Şeytanın Uşakları Masonlar | Sayfa 2 | Define işaretleri ve anlamları

Şeytanın Uşakları Masonlar

wolf_52

Kullanıcı
Katılım
19 Ocak 2015
Mesajlar
3,812
Beğeni
9,771
Puanları
113
Yaş
52
Dr. John Coleman, "Conspirator’s Hierarchy" isimli kitabında İlluminati’nin hedeflerini söyle sıralıyor:

1- Tek bir din ve onların kontrolü altında olan tek bir para sistemi ile bir dünya hükümetinin kurulması.

2- İnsanların tüm ulusal kimlik ve ulusal gururunun mutlak şekilde imhası. (Çünkü ancak böyle bir uluslar üstü dünya hükümeti toplumlara kabul ettirilebilir.)

3- Bütün yeryüzündeki dinlerin gözden düşürülmesi ve imhası. (Sadece onların dini Satanizm hariç.)

4- Dış uyaranlarla zihin teknikleri, 25. kareler, subliminal mesajlar ile kontrol edilebilen ve bu sinyallere, mesajlara cevap veren insan robotların yaratılması. DİP NOT: masonların medya dan ve siyasetdn sorumlu ayağı ise ilmunatidir...

5- Bilgisayarın ve hizmet sektörünün dışında sanayileşmenin sonu. (Amaç, bir "post-endüstriyel sıfır büyüme toplumu"dur. Kalan sanayiler düşük maliyetli üçüncü dünya ülkelerinde üretilecek.)

6- Uyuşturucu kullanımı ve pornografiyi yasallaştırarak toplumlara yaygın olarak kabul ettirmek ve sonunda gayet normal kabul edilir bir "yaşam biçimi" yapmak.

7- Büyük şehirlerden kente göçü zorlamak ve Kamboçya’daki gibi Pol Pot çizgisinde faaliyetler.

8- İlluminati hedeflerini hizmet verenlerin dışında tüm bilimsel gelişmelerin bastırılması.

9- 2050 yılına kadar üç milyar insanın erken ölümüne neden olacak bir taraftan "lokalize savaşlar" diğer taraftan"açlık ve hastalık".

10- İnsanların moralini zayıflatarak ve kitlesel işsizlik ile işçi sınıfını demoralize ederek böylece ilaç ya da alkol bağımlılığına sürüklemek, gençlerde uyuşturucu kullanımının ve agresif müziğin teşvik edilmesi, aynı zamanda aile biriminin zayıflaması ve dağılmasına yol açar.


11- Birbiri ardına gelen ekonomik krizlerle ve savaşlar ile insanları bunaltmak ve hayata karşı duyarsız ve kayıtsız bir hale getirmek, ABD’de olduğu gibi FEMA - Federal Acil Durum Yönetim Ajansları ile toplumları kriz döneminde yönetmek.

12- Yeni kültleri tanıtmak ve mevcut olanları geliştirmek.

13- Hıristiyan köktendinciliğini teşvik ederek Hıristiyanlara "Tanrı'nın seçilmiş halkı" ile özdeşleşmiş olan Siyonist İsrail devletinin hedeflerini kabul ettirmek.

14- Müslüman Kardeşler gibi ya da Sihler gibi dini grupları oluşturarak mezhep yayılmalarını dünyada teşvik etmek.

15- Mevcut tüm dinleri zayıflatmak için küresel dolaşımda "dini muafiyet" gibi fikirleri ortaya koymak.

16- Dünyada büyük siyasi bir kaos üretebilmek için küresel ekonominin çökertilmesi.

17. Tüm dünyadaki mevcut devletlerin iç ve dış uluslararası politikaların kontrolünü devralmak.

18- Aynı anda yerel ve ulusal kurumların BM, Uluslararası Para Fonu, (Basel BIS) Uluslararası Ödemeler Bankası kademeli olarak uluslar üstü kurumlar haline getirmek ve Uluslararası Adalet Divanı’nı aşağılamak ve BM himayesine getirmek.

19- Tüm hükümetlerin içine sızarak yavaş yavaş her milletin egemenliğini çözerek devralmak.

20- Uluslararası bir terörizm oluşturmak ve terör faaliyetleri ile ülkelere gözdağı vermek.

21- Bütün Devletlerde eğitim sistemini kademe, kademe kontrol altına alarak ve gençleri kendi isteklerimiz doğrultusunda yetiştirmek.
 

ÇALKAYA 28

Document/Belge/Usta
Kullanıcı
Katılım
24 Kasım 2011
Mesajlar
2,534
Beğeni
4,215
Puanları
113
türkiyede ne olup bittiğini anlamanı bir yolu var P2 MASON LOCASI YAZIN İTALYADA neler yaptıklarını görün bunların türkiye uzantılarıda var vede bir çoğu hacı hoca ismiyle meşhurlar birkısmı siyasetci başbakanlık cumhurbaşkanlığı yaptılar
 

BoZKurT

"R@m@z@n"
Forum Düzeni
Katılım
22 Mart 2012
Mesajlar
9,628
Beğeni
17,419
Puanları
113
Konum
İstanbul
Masonların Amacı nedir ?

