye karışma!”

Düşünce, fikir, fikirse, derin düşünmek demek. Derin düşünce ise tefekkür demek. Tefekkür: Bir mesele hakkında zihnî faaliyet gösterme, fikir üretme ve zihni yormak demek. Onun için: “Bir saat tefekkür, bir yıl nafile ibadetten üstündür.” Hadîsi, düşünmenin önemine ve derin anlam vurgusuna dikkat çeker.

İlk insan Hz. Âdem’le başlayan düşünce, son insana kadar da devam edecektir. Onun için evrenseldir düşünce.

Sokrat, Platon ve Aristo gibi ilkçağ filozoflarına göre tefekkür: karşılaştırmalar yapma, ayırma, birleştirme, bağlantıları ve biçimleri kavrama kabiliyeti olarak tespit edilir. Aristo: “Düşünme, insanı hayvandan ayıran en önemli farktır.” der. “Düşünüyorum, öyleyse varım.” diyen Dekart ise, bu felsefî önermeyle; varlık, bilinç ve bilgi teorisi üzerine derin düşünceleri tetikleyerek düşünmeyi, insan olmanın temeli ve gereği kabul eder.

Kur’an-ı Kerim’de 750 civarında (yaklaşık Kur’an’ın 1/8) ayet, kâinatı düşünmeye çağırır insanı. Yaratıcı, bilir insanın unutkanlığını da onun için sık sık “Hiç düşünmez misiniz?” diye hatırlatır. Bu hatırlatmalardan sadece bir tanesinde:

“Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!” (Âl-i İmran, 190-191)

Günümüzde ‘çağdaşlık’ maskesi altında birçok şey, maalesef insanı düşündürmemek veya düşündürtmemek üzerine üretilmiş adeta. Bilim, rahat ve kolay yaşamak için çok önemli teknolojik çalışmalar yapmakta. Bunlara söyleyecek sözümüz yok elbette. Fakat diğer taraftan; akıl, idrak, izan ve insanlıktan yoksun, sadece tahrip üzerine kurulu sözüm ona çağdaşça oyunlar sahnelenmekte! Şeytana pabucunu ters giydirecek, zehirli yılan safında yer tutan bu kirli oyun sahiplerinin amacı elbette ki belli: ‘Halife-i Arz’ olan insanı; “akletmek, görmek ve duymak nimetlerinden uzaklaştırıp hayvandan bile daha aşağı” (A’raf, 179) çukurlara düşürerek, fıtratı bozmak. Yani minare başından kuyu dibine tenzili rütbe ettirmek.

Bugün çağdaşça sunulan zehirli bal ile her daim zehirlenerek düşünme melekeleri yok edilmiş milyonlarca zavallı insan var. Ne acı ki bunlar; sadece seyreden, şuur altına dayatılanları düşüncesizce yapan ‘robotik’ varlıklardan farksız hale gelmişler. Hâlbuki insanlık tarihi dün de bugün de, düşünenler ve düşündüklerini yaşayabilenler sayesinde elde etmiş birçok kolaylığı ve nimeti. Birileri, düşünceleri ile aydınlatmak uğruna yanmışlar ve bunu hayattan daha değerli bilmişler. “Hayatı bir fikir uğruna hakir gören” Sokrat da işte bunlardan biri olarak tarihsel hafızada hala yaşamaya devam ediyor.

Düşünmenin ve düşündürtmenin bu kadar zor olduğu bir ortamda; “Büyük zekâlar, birlikte düşünür. diyen Malcolm X’in istişare odaklı sözlerini hayata geçirmek ne güzel olur. Üç elifi, yüz on bir yapacak sır da bu değil midir?

