Sana Ruhtan Sorarlar

Lacivert24

Extra/Dini Konular
Admin
Katılım
20 Ocak 2013
Mesajlar
7,950
Beğeni
22,721
Puanları
113
Konum
Erzincan



image.axd


Işığın girmediği karanlık beynin içinde rengarenk bir dünya izleyen ve bundan zevk alan kim?

Yakınlarının seslerini duyan, bu sesleri duyduğunda tanıyan ve sevinen kim?

Kokunun asla girmediği beynin içinde bahçedeki güllerin kokusunu duyan, bundan hoşlanan
kim?

Bir köpek yavrusu gördüğünde ona sevgi duyan ve tüylerini okşadığı duygusunu alan kim?

Yalnızca et, yağ ve sinir hücrelerinden oluşan birkaç yüz gramlık bir organ, yaşamımızdaki üzüntü,
sevinç, dostluk ve özverinin sebebi olabilir mi?

Tüm bunların sebebi bir et parçası olan beynimiz değilse, bu durumda algılayan kim?

Beynimizin içinde dış dünyayı algılayan biri mi var?

Bu, kuantum fizikçilerinin söz ettiği ’gözlemci’ mi?

Peki bu gözlemci beynimizde mi; ya da nerede?

Fred Alan Wolf, bu soruyu şöyle cevaplar:

"... kimin ya da neyin gerçekten gözlemci olduğunu bilmiyoruz. Bu demek değil ki bir cevap bulmaya çalışmadık. İnceledik. Kafanızın içine girdik. Her yere baktık gözlemci denen bir şey bulmak için. Kimse yoktu. Beyinde kimse yoktu. Beynin kabuksal (kortikal) bölgelerinde kimse yoktu. Alt kabuksal bölgelerde ya da kenar bölgelerde de kimse yoktu. Gözlemci denecek kimse yoktu. Ama yine de dış dünyayı gözlemlerken bizler, gözlemci denen şeyin varlığının deneyimlerine sahibiz." [1]

Gözlemci Kim?

Dış dünyaya dair bilgimiz, sadece duyu organlarımızın bize ilettikleridir. Bu bilgiler bize ulaştığında bir dizi işlem sonucunda elektrik sinyaline dönüştürülür ve bu sinyaller beynimizde yorumlanır.

Algıladığımız dünya, dış dünyanın aslı değildir. Bize ulaşan elektrik sinyallerinin ortadan kalktığını düşünelim, dış dünya bizim için yok olacaktır. Çünkü dış dünya ile ilgili her türlü bilgiyi, ancak duyu organlarımız aracılığıyla öğreniriz.

Beynimizde gerçekte ne ses, ne renk, ne de görüntü vardır. Beynimizde yalnızca elektrik sinyalleri vardır. İzlediğimizi zannettiğimiz manzaranın, rengarenk bir çiçeğin, güzel bir müziğin, lezzetli bir yemeğin yalnızca beynimize ulaşan elektrik sinyallerinden ibaret olması, kuşkusuz dış dünyanın yokluğu anlamına gelmez. Duyu organlarımızla beynimize iletilen elektrik sinyallerinin kesilmesi, dış dünyayı ortadan kaldırmaz. Bu durumda dış dünya, yalnızca bizim için yok olur.

Elektrik sinyallerini bizim için anlamlı hale getiren, gelen sinyallerin beynimizde yorumlanmasıdır. Gerçekte onu hisseden ve algılayan varlık başkadır. Beyin bir pastanın tadını, bir kelebeğin rengini ve bir gülün kokusunu hissedip ondan haz alamaz. Beyin yağ, su ve proteinlerden oluşan maddesel bir yapıdır ve insanın benliğini meydana getirmesi imkansızdır. İnsanı düşünen, sevinen, öfkelenen, heyecanlanan bir varlık haline getiremez.