Masonların tek gayesi Din olgularının olmadığı materyalist seküler (laik) bir dünya düzenidir.. Masonların büyük hedefini yalnızca yüksek dereceli iskoç riti üyeleri bilir diğerleri bilemez..
Masonlukta derece atlamak için bir süreden sonra aşama olarak bütün dinleri reddedip tek gözlü ilah olan deccale inanmak şarttır.. Onun saltanatı için çalışmaktır..
Onların İnandığı şey insanların doğarken boyutlar arasına hapis olarak doğmasıdır.. özgür olabilmeleri içinde boyutlar arası iletişim gereklidir..
Yani diğer boyutlarla transa geçerler..,

| Resimde gördüğünüz şahıs 33.dereceden Türkiye Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Üstadı Remzi Sanver |
M.****’in Hocası Şemsi Efendi ( Şimon Zwi ) Kimdir ?
Şemsi Efendi, 1852′de aslen Sabetaycı (yahudi dönmesi) olan bir ailenin ferdi olarak doğdu.. Asıl adı Şimon Zwi’dir.
Yaşadığı dönemin en büyük Sabetaycı kabalistlerindendi.
Kabalist, yahudilerin önemli dini kaynaklarından olan Kabbala’yı yorumlayabilen, tefsir edebilen kişilere denmektedir.
Bir ara Feyziye Mektebi’nde yahudi dönmelerin çocuklarına Akaid-i Diniye (yani Sabetaycı akımın inanç esaslarını) öğretti.
Dönmelerin iki ayrı grubu durumundaki Karakaş ve Kapancı kollarını birleştirmek için yoğun çaba sarf etti, ama buna muvaffak olamadan öldü…


yolda görsem hilton otelin vale si sanarım, adamdaki forsa bak. :D
 

Kafkaslı

Vip Üye
Katılım
3 Nisan 2013
Mesajlar
1,095
Beğeni
3,583
Puanları
113
e
Türkiyedeki Masonluk Örgütü
Türkiye"de masonların bağlı oldukları iki kuruluş vardır. Bunlar Türkiye Büyük Locası ve Türkiye Fikir ve Kültür Derneği yani Türkiye Yüksek Şurası"dır.

Türkiye Büyük Locasında örgütlenme şu şekildedir:

1) Eski Büyük Üstadlar
2) Bir önceki Büyük Sekreter ve Büyük Hazine Emini.
3) Türkiye"deki localardan her birinin serbest ve gizli oyla seçtikleri üçer delege.

Bunların üstad derecesinde bulunan eylemli üyeler olmaları gerekir.Türkiye Büyük Locası, kendi üyeleri arasından "Büyük Kurul'u seçer. İki yıl için göreve gelen Büyük Kurul, Türkiye Büyük Locası'nın yürütme organıdır. Masonluğun yöntemiyle ilgili işlemleri yapar.

Büyük Kurul'daki en üst düzey yetkili masonluk örgütünün de Genel Başkanı olan Büyük Üstad"dır. Türkiye Büyük Locası"na bağlı tüm kuruluşlarını denetler ve gerekli kararları alır.

Türkiye mason locaları Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Manisa ve Adana illerinde toplanmıştır. Merkez ise İstanbul Beyoğlu Nuruziya Sokağı"ndadır.

Türkiye Fikir ve Kültür Derneği"nin de merkezi İstanbul Beyoğlu Arslanyatağı Sokağı'ndadır. Dernek"Yüksek Şura" denilen "Merkez Yönetim Kurulu"nca yönetilir. Bu kurulun Başkanı ise Hakim Büyük Amir"dir.

Bir masonun Türkiye Fikir ve Kültür Derneği"ne kabul edilmesi için Türkiye Büyük Locası"na bağlı bir locanın üyesi olması gerekir. Derneğin bünyesinde üç grup vardır. 33. derecelilerden oluşan "Yüksek Danışma Divanı" ve 31. derecelilerden oluşan "Haysiyet Divanı" bu üç grubu oluşturur.

1980"li yılları rakamlarına göre Türkiye Büyük Locası"na Bağlı 77 loca bulunmaktadır. Bu 77 locanın 41"i İstanbul"da, 21"i Ankara'da, 12'si İzmir'de ve 2'si Bursa'da ve 1 tanesi Adana'da bulunmaktadır.

Peki masonluk konusunda nasıl düşünmek ve neyi davranmak gerekir. Masonluk, materyalist felsefe, Darwinizm gibi birtakım zararlı felsefeleri kendine rehber edinmiş bir örgüttür. Dahası bu zararlı felsefeleri topluma yaymaya çalışmakta, bu nedenle insanları milli ve manevi değerlerlerinden uzaklaştırarak yozlaştırmaktadır.