2018 yılında 94 yaşında ebedi âleme uğurladığımız ve kendileriyle TRT için 10 bölümlük “İslam Bilim Tarihi” Belgeseli hazırlama bahtiyarlığı yaşadığım merhum Prof. Dr. Fuat Sezgin, düşünür ve kendisine bir hedef koyar. Bu düşünce, kâğıt üzerinde kalmaz. Hedefine ulaşmak için; tam 27 dil öğrenir, 60 ülkenin kütüphanelerinde 400 bin el yazması eseri ve binlerce etüdü elden geçirir. Sonunda; kendi alanında insanlık tarihinin başlangıcından bugüne kadar sahasında yazılmış en kapsamlı bilim tarihi eseri olan “Arap-İslâm Bilimleri Tarihi” (Geschichte des Arabischen Schrifttums) adlı 17 ciltlik muhteşem eserini yazar. Bu önemli eseri yazmaya başlayacağını ilk önce çok saygı ve hayranlık duyduğu Hocası Alman oryantalist Prof. Dr. Hellmut Ritter’e (1892-1971) söyler. Onun cevabı: “Bunu dünyada hiç kimse yapamaz. Siz de yazamazsınız. Bırak bu işi; boşuna kendini yorma.” olur. Fuat Hoca: “İlk defa hocama inanmadım; çünkü kararımı vermiştim. Karar verdim ve yaptım.” der. 1967 yılında kitabının birinci cildi yayınlanınca bunu hemen Hocası Ritter’e gönderir. Öncesinde böyle bir eserin asla yazılamayacağını söyleyen Hocası, eseri inceledikten sonra bu sefer: “Şimdiye kadar böyle bir çalışmayı hiç kimse yapamadı. Bundan sonra da senden başka hiç kimse yapamayacak. Tebrik ederim seni!” diyerek hakkı teslim etmek durumunda kalır. Düşünceyi meyveye dönüştürmek işte bu!

Cemil Meriç “Cinayete ses çıkarmayan, caninin ortağıdır.” der. Düşündürtmeme cinayetini işleyenlerin ortağı olmamak için ‘düşünce ibadetine’ dört elle sarılıp sahip çıkmak, hak olanı tutup kaldırmak insanlığımıza yakışan ne güzel bir vasıftır.

Pakistan’ın büyük şairi merhum Muhammed İkbal, İslam’dan önceki Arap Toplumunu, onları düşündürten Hz. Muhammed sonrasında: “Yol kesenler, Kur’an okuyup düşünmeyi öğrenince, yol gösterici oldular.” diyerek över. Çünkü doğru düşünceler, yanlışın karanlığını aydınlığa çevirir.

Geleceğin mutlu ve huzurlu dünyasını inşa etmek için de, ebedî saadetimizi kazanmak için de bugünden bir şeyler yapmak lazım. Yoksa “Rüzgâr eken, fırtına biçmeye” hazır olsun. Doğunun önemli bilgesi Sadi “Yarının ekmeği için bugünden maya tutulur.” diyerek hatırlatır bu gerçeği. Biz, vazifemizi bugünden hatta hemen şimdi yapmalıyız. Çünkü dün, gitti ve bir daha asla gelmeyecek. Yarını getirmek ise elimizde değil. Bütün sermayemiz ise yaşadığımız şu an sadece.

“Tohum ek, vermezse toprak utansın.” diyen Necip Fazıl, sonuç odaklı olmadan ve dahi tembelliğe düşmeden sadece vazifemizi yapmaya çağırır bizi. Hiç şüphesiz ki, düşüncenin de doğruya çıkması önemlidir. Yoksa Hz. Ali: “Eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz.” der. Düşünce; yerli yerinde ve dosdoğru olmalı. Biz ise “Hileyi, hilesizlikte bilerek” ne aldanan ne de aldatılan olmamalıyız.

“Dün, dünde kaldı, bugün yeni şeyler söylemek zamanı.” diyen Mevlana’nın düşüncedeki yenilikçi yaklaşımını, günümüz için realize ederek: “Ata et, aslana ot atılmaz.” “Eski hal muhal, ya yeni hal, ya izmihlal” gerçekçiliği ile çağının ruhunu keşfeden, baştan sona insan ve iman merkezli, şefkat ve tefekkür yüklü fikirleriyle çağının idrakine seslenen Said Nursi’ye kulak verilmeli. Aksi halde, insanımız ve insanlık için hüsrandan başka bir sonuç olmayacaktır.

Düşünceler beyinlerde, kitaplarda, arşivlerde heba edilmemeli. Faydasına inanıldığı anda söylenmeli. Düşünmekten ve düşünüleni söyleyip gereğini fiilen yapmaktan korkmamalı. Yeter ki, samimi ve doğru olsun. Arif Nihat Asya’nın “Boyasına güvenen halılar, güneşten korkmaz.” dediği gibi. Doğru ise, güzelse hemen şimdi söylenmeli ve fiilen derhal harekete geçilmeli. Kimse kıyamet sabahını beklememeli. Zaten o gün söylenecek hiçbir sözün anlamı ve kıymeti olmayacak.