Beyin algıların kaynağı değildir; sadece bir aracı işlevi görür. Bugün bilim adamları da artık fark ettiler ki, beynin içindeki ’gözlemci’, beyinden bağımsızdır ve algıların kaynağı insan bilincidir. [2]

Sevinç, üzüntü, zevk alma gibi insanı insan yapan özellikler şüphesiz atomların davranışlarının bir sonucu olamaz. Dış dünyayı algılayabilen insana bu özellikleri veren şey, insanın beyninden bağımsızdır. İnsanın bir şey üzerinde düşünebilmesi, seçim yapabilmesi, inceleyebilmesi maddesel kavramlarla açıklanamaz. "Darwin’in buldog"u olarak bilinen evrimci Thomas Huxley dahi bu gerçeği fark etmiş ve şunları söylemiştir:

"Bilinç gibi hayranlık uyandırıcı bir şeyin, birbiriyle etkileşim halindeki sinir dokusunun bir sonucu olması, Alaaddin’in lambasını ovaladığında içinden cinin çıkması gibi açıklanamaz bir şeydir." [3]

Bilincin Kaynağı Nedir?

Biliyoruz ki duyu organlarımız aracılığıyla beynimizde algıladığımız dış dünyanın maddesel varlığına asa ulaşamayız. O halde bilincimizde bu hareketli dünyayı oluşturan nedir? Bilim adamları bugün hala bu sorunun cevabını aramaktadırlar. Bilincin kaynağı üzerine yazılmış yüzlerce kitap ve makale varsa da hiçbiri yeterli açıklamaya sahip değildir. Dahası bu konunun açıklanamadığını, bilim adamlarının kendileri de vurgularlar.

Bilinç , materyalist görüşün aksine açıklamasız değildir. Beynin içindeki görüntüyü gören, sesleri duyan bilinçli şuurlu varlık, Allah’ın vermiş olduğu ruhtur. "Görüyorum" diyen, beyninin içindeki sesleri "duyuyorum" diyen, kendi varlığının şuurunda olan bilinç sahibi varlık, Allah’ın insana vermiş olduğu ruhtur. Materyalist görüş, bu gerçeğin anlaşılmasından çekinir. Çünkü ruhun varlığı insanı Allah’a götürür ve onların iddialarını tamamen çökertir. Onlar ne kadar bilincin açıklanamayan bir gizem olduğunu söyleseler de ruh konusu apaçık bir gerçektir.

Hani Rabbin meleklere demişti: "Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım. Ona bir biçim verdiğimde ve ona Ruhumdan üfürdüğümde hemen ona secde ederek (yere) kapanın." (Hicr Suresi, 28 - 29)

Madde bilimi ve mühendisliği profesörü William Tiller, bu gerçeği şöyle itiraf eder:

Göze ihtiyaç duymadan görebilen, kulağa ihtiyaç duymadan duyabilen, beyne ihtiyaç duymadan düşünebilen, insanın "ruhudur." [4]

Fiziksel Dünyayı Algılayan Ancak Maddesel Olmayan Ruh

20. yüzyılın başlarında maddenin gerçeği konusunda yaşanan gelişmeler, Materyalizm’in iddialarının alt üst olma sürecini hızlandırdı. Çünkü madde bildiğimiz gibi sert, renkli ve kokuya sahip değildi; yalnızca enerjiydi. Yaşadığımız ev, ailemiz, diğer insanlar, tüm maddesel dünya enerji olarak vardı. Böylece madde üzerine kurulan tüm görüşler, bu bilimsel sonuçla sarsıldı. Ve bilim, insan bedeni içinde fiziksel dünyayı algılayan ancak maddesel olmayan bir gerçeği kanıtladı: Ruh.

Ruh, madde değil, metafizik bir şeydi. Ne Materyalizm ne Darwinizm bunu kabul edemezdi. Metafizik, onların kendilerince ilahı olan tesadüfleri ve bilinçsiz evrim sürecini yok ediyor, Allah’ın yaratmasını gözler önüne seriyordu.

İnsanı insan yapan, Allah’tan bir parça taşıyan ruhtur. Gördüğü manzaradan haz alan, dinlediği müziği beğenen, yediği tatlıyı lezzetli bulan insanın ruhudur. Akledebilen her insan, heyecan, neşe, mutluluk, endişe gibi duyguları hissedenin kendi ruhu olduğunun bilincindedir.