Ancak bu durum karşısında tüm masonlara cephe almak bir çözüm değildir. Bu kişiler, özellikle de henüz masonlukla yeni tanışmış olanlar, yanlış bir felsefeye kapıldıkları için yanlış yoldadırlar. Yapılması gereken masonlara yanlış yolda olduklarını göstermek, onlara Allah'ın varlığı, birliği, din ahlakının gerçekleri ve güzellikleri konusunda doğruları anlatmaktır. Umulur ki böylece masonlar da gerçekleri görebilir ve anlayabilirler.

LOCA ADI / KURULUŞ TARİHİ / İL
Gün 1975 İstanbul
Özlem 1975 İstanbul
Başak 1975 İstanbul
İrem 1975 İstanbul
Ankara 1976 Ankara
Evren 1977 İstanbul
Piramit 1977 İstanbul
Yunus Emre 1977 Ankara
Nilüfer 1978 Bursa
Manisa 1978 İzmir
Burç 1980 İstanbul
İlke 1980 Ankara
Atanur 1981 Ankara
Ege 1982 İzmir
Çukurova 1982 Adana
Sembol 1983 İstanbul
Güven 1984 İstanbul
Erdem 1984 Ankara
Denge 1984 Ankara
Işın 1983 İzmir
Başarı 1985 İzmir
Doğan Güneş 1985 Ankara
Meşale 1986 İstanbul
Anadolu 1986 İstanbul
Tolerans 1986 Ankara
Sezgi 1988 İstanbul
Üçsütun 1988 İzmir
Kutupyıldızı 1988 Ankara
Akıl ve Hikmet 1988 İstanbul
Boğaziçi 1988 İstanbul
Karşıyaka 1988 İzmir
Üç Nur 1988 Ankara
Yeditepe 1988 İstanbul
Gönye 1988 İstanbul
Güzel İstanbul 1988 İstanbul
Günışığı 1988 İstanbul
Başkent 1988 Ankara
Tanyeri 1989 İstanbul
Sadakat 1989 İstanbul
Gökkuşağı 1989 Ankara

 

wolf_52

Kullanıcı
Katılım
19 Ocak 2015
Mesajlar
3,812
Beğeni
9,771
Puanları
113
Yaş
52
Masonluğun Türkiye'de ortaya çıkışı 19. yüzyılın ortalarına kadar uzanmaktadır. Türkiye'de masonluk tarihi konusunda yapılan ciddi çalışmalarda genellikle 5 dönemden söz edilmektedir. Bunların birincisi "1909 yılı öncesi" dönemdir. Bu dönem, Osmanlı İmparatorluğu içerisinde birtakım locaların kurulduğu, ancak özellikle Sultan Abdulhamid'in sistemli çalışmaları dolayısıyla bunların bir türlü toparlanamadıkları dönemi kapsamaktadır. Mason locaları bu dönemde dışa bağımlıdır ve yönetim mekanizmaları da yabancı localar tarafından belirlenmektedir.

Türk masonluğunun ikinci dönemi "1909-1935 yılları arası"nı kapsar. 31 Mart (13 Nisan 1909) ayaklanmasının ardından Abdulhamid'in tahttan indirilmesi ile başlayan bu dönemde masonlar siyasi iktidarı ele geçirmiştir. Yurt dışından yönetilen mason locaları, halktan gelen tepkiyi hafifletmek amacıyla göstermelik olarak ilk kez milli bir kimliğe bürünmüşlerdir. Bu dönemin başlarında masonların kontrolündeki İttihat Terakki Cemiyeti ön plana çıkmıştır.

Üçüncü dönem "1935-1948 yılları arası" dönem olarak bilinir. 1935 yılında Atatürk'ün, kökü dışarıda ve zararlı kuruluşlar olduğunu söyleyerek locaları kapatması üzerine masonluk Türkiye'de "uyku" dönemine girmiştir. Ancak bu 13 senelik uyku döneminde masonlar faaliyetlerini Halkevleri'nde sürdürmüşlerdir.

Türkiye'de masonların örgütlenmeleri "1948-1966 yılları arası"nda yeniden canlanır, ancak masonlar bu dönemde Fransız ve İskoç ritleri paralelinde ikiye bölünmüşlerdir.

Son dönem olarak da kabul edilen ve "1966 yılı ve sonrası"nı kapsayan dönemde masonlar, bölünüp iki farklı çatı altına girdikten sonra, faaliyetlerini sürdürmeye devam ederler. Günümüzde de hala bu durum geçerlidir.

Tanzimat, Mustafa Reşit Paşa ve August Comte


Koyu bir ateist olan Fransız düşünür Auguste Comte, masonluk kanalıyla Osmanlı toplumunu dinden uzaklaştıracak telkinlerde bulunmuştu.


Masonluğun Osmanlı topraklarında ilk ciddi çıkış denemesi, 1839 Tanzimat Fermanı dönemindedir. Gerçekte mason localarının ilk kuruluşları biraz daha gerilere gitmekle beraber bunlar pek etkili olamamış, ilk localar iyi bir örgütlenmeye ve ciddi bir faaliyet içine girememişlerdir.