“Tuğlaları üst üste koymak tekrar değil, inşadır.” diyen Zübeyir Gündüzalp yine: “Et-tekraru ahsen, velev-kâne yüz seksen” “Tekrar, çok güzeldir. Yüz seksen kere olsa bile.” diyerek, doğru düşüncenin bıkmadan, usanılmadan tekrar tekrar söylenmesi gerektiğini ifade eder. Bununla, fıtratımızın hatırlatılmaya ne kadar da çok ihtiyacı olduğunun altını çizer. Bugünkü reklam-iletişim mantığının da işte bu gerçek olduğu, şüpheden varestedir.

Düşünceye adeta savaş açılan bir çağda; çağına ve çağdaşlarına yeni ve kuşatıcı bir fikirle seslenen Zamanın Sesi, daha ‘Birinci Söz’ünde:

“SUAL: Tablacı hükmünde olan insanlara bir fiyat veriyoruz. Acaba asıl mal sahibi olan Allah ne fiyat istiyor?

ELCEVAP: Evet, o Mün’im-i Hakikî (nimetlerin gerçek sahibi), bizden o kıymettar nimetlere, mallara bedel istediği fiyat ise üç şeydir:

Biri zikir,

Biri şükür,

Biri
FİKİRDİR.

Başta “Bismillâh” zikirdir.

Âhirde “Elhamdülillâh” şükürdür.

Ortada, bu kıymettar harika-i san’at olan nimetler Ehad, Samed’in mucize-i kudreti ve hediye-i rahmeti olduğunu düşünmek ve derk etmek
FİKİRDİR.” Yani, “Nimette in’amı hissetmek ve Rabbini onun ile tanımaktır.” tespitiyle, fikir ve düşünce olmazsa, insanın bu dünyadaki en önemli gayesi ve vazifesi olan Rabbini tanıyıp O’na teşekkür edemeyeceği gerçeğine dikkatleri çeker.

Kaybettiğimiz zamanları telafi ettirip bizi kendimize getirecek, düşünce iklimimizi besleyip eyleme dönüştürecek böylesi ufuk açıcı fikir ve düşüncelere bugün her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.

Gelecekte “Düşünenlerin iklimi ve ışığı” olabilmek, yeni nesillerle doğru zamanda, doğru iletişim kurmamıza bağlı. Bunun için de:

Medya dünyasının (geleneksel ve yeni medya) farklı ve önemli mecralarında mutlaka ve muhakkak acil bir şekilde yer almalı,

Ahlâken yozlaşmış, yaşamadığını söyleyen, ötekileştiren Müslüman imajından derhal fabrika ayarlarına dönülmeli,

Bütün varlığa şefkatle kucak açıp, meşru hayat tarzının insanın bütün keyiflerine kâfi geleceğini ortaya koyarak insanlık için yeniden ümit haline gelinmeli,

Kâinat, Gelecek, Din ve İnsan tasavvuru yeniden bilimsel ve güncel bir üslupla ele alınarak, her yere, her dile ve her kesime ulaşılıp anlatılmalı,

Farklı coğrafyalardaki, farklı İslam renklerini güneşin elvan-ı seb’ası (yedi rengi) gibi “Tevhid” eksenli okuyarak, ittihad-ı İslam çabalarına yol açıp, güç verilmeli,

Bilimde ‘yaratılış’ gerçeğini ispat ederek, bilim-din çatışmasını ortadan kaldırıp Allah’a inanan herkesle evrensel ölçekte yakınlık kurulmalı.

Düşüncelerimiz bu şekilde eyleme dönüşürse, bütün insanlığı düştüğü yerden yeniden ayağa kaldırma imkânı bulabiliriz. Kavlî ve fiili dua elbette ki bir arada olmalı. Neticede: “Vazifeni yap, vazife-i İlahiyeye karışma!” prensibi daima pusulamız olmalı.