Allah’ın ruhundan taşıyan insan, başıboş değildir; dünyadaki varlığının bir amacı vardır. Dünyada imtihan olmakta, yaptığı her şeyden sorumlu tutulmaktadır. Her şeyin yaratıcısı olan Allah, dilediğini sürekli/an an yaratır ve insanın yaşadığı her şey, tabi olduğu imtihanın bir parçasıdır. İnsanın yaşamında, Darwinistlerin iddiası olan rastlantısal olaylar ve amaçsızlık yoktur. Dünya hayatındaki yaşamı Allah’ın sonsuz öncede belirlediği bir zamanda, ölüm ile sonlanacaktır. Geriye insanın yalnızca bedeni kalacaktır. Ruhu ise, ahiretteki gerçek barınma yurdunda sonsuza dek yaşayacaktır.
 

Erdem

Vip Üye
Vip Üye
Katılım
15 Nisan 2014
Mesajlar
1,629
Beğeni
3,255
Puanları
113
Teşekkürler Lacivert Ustam çok güzel bilgiler,ALLAH bildirenlerden razı olsun
 

Fikret

Kullanıcı
Katılım
16 Eylül 2014
Mesajlar
2
Beğeni
1
Puanları
3
lacivert ustam sizinle acil bi konu hakkında görüşmek istiyorum lütfen bana yardımcı olurmusunuz
 

Lacivert24

Extra/Dini Konular
Admin
Katılım
20 Ocak 2013
Mesajlar
7,950
Beğeni
22,721
Puanları
113
Konum
Erzincan
Mevlam siz değerli dostlarımızdan da razı olsun inşAllah...
 

yörük

Kullanıcı
Katılım
5 Nisan 2014
Mesajlar
174
Beğeni
364
Puanları
63
Ruh bedene tabi olanların akibeti cehennemdir.Güneş çekim alanından kurtulamazlar,dünyayla birlikte cumburlop güneşin yani cehennemin içine ( Kıyamet safhası ).Kurtulanlar ise ruh güçlerine paralel olarak,kah emekliyerek,kah yürüyerek,kah uçarak ,kah yıldırım hızında ( Bu süreç belkide milyonlarla seneleri kapsıyacak olan ve hadislerde mecaz ve sembol yollu anlatılan sırat köprüsünü geçiş diye anlatılan süreçtir.) algılanan samanyolu galaksisinin alt boyutlarına kaçarlar.Orda tekrardan baas olarak ruh bedendende kurtularak nur beden olarak yani ışık hızının katbe kat üstünde düşünce hızında bir yaşam tarzıyla kendilerine takdir edilmiş olan bi gezegende kendilerini bulurlarki Hadisde en küçük gezegenin dünyanın 10 misli büyüklüğünde olduğu bildirilmiştir. Orda adeta oranın tanrısı gibi yaşarlar.El Halik esması kişiden tüm ihtişamıyla açığa çıkar.Ol derler ve oldururlar. Doğrusunu bilen bilir.
 

yörük

Kullanıcı
Katılım
5 Nisan 2014
Mesajlar
174
Beğeni
364
Puanları
63
Dünyadan birmilyonüçyüzbin defa daha büyük olan güneş.Çekirdeğindeki helyumu,hidrojene dönüştürerek yakan,yanan ve hacmi gittikçe büyüyen güneş.Kıyamete yakın dünyadan beşyüzmilyon kat daha büyük olacacağı söylenen güneş.O zamanda dünya,merkür,jupiter ve diğer gezegenleri içine çekip " O günde dünya ateşin içine atılmış bir su damlası gibi buhar olup gider " denen güneş.Şu an bile taç tabakasından uzayın boşluğuna doğru fişkıran alevlerin, devasa şulelerinin yüzbinkilometrelere ulaşan ve 10 tane dünya üst,üste konulsa hepsini yutabilecek devasa alev dalgaları olan güneş.Alevlerinin beş milyon derece merkezdeki ısının ise onbeşmilyon derece olduğu söylenen güneş.Dünyadaki en sert maddenin dörtbin derecede eriyebilen katmiyum maddesi.Tüm dünya ve içindekiler katmiyumdan olsa ne yazar."Haleleri dünyaya bir mil yaklaştığında dünyadaki herşeyin buhar olacağı " diyerek işaret edilen güneş.Güneşte,güneş.:)
 
Üst Alt