Bu dönemde masonluğun parlayan yıldızının ise, Tanzimat Fermanı'nın da mimarı olarak bilinen Mustafa Reşit Paşa olduğu söylenir.

Masonik kaynakların bildirdiğine göre, Mustafa Reşit Paşa, ilk kez Londra'da masonlarla bağlantı kurmuş ve 1830'lu yıllarda tekris edilerek örgüte katılmıştır. Hangi locada tekris edildiği ise tam olarak bilinmemektedir. Türkiye'deki masonların yayın organı Mimar Sinan dergisi, Mustafa Reşit Paşa'dan şöyle söz eder:





Aynı derginin bir başka sayısında ise şöyle denir:




Peki Mustafa Reşit Paşa'nın Mimarı Olduğu
Tanzimat'ın Anlamı ve Sonucu Nedir?



Tanzimat'ın hem olumlu hem de olumsuz sonuçları vardır ve bu, 150 yıllık bir tartışma konusudur. Gerçekte Tanzimat'ın çıkış noktası, yani Osmanlı'nın Batılı güçler karşısında geri kaldığı, dolayısıyla bir reform süreci başlatması gerektiği doğru bir tespittir. Ancak Tanzimat'la birlikte sadece gerekli teknik reformlar değil, aynı zamanda o dönemde Avrupa düşüncesine egemen olan materyalist felsefenin Osmanlı'ya ithali de başlamıştır.

Konu incelendiğinde, Avrupalı masonların, localar aracılığıyla, Mustafa Reşit Paşa gibi Tanzimat erkanına materyalizm telkini yaptıkları görülmektedir. Mustafa Reşit Paşa'nın bu anlamda çarpıcı bir bağlantısı, ünlü ateist Fransız düşünür Auguste Comte ile kurmuş olduğu yakınlıktır. Ateizmin ve din aleyhtarlığının doruk noktası olan "bilim dini" pozitivizmi ortaya atan Auguste Comte, Mustafa Reşit Paşa'yı etkisi altına almaya çalışmış, hatta bu yakınlık Padişahın, Reşit Paşa'yı ilk Sadrazamlığı döneminde görevden almasına sebep olmuştur. Sık sık Mustafa Reşit Paşa'ya mektup yazarak ona ateist ve din aleyhtarı bir felsefe aşılamaya çalışan Auguste Comte, bir mektubunda şunları yazmıştır:





Comte'un Mustafa Reşit Paşa'ya yazdığı bu metindeki telkinler son derece dikkat çekicidir: Osmanlı halkının İslam'ı bırakıp din olarak pozitivizmi benimsemesi tavsiye edilmekte, böylece "faydasız olan siyasi birlik fikrinden", yani Osmanlı'nın ve dünya Müslümanlarının birliği düşüncesinden vazgeçecekleri ümid edilmektedir. Comte, Osmanlı halkına "Allah yerine hümaniteyi" (Allah'ı tenzih ederiz) benimsemelerini de tavsiye etmektedir ki bu, masonluğun temel felsefesi olan "seküler hümanizm" adlı çarpık inanışın bir ifadesidir. (Seküler hümanizm için bkz. Harun Yahya, Global Masonluk, 2002)

Comte'un satırlarında geçen bu telkinlerin son derece akıl dışı olduğu ise kolaylıkla görülebilir. Tüm insanlar Allah'ın yarattığı ve dolayısıyla O'na karşı sorumlu olan kullardır. İnsanların Allah'tan yüz çevirerek "hümanite"yi, yani birbirlerini bir yaşam gayesi haline getirmeleri ise, toplu bir cehalet ve aldanıştan başka bir şey değildir. Peygamberler tarih boyunca bu cehaletle savaşmışlardır. Kavmine "Ey kavmim, sizce benim yakın-çevrem, Allah'tan daha mı üstündür ki, O'nu arkanızda-unutuluvermiş (önemsiz) bir şey edindiniz. Şüphesiz benim Rabbim, yapmakta olduklarınızı sarıp-kuşatandır" (Hud Suresi, 92) diyen Hz. Şuayb gibi.

Comte ve benzeri 19. yüzyıl ateistleri, (örneğin Darwin, Marx, Freud veya Durkheim) en eski çağlardan beri var olan bir yanılgıyı "yeni" gibi sunmak ve sistematize etmekten başka bir şey yapmamışlardır. Bu yanılgının tüm Avrupa'da, sonra da diğer medeniyetlerde hızla yayılmasının en önemli nedenlerinden biri ise, masonluk örgütüdür. Pozitivizmi ve diğer her türlü materyalist felsefeyi bir din gibi benimseyen masonluk, bunları önce elitlere sonra da onlar aracılığıyla kitlelere empoze etmek için sistemli bir mücadale yürütmüştür.