Adem özkan
 

Lacivert24

Extra/Dini Konular
Admin
Katılım
20 Ocak 2013
Mesajlar
8,186
Beğeni
23,348
Puanları
113
Konum
Erzincan

Menfaatin şe’ni, her arzuya kâfi gelmediğinden, üstünde boğuşmaktır."​


"Menfaat" burada insanların yararlandığı bütün nimetler, kaynaklar ve dünyevi şeylerdir. İnsanın fıtratında istek ve talepler sınırsız bir şekilde iken, dünya nimetleri imtihan gereği sınırlı ve kısıtlıdır. Bu sebeple sınırsız isteklerin sınırlı kaynaklar üstünde boğuşması ve çatışması kaçınılmazdır.
Bu sorunun tek çözümü vardır: insanın sınırsız istek ve hırsını iman ile ıslah edip boğuşmaya değil kanaat ve yardımlaşmaya yöneltmektir. O zaman insanlar sakin ve huzurlu bir yaşam sürer.
Eğer insanın sınırsız hırs ve ihtiyaç hisleri, bir ölçü ve sınır ile ıslah edilmez ise insanlar birbirini yiyerek imha etmeye çalışır. Bu da bütün boğuşma ve kavgaların temel nedenidir. Dünya menfaatlerini elde etmeyi birinci hedef ve maksat yapan menfi felsefe, insanları çatışmaya ve boğuşmaya sevk ediyor.
Oysa İslam kanaati, kararında tüketmeyi yani iktisatlı olmayı, israftan kaçınmayı, yardımlaşmayı, adil ve şefkatli olmayı tavsiye ederek bu sınırsız hırs ve ihtiyacı tadil ve ıslah edip, huzuru temin ediyor.
 

Lacivert24

Extra/Dini Konular
Admin
Katılım
20 Ocak 2013
Mesajlar
8,186
Beğeni
23,348
Puanları
113
Konum
Erzincan
MüSLÜMAN, İNSANLIĞI VAHŞİLERE İNAT YAŞATANDIR

Prof. Dr. Adnan Bülent Baloğlu​


İzmir depreminde Elif ve Ayda bebeklerin kum ve moloz yığınlarının altından sağ salim kurtarılma anlarında yüreklerimiz coştu, gözlerimiz doldu. Hayata mucize eseri yeniden tutunan bebeklerimiz kahraman kurtarıcılarının insanüstü gayretleriyle günışığına kavuştular ve aramıza döndüler. Zifiri karanlığın bağrında, tonlarca molozun altında dört gün boyunca açlığa ve susuzluğa direnen, uzatılan ilk eli başparmağından sıkıca kavrayan Ayda bebeğin köfte ekmek isteyişi, eminim ki 2020’nin en saf, en masum isteği olarak kulaklarımızda hep çınlayacaktır. Diğer taraftan Ayda bebek anneciğini ne yazık ki bir daha göremeyecek, çünkü tüm sadelik, yalınlık ve soğukluğu ile aralarına giren ölüm onları birbirinden kopardı. Depremde vefat eden Ayda’nın annesine ve bütün kardeşlerimize Allah rahmetiyle muamele eylesin.
Durak yeri yüzünden sopalarla kavgaya tutuşan vahşileri izlerken de tüylerimiz diken diken oldu. Çünkü gözü karartıp öfke ve kin seliyle birbirine kaynayan kavgacılardan birinin elinde bir balta vardı. Şiddet ve vahşetin yasasının sevginin yasasına galebe çaldığı bu dehşet dakikaları sevgi, şefkat, merhamet duyguları insan yüreğini terk ettiğinde doğacak zarar ve yıkımın derecesi hakkında bizlere yeterince ipucu sunuyordu. Kuşbakışı bakan birinin bu insanların üç günlük dünyada neyi paylaşamadıklarını anlaması zordu. Anlam ve amaç dünyası buharlaşınca rotasını şaşıran hayatlar hayvani dürtülerine de esir olduğunda insani ve vicdani sınırlar yerle bir olur. İnsanlığın her geçen gün daha fazla gömüldüğü yozlaşma bataklığı insan hayatının özü olan ve onu yöneten sevgiyi yok ederken doğan boşluğu yoğun bir kin ve nefret sisi kaplar. Hırslarına gem vuramayanların şiddet ve barbarlığın kapanına kapılmaları anlık bir meseledir. Onlar vurup kırmanın, yakıp yok etmenin her an her saniye hazır kıta eri olabilirler. Şehrin ortasında elinde baltayla dolaşan biri dalaşmaya, kavgaya zaten teşnedir. Bu gibiler, normal ve akıl sağlığı yerinde imiş gibi aramızda dolaşan ama birkaç tahtası kırık tehlikeli varlıklardır. Nerede ne zaman ve kime bulaşacakları meçhuldür. Allah bunların şerrinden cümlemizi korusun.
Görüntülerde bir mandırada süt kazanına girip türkü eşliğinde süt banyosu yapan bir vicdansızı da gördük ya artık ölsek de gam yemeyiz! Sizi bilmem ama şahsen benim nutkum tutuldu. Ahlak ve insanlıktan soyunmuş vicdanlara söylenecek tek söz bulabilen beri gelsin, zira katran karası vicdanlara söz ve nasihat kâr etmez. İyiliklerin, güzelliklerin, doğruların dünyasından teğet geçen bu gibilerin sayısında gözlenen artış, geleceğimiz adına endişe verici bir durum arz ediyor. Bu kişiler sınır, kural, dur, durak tanımazlar; lügatlerinde insaf, vicdan, iz’an kelimeleri yoktur; Allah korkusu nedir bilmezler. Ahlaksızdırlar, değerleri ters yüz etmekten, kuralları çiğnemekten zevk duyarlar ve bunu yiğitlik sanırlar. İnsana ve doğaya saygıları yoktur. Onları tın tın bir bilinç, tamtakır bir vicdan olarak tanımlamak daha isabetli olacaktır. Bu iğrenç manzarayı da benliğinin ziftleşen kirlerini sütle aklayıp paklayacağını sanan bir akıl çatlaması şeklinde yorumlamak gerekecektir. Onları adalet önünde yargılamak kadar toplum vicdanında yargılamak da önemlidir.
Trafikte makas atan, drift çeken ve bunu aynı anda sosyal medya üzerinden servis eden maganda tiplerden gına geldi. Bu şımarıkların sayıları her geçen gün artıyor. Hayatı küçümsemesiyle hıza ve mekaniğe duyduğu hayranlık arasındaki makası sıfırlayan bu kaçıklara Eric Fromm “ölümsever” adını takmış. Tehlike tutkunluğunu eğlenceye çevirmiş, kuralsızlığı ve yıkıcılığı hayat ilkesi edinmiş bu isyankâr ruhlar aramızdalar ve direksiyona geçtikleri her an tehlike saçan bir ölüm makinesine dönüşüyorlar. Baba parasıyla şehrin yollarında trafik terörü estiren, kendi hayatlarını değil pek çok hayatı hiçe sayan bu ölümsevicilerin kanun, kural takmayan tavırları endişe vericidir.