Masonluğun Osmanlı ve Türkiye içindeki misyonunu da asıl olarak bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Örgüt, bir tür "dine karşı propaganda ve dine karşı mücadele" birliği gibi çalışmıştır. Yerli masonların tarihinden bazı önemli kesitlere baktığımızda karşımıza anlamlı bir tablo çıkmaktadır.
Jön Türkler, İttihat Terakki ve Masonlar


Tanzimat devrinden sonra I. Meşrutiyet gelir. Bu kısa dönemin hemen ardından da, 33 yıl sürecek olan Sultan Abdülhamid devri başlar. Abdülhamid meşrutiyet yönetimini kaldırmış ve ülkeyi kendi yönetimi altında tutmuştur. Bazı tarihçiler bu nedenle Abdülhamid devrini "istibdat" (baskı) dönemi olarak kabul etmeye ve kötülemeye eğilimlidirler. Oysa gerçekler farklıdır.

Sultan Abdülhamid, dağılmanın eşiğine gelmiş olan imparatorluğu, 1876'dan 1909'a dek büyük bir diplomatik denge politikası ile ayakta tutmuş ve ölümcül savaşlara girmekten korumuştur. Dahası, yönetimi boyunca Osmanlı'nın idari sisteminde, yargısında, eğitim sisteminde, askeri düzeninde ve daha pek çok alanda çok önemli reformlar gerçekleştirmiştir. Sonradan İstanbul Üniversitesi haline gelecek olan Dar-ül Fünun (Bilim Yurdu) onun zamanında açılmıştır. Ülkedeki telgraf ve demiryollarının temeli onun zamanında atılmıştır. Cumhuriyeti kuran kuşak, Büyük Önder Atatürk de dahil olmak üzere, Abdülhamid'in açtığı modern okullarda eğitim görmüş ve yetişmiştir. Abdülhamid'in rejiminin "kanlı" olduğu iddiası ise gerçek dışıdır. En şiddetli muhaliflerine bile idam değil, sürgün cezası öngören bir padişah için böyle bir tanım yapmak, en hafif ifadeyle haksızlıktır.
Paris'te düzenlenen "I. Jön Türk Kongresi"nden bir görünüm.


Bütün bu gerçekleri göz ardı eden "Abdülhamid düşmanlığı"nın gerçek nedeni ise, bu büyük Sultan'ın dindar bir Müslüman oluşu ve Osmanlı'yı İslam ahlakının gereğine göre yönetmiş olmasıdır.

Abdülhamid döneminde, ona muhalefet eden aydınlar ise "Jön Türkler" (Genç Türkler) olarak bilinirler. Jön Türkler ortak bir fikriyata sahip değildirler, aralarında İslami duyarlılığa sahip olanlar da vardır. Ancak çoğu, Batılı felsefe, ideoloji ve sistemleri benimsemiş ve Osmanlı'nın kurtuluşunun bunları benimsemekten geçtiğini sanan kimselerdir. Çoğu iyi niyetli olmasına, ülkeyi kurtarma hayaliyle yola çıkmasına rağmen, savundukları fikirlerin önemli bir bölümü yanlıştır ve nitekim Abdülhamid'i devirdikten sonra ülkeyi sadece bir on yıl içinde yıkmaları, bunun tarihsel bir kanıtı olmuştur. Jön Türklerin bir fraksiyonu olmasına karşın, 1910'dan itibaren bu hareketin tümüne egemen olan, 1913'ten itibaren de ülkenin tek gerçek yöneticisi haline gelen İttihat ve Terakki Partisi, "Abdülhamid karşıtlığı"nın Osmanlı'yı iyiye götürmediğinin ispatıdır.

Jön Türkleri ve İttihatçıları yukarıda sözünü ettiğimiz "Batılı felsefe, ideoloji ve sistemlere" yönelten etkenlerin başında ise, bu hareketlerin içindeki masonik etken gelmektedir.

Paris'te yayınlanan Le Temps gazetesinin 20 Ağustos 1908 tarihli sayısında, Selanik'teki iki önemli İttihatçı, yani Refik Bey ve Binbaşı Niyazi ile yaptığı röportajda verilen bilgiler, masonluğun bu hareket içindeki etkisini göstermektedir:





2. Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul'a gelen Balkan Komitesi'nin kurucusu Roden Buxton ise, İttihat Terakki Cemiyeti'ne giriş töreninin, masonluğa giriş töreninin bir kopyası olduğuna dikkat çekmiştir:





İlhami Soysal da masonluk ile İttihatçılık arasındaki ilişkiye ayrıntılarıyla değinmiştir:





Selanik'te bu gelişmeler olurken, masonlardan büyük bir tehlikenin geleceğini hisseden Abdülhamid, mason localarını denetim altına almaya çalışmıştır. Localarda neler konuşulduğu ve oradaki yapılan faaliyetlerin içeriği konusunda bir haber alma sistemi kurmuştur. Üstad mason Kemalettin Apak, o dönemleri kendi bakış açısından şöyle yorumlar:





Kısacası masonluk, Osmanlı'nın son yarım yüzyılına damga vuran Abdülhamid-Jön Türk çatışmasında Jön Türklerin yanında yer aldı ve bu hareketin içinde büyük bir güce ulaştı. Bu, masonluğun siyasi etkisi -daha doğrusu zararı- idi. Örgütün daha kalıcı olan etkisi ve zararı ise, Avrupa'daki biraderlerinden öğrendiği materyalist felsefeyi Türk toplumuna empoze etmek oldu.

Bir "örnek" üzerinde incelemede bulunmak, masonluğun söz konusu materyalist felsefesinin ne boyutlara uzandığını gösterebilir.
Osmanlı Döneminden Din Karşıtı Bir Mason:
Abdullah Cevdet



İttihat ve Terakki'nin kurucuları arasında yer alan Abdullah Cevdet, dine karşı yürütülen savaşın Türkiye'deki ilk öncülerinden biriydi. Toplumu dinden koparmak için kapsamlı bir "dünya görüşü" oluşturmuştu. Ona göre, modern uygarlığın temeli din dışı bir kültüre dayanmalıydı. İslam ise, sözde "ilerlemeye engel olduğu" için toplumsal yaşamın tümüyle dışına çıkarılmalıydı.



Cevdet, Darwin'in evrim teorisinin büyüsüne de kapılmış ve o dönemlerde Avrupalı ırkçılar arasında çok popüler olan "öjeni" (bir ırkın seçmeli çiftleşme yönetimiyle genetik olarak iyileştirilmesi) kavramından etkilenmişti. Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Türkiye Ansiklopedisi Abdullah Cevdet'in görüşlerini şu şekilde özetler:







Kapatılma kararının hemen adından İştihat, İşhad, Cehd dergilerini çıkardı. Bir süre İkdam ve Hak gazetelerinde başyazarlık yaptı. Yapmış olduğu İslam'a saldıran yayınlar yüzünden Meşrutiyet döneminde Şeyh-ül İslam'dan birkaç kez uyarı aldı.

Abdülhamid'in tahttan indirilmesine yardımcı oldu. Fakat kendisi açısından ortamın hala güvenli olmadığını düşünerek uzun süre ülkeye geri dönmedi. Döndüğünde ise İttihatçılar tarafından Sağlık Umum Müdürlüğü'ne getirildi. Ancak bu görevinde de aykırı fikirleri ile kısa sürede göze battı. Kadınlara ilk kez genelev vesikası verilmesi uygulamasını başlatınca, halktan gelen tepki üzerine hükümet tarafından görevinden azledildi.

Abdullah Cevdet'in telif ve tercüme 70'e yakın eseri vardır. Bunların arasında din aleyhtarı propagandanın en yoğun olduğu kitap, Fransızca'dan tercüme ettiği Aklı Selim'dir. 19. yüzyılın tüm köhne ateist safsatalarının ısrarla işlendiği bu kitabın önsözünde Cevdet, tapındığı "ilah"ın "hürriyet", "fazilet" gibi Hümanist kavramlar olduğunu şöyle anlatır:





Abdullah Cevdet Fransız materyalistlerin görüşlerini incelerken Fransız yazar Gustave Le Bon'un etkisinde kaldı. Le Bon'un fikirleri doğrultusunda geliştirdiği "Türk ırkının damızlık erkek yolu ile ıslah edilmesi projesi" ise onu tekrar ülke gündemine getirdi.

Abdullah Cevdet'in inançlı bir aileden gelmesine rağmen, ömrünü dine karşı mücadele etmekle geçirmesi son derece ilginçtir. Osmanlı'nın son devrinde masonik öğretiyle zehirlenen bir neslin en radikal temsilcisi olan Abdullah Cevdet'in cenaze namazı da kıldırılmamıştır. Şu anda hayatta olmayan tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı, Abdullah Cevdet'in cenaze törenini şu sözler ile anlatır:




Halkevleri, Köy Enstitüleri ve Masonik Öğretinin Kitlelere Empoze Edilmesi

hasan-ali-yucel5.5.jpg

Mason Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, Köy Enstitüleri'ni masonik felsefeyi topluma empoze etme aracı olarak kullanmak istiyordu.


Cumhuriyet'in kurulmasının ardından masonlar CHP kadroları içinde örgütlenmeye başladılar. Atatürk 1935 yılında bu masonik örgütlenmenin farkına vararak locaları kapattı. Ancak yine de masonik felsefe yaşamaya ve dahası dönemin Halkevleri ve Köy Enstitüleri gibi kurumlarıyla kitleselleşmeye devam etti.