Sizlere “Yok artık! Bu kadar da olmaz!” dedirtecek türden insanlık adına hüzünlü ve düşündürücü olaylardan bir buket sundum. İnsanlıktan nasibi kesilen akıl ve insaf yoksunu hayatların çölleşmesi mukadderdir, çölleşmiş hayatların kurak ikliminde insaf ve merhamet filizi aramak beyhudedir. Kötülük namına yıkıp yok etmeyi kutsal bir görev bilen sütü bozukların önüne durmak zor. Vicdansızlıkta direnerek kendi fıtratına ve insan soyuna topyekûn savaş açanların öfke ve nefret nöbetleri çoğu kez acı bir yıkımla, feci bir sonla nihayet bulur. Sevmek için yaratılmış kalplerin boşluğunu kin, öfke ve nefretin doldurduğu yerde insanlık çoktan son nefesini vermiştir.
Helal Süt Emenler
Karşıdan karşıya geçmeye çalışan bir yaşlı çiftin yoğun trafik yüzünden sabırla beklediğini gören bir dolmuş şoförünün aracıyla yolu araç trafiğine kestiğine şahit olduk. Gönül isterdi ki o yaşlı çifti gördükleri hâlde görmezlikten gelip gazın pedalına daha bir şevkle basanlar da aynı şuura sahip olsunlar. “Ben İstanbul’dan geliyorum da yanımda hiç param yok, bana simitle su versen, rica etsem?” diyen gence simit ve suyu veren ama ardından da “Senin boyun uzun abi, sen simitle doymazsın sana döner, ayran söyleyeyim.” diyen Diyarbakırlı çocuğumuzun tatlı dili, örnek misafirperverliği ve engin cömertliği göğsümüzü kabarttı. Kendisi de bir muhtaç olduğu halde açlığı tarifsiz sevgi ve merhamet hissiyle doyuran gönlü bol, eli açık küçüğümüz alnından öpülesidir. Saf yürekli simitçinin boy ile açlık arasında kurduğu orantı, eminim, hepimizin dudaklarına tatlı bir tebessüm kondurdu. Buna ister gözün adaleti ister gözün vicdanı diyelim, ne dersek diyelim, gördüğümüz şey, hayatın zorluklarını küçük yaşta omuzlayan bir olgunluk ve onun meyvesi olan gönül zenginliğidir. Hayatın zorluklarını anlayış, şefkat ve nezaketle aşmanın tipik bir örneğidir. Dolayısıyla büyümüş de küçülmüş bu çocuğumuzu, baba parasıyla drift çekerken araba lastiklerini yakan sonradan görme şımarıklarla aynı kefeye koyamayız. Abdülkadir Geylani, kötü kalple iyi kalp arasındaki keskin farkı “Her kalp kendi içindeki çiçeğin kokusunu verir.” şeklindeki veciz deyişiyle ortaya koyar.
Penceresinin pervazına konan, ıslandığı için tir tir titreyen güvercini kurutma makinesiyle kurutup ısıtmaya çalışan, annesiz güvercini süt ve mamayla besleyen, her gün evinin bahçesine gelen tilkiyi doyuran güzel insanları da gördük ve yüreklerimiz ısındı. Gerçek şu ki türlü ahlaksızlıkların ve çürümüşlüklerin ortasında içinin güzelliğini dışa yansıtmayı başarabilenler ancak karanlığı aydınlatabilir. Onlar şahit olduğumuz çirkinliklerin, kötülüklerin toplumsal hafızada bıraktığı derin izleri silerek yeryüzü kötülüklerinin insanlığı esir almasının önüne set çekerler. Onlar toplumun değerlerini yaşatan iyilik melekleridir. Hakikati karanlığa boğdurmak isteyen kötülerin fanatik tutkularının toplumu esir almasına mani olurlar. O hâlde, toplumun değerlerini yaşatanlar yaşatılmalıdır, onlara sahip çıkmalıyız.
Diğer taraftan, insana ve topluma saygı duyan ve hizmet edenler, değerleri baş tacı edenler ise her şeye rağmen insanlığı yaşatanlardır. Gelin biz Sevgili Peygamberimizin bizzat ağzından, insanı ve değerlerini yaşatan ideal Müslümanı bir kere daha dinleyelim: “Müslüman, elinden ve dilinden diğer Müslümanların güvende olduğu kimsedir.” Biz çerçeveyi genişletip bunu “bütün insanlık” ve “bütün canlılar” şeklinde pekâlâ anlayabiliriz. Merhum Ahmet Hamdi Akseki, Müslümanlığı iki cümleye toplar: Allah’ın buyruklarına saygılı olmak; yaratıklarına şefkatli olmak. (Yavrularımıza Din Dersleri, İstanbul: Üçdal Neşriyat, 1967, s. 163).
Özün özü budur.