Halkevleri'nin kuruluşunda tüm yetki, birçok masum insanın asılmasından sorumlu olan Ankara İstiklal Mahkemesi'nin mason reisi Dr. Reşit Galip'e verilmişti. Dr. Galip, Halkevleri'nin açılışı ile ilgili TBMM'de yapmış olduğu konuşmada İslam dininin Türkiye için yol gösterici olamayacağını iddia etmişti. Halkevleri dergisinin sahibi Doç Dr. Anıl Çeçen, bu fikirleri şöyle aktarıyordu:





Halkevleri'nin açılmasında adı geçen bir diğer tanıdık isim, mason İçişleri Bakanı Şükrü Kaya'ydı. Behçet Kemal Çağlar, 1935 Halkevleri adlı kitabının önsözünü Kaya'ya ayırmıştı. Şükrü Kaya, Halkevleri'ni şöyle anlatıyordu bu önsözde:





1934 yılına gelindiğinde Halkevleri'nin sayısı 103'e çıktı. İlk olarak 1941'de açılan ve Halkevleri'nin köy şubesi konumundaki Halkodaları'nın toplam sayısı 4322'yi bulmuştu. Üye sayısı 55 bini bulan Halkevleri'nde 2 milyondan fazla kişi "eğitim"den geçirilmişti bu süre zarfında.

1935 yılında Atatürk mason localarını yerinde bir kararla kapattığında ise, masonlar kendilerine ilginç bir teselli buldular. Ülkedeki en yüksek dereceli masonlardan biri olan İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, mason localarının kapatılması kararını basına açıklarken Halkevleri'nin mason localarının işlevini yerine getirdiğini ve bu yüzden mason localarının kapatılmasında bir sakınca görmediklerini söylüyordu. Üstad-ı Azam Kemalettin Apak Türkiye'de Masonluk Tarihi adlı kitabında Kaya'nın bu yaklaşımını şöyle anlatıyor:





Yani Şükrü Kaya'ya göre masonluk ile Halkevleri aynı felsefenin temsilcileriydi.

Halkevleri projesi ilerleyen yıllarda geliştirilmiş ve "Köy Enstitüleri" adıyla daha da geniş ve kapsamlı bir program başlatıldı. Mason Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'in yönetiminde kurulan Köy Enstitüleri de aynı Halkevleri gibi, masonik felfeseyi topluma aktarma amacına yönelikti.

Bu felsefenin içeriği kısa sürede ortaya çıktı. 1945 yılında Ankara'daki Hasanoğlan Köy Enstitüsü bünyesinde kurulan Köy Enstitüleri Dergisi, İslam dinine ve islam dininin kutsal saydığı tüm değerlere gizli ve açık saldırmaya başladı. Marksist eğilimleri ile tanınan İsmail Hakkı Tonguç'un, adı geçen dergide yazmış olduğu bir makalede şu satırlar dikkat çekiyordu:





Bu alıntıdaki "insani, rasyonel, reel ve taze din" gibi içi boş kavramlar, da masonizmin temeli olan seküler hümanizmin terimleridir.
nazim-hikmet5.6.jpg

Marksist şair Nazım Hikmet'in materyalist felsefeyi hararetle savunan şiirleri, Köy Enstitüleri'nin yayınlarında özel bir yer tutuyordu.


Köy Enstitüleri'nin yayınlarında: Nazım Hikmet'in materyalist felsefeyi savunan şiirleri, öğrencileri Allah'ın varlığını inkara sürüklemeye yönelik mısralar, dinle ve kutsal değerlerle alay eden hikayeler de yer alıyordu. Türkiye Gizli Komünist Partisi'nin ilk Merkez Komitesi Azası Ethem Nejat'ın ve Mustafa Suphi'nin fikirlerine dahi başvurulmuştu.

Dönemin güçlü kalemlerinden Peyami Safa, Köy Enstitüleri'ndeki Marksist propagandayı bir makalesinde şu şekilde yorumlamaktadır:





Köy Enstitüleri'ndeki bu Marksist propagandanın ortaya çıkması üzerine TBMM üzerinde büyük bir kamuoyu baskısı oluştu. CHP saflarından da Köy Enstitüleri'ne karşı eleştiri okları fırlatılmaya başladı. mason Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'in yerine Milli Eğitim Bakanlığı'na getirilen R. Şemsettin Sirer'in Bakanlık müfettişleri tarafından hazırlatmış olduğu Köy Enstitüleri raporu ise ahlaki açıdan utanç vericiydi. İşte bu rapordan bazı alıntılar:

1-12 Numaralı Belge: ... Enstitüsü'nün kuruluşundan 1947 senesine kadar muhtelif zamanlarda kız öğrencilerin büyük bir kısmı Enstitü öğretmenleri tarafından rahatsız edilmiştir. Küme öğretmenlerinin, disiplin kurulu üyelerinin, bakanlık müfettişi Ziya Karamuk'un imzalarını taşıyan bu belgede, kız öğrencilerin öğretmenleri tarafından bizzat öpülüp sıkılmak sureti ile çirkin muamelelere zorlandığı ve ahlaksızlığa zorlandığı tesbit edilmiştir. Bu ahlaksız ilişkiler sonucunda bazı öğretmenler, kız öğrencileri ile kanun zoru ile evlenmek durumunda kalmıştır.