Prof. Dr. Adnan Bülent Baloğlu
 

Lacivert24

Extra/Dini Konular
Admin
Katılım
20 Ocak 2013
Mesajlar
8,186
Beğeni
23,348
Puanları
113
Konum
Erzincan

Video izleme platformundan para kazanmak helal mi?​


- Bir tane YouTube gibi video izleme platformu var. Bu platformda hem izleyicilerin hem de video üretenlerin para kazanmasını sağlayan bir sistem var.
- Videolarda, içerik üreticisinin sorduğu bazı sorular oluyor. İzleyici bu soruyu doğru bilirse uygulama içi puan kazanıyor. Bu puan ile de telefon, bilgisayar gibi şeyler alabiliyor. Ve rastgele bir şekilde bazı sorulardan sonra reklamlar çıkıyor, hepsinde değil bazılarında. Bu reklamların içinde caiz olmayan şeyler çıkabilir.
- Ben bu platformda video başına para alıyorum. Bir miktar para belirlendi ve o miktara göre video attığımda para alıyorum. Yani benim videomu satın alıyorlar ben de o videoyu onların platformuna yüklüyorum.
- Bu bilgilere göre bu şekilde para kazanmak caiz midir?

Bir kazancın helal olması için, alışverişe konu olan mal veya hizmetin dinen meşru olması; yapılan işlemlerin İslam’ın ticari ve ahlaki prensiplerine uygun olması, tarafların bu alışverişte birbirlerini aldatmaması ve karşılıklı rıza dahilinde yapılması gerekmektedir.
Sanal ortamda icra edilen para kazanma yöntemleri içerisinde, baştan meşru olmayan sistemler olabildiği gibi, meşru amaçlı kullanılabilecekken içerik itibarıyla gayrimeşru alanlara ortam hazırlayan sistemler de mevcuttur. Bunun yanı sıra hem içerik hem de kuruluş gayesi itibarıyla tamamen meşru kazanç yolları da bulunmaktadır.
Söz konusu sanal uygulamalarla, takipçilerine oyun geliştirme, video izleme, fotoğraf çekme, reklam sözleşmesi yapma, reklam tıklama gibi maksatlarla para kazandırma teklifleri yapılmaktadır. Ancak bu gibi uygulamalar para kazanma maksadına yöneldiğinde karşımıza farklı yöntemler çıkmaktadır. Genel olarak bu tarz yöntemler üzerinden gelir elde etmeyi şu şekilde değerlendirmek mümkündür:
1.
İslam dini, kişilerin meşru işlerle uğraşmalarını ve geçimlerini tamamen helal yollardan elde etmelerini emreder.
İslam’ın inanç ve ahlak esaslarına aykırı siteleri ziyaret etmek; buralarda yayınlanan görüntüleri, reklamları, videoları izlemek; şiddeti, şehveti teşvik eden İslam ahlakına uygun olmayan, kumara özendiren ve İslam ticaret ilkelerine aykırı olan hususlarda video izleme, reklam tıklama gibi yöntemlerle gelir elde etmek caiz değildir. Zira dinen meşru olmayan işleri yapmak günah olduğu gibi, bu mahiyetteki işlere yardımcı olmak da günahtır. Kötülüğe ve günaha alet olacak bir konumda olmamak ise Müslümanın en temel görevidir.
Dolayısıyla dinen meşru olmayan hizmetlerin / ürünlerin güven ve şöhret kazanmasına ve revaç bulmasına yardımcı olmak anlamına gelen video izleme, reklam tıklama gibi yöntemlerle gelir elde etmek caiz değildir.
2.
Faaliyet konusu dinen meşru olan site ve ürünlerin reklam yoluyla tanıtımının yapılması karşılığında ücret almakta dinen bir sakınca olmamakla birlikte, gerçeği yansıtmayan sanal bazı yöntemler üzerinden sitelerin tıklanma sayılarını yüksek gösterme amacına yönelik faaliyetler, reklam veren firmaları ve toplumu yanıltarak haksız rekabete sebep olması bakımından, İslam ticaret ahlakına aykırı olup dinen caiz değildir. Bu yolla elde edilen kazanç da helal kapsamında görülemez.
Bu doğrultuda; aynı videoyu sürekli izlemek suretiyle izlenme sayısını yüksek göstermek veya bir ürünün reklamına sürekli tıklama yapmak suretiyle o ürüne aşırı rağbet olduğu izlenimi vermek, başkalarını yanıltma amacına geleceğinden uzak durulması gereken bir kazanç yöntemidir.
3. Video izleme, reklam tıklama gibi uygulamalarda ağ pazarlama (network marketing) sistemine de müracaat edildiği görülmektedir. Ağ pazarlama mantığına dayalı geliştirilen uygulamalarda, yapılan faaliyetin dini açıdan meşru olduğu kabul edilmiş olsa bile, katılımcıların sisteme bizzat kazandırdığı üyeler ve alt üyelerden sürekli bir gelir elde etmesi Kurulumuzca haksız kazanç olarak değerlendirilmektedir. Dolayısıyla böylesine bir yöntemle kazanç sağlanması caiz değildir.
4.
Diğer taraftan, insanın en kıymetli sermayesinin zaman olduğu unutulmamalıdır. Meşru bir ürün ve hizmet üretmeksizin zamanı az bir para kazanma düşüncesiyle bilgisayar / telefon karşısında tüketmek, lüzumsuz ve yararsız şeylerle meşgul olarak heba etmek doğru değildir.
 
Üst Alt