2-13 Numaralı Belge: ... Köy Enstitüsü'nde kız ve erkek öğrenciler Enstitü civarındaki Kalaycı civarında ve Enstitü yatakhanesinde uygunsuz vaziyette yakalanmıştır.

3-14 Numaralı Belge: ... Köy Enstitüsü mezunu bir köy öğretmeni, kendi okulu öğrencilerinden bir kızı iğfal etmiştir. Ahlaki durumları arzedilen öğretmenlerin yetiştirmiş olduğu öğrencilerin mezun olduktan sonra tayin edildikleri okullarda öğretmenlerinden gördükleri gibi hareket ettiklerinin delili olmak bakımından bu belge ayrıca bir önem taşımaktadır.

Köy Enstitüleri ile ilgili raporda anlatılanlar bu kadar değildir. Cinsel serbestliğin yanısıra öğretmen ve öğrencilerin modernlik adına sabahlara kadar süren içki alemleri raporda yeralan diğer örnekler arasındadır. Ayrıca 47 Numaralı belgede Enstitüler'de gizli ve açık olarak ahlaksız yayınlar yapıldığından ve Köy Enstitüleri dergisinde bu ahlaksız yayınlara çanak tutulduğundan, aile içi (ensest) ilişkilere kadar vardırılan cinsel sapkınlıklara yer verildiğinden bahsedilmektedir.

Milli Eğitim Bakanlığı Başmüfettişi Fethi İsfendiyaroğlu, Köy Enstitüleri'nde yapmış olduğu incelemeler sonucu elde ettiği izlenimlerini şu sözleri ile ifade ediyor:





Halkevlerinde ve Köy Enstitüleri'nde yürütülen tüm bu ateist ve materyalist propaganda ile ahlaki dejenerasyon sürecinin, masonların Türkiye için öngördükleri stratejinin bir parçası olduğuna dikkat etmek gerekir. Bu nedenledir ki, Köy Enstitüleri'nin kapanmasından yıllar sonra bile mason yazarlar ve gazeteciler Köy Enstitüleri'ni savunmuş ve hatta bunların yeniden hayata döndürülmesi için çaba harcamışlardır. Masonların yayın organlarından Mason Dergisi'nde yer alan bir makalede, Köy Enstitüleri için "Türk eğitim tarihinin en görkemli projesi" ifadesinin kullanılması, yeterince açıklayıcıdır:





Aynı makalede mason yazar, Halkevleri için de "misyoner bir anlayışın ürünü" ifadesini kullanmaktadır. Söz konusu misyonerlik, kökeni Tapınak Şövalyeleri'ne uzanan, din düşmanlığını kendisine en büyük görev kabul etmiş bulunan masonik misyonerliktir.

Masonların Dine Karşı Savaşı


said_nursi5.7.jpg

Büyük İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi, masonluğun
Türkiye'de hedef aldığı
dindarların başında geliyordu.



Kitabın önceki bölümlerinde incelediğimiz gibi, masonluk, dine ve dini kurumlara karşı cephe alan bir geleneğin temsilcisidir. Tapınak Şövalyeleri, Hıristiyanlıktan çıktıktan ve sapkın bir öğretiye kapıldıktan sonra Hıristiyanlarla tarihsel bir mücadele içine girmiştir. Avrupa'da asırlar boyunca dine karşı yürütülen mücadelede, öncülüğü Tapınakçıların mirasçısı olan masonlar yapmıştır. Türkiye'de de masonluk, pozitivist ve materyalist fikirleri kitlelere empoze eden ve dindarlara karşı düşmanlık körükleyen bir örgüt olarak işlev görmüştür.

Dini kurumların masonları ne kadar rahatsız ettiği ise, Üstad-ı Azam Haydar Ali Kermen'in aşağıdaki ifadelerinden anlaşılacaktır:





Görüldüğü gibi ezan sesi masonların "kulaklarını tırmalamakta" ve onlarca masonik görevlerini hatırlatan bir uyarı gibi algılanmaktadır. "Ben ölmedim, ölmeyeceğim" diyen dinin susturulmasını masonlar en büyük görev olarak kabul etmişlerdir.

Masonlar din ahlakının yaşanmasını engellemek için çeşitli yöntemler kullanırlar. Halkevleri veya Köy Enstitüleri gibi kurumlar bu yöntemlerin sadece biridir. Bir başka yöntem, masonların kontrolündeki medya kuruluşları yoluyla dine ve dini değerlere karşı yürütülen aleyhte propagandadır.

Mason yazarların kitapları bir başka önemli yöntemdir. Abdullah Cevdet ile başlayan bu gelenek, Cumhuriyet döneminde Cemil Sena Ongun veya Orhan Hançerlioğlu gibi en üst derecelere ulaşmış Üstad masonlar tarafından sürdürülmüştür. Cemil Sena Ongun'un Hz. Muhammed'in Felsefesi adlı kitabında, İslam'ın (tenzih ederiz) güya Peygamberimiz (sav)'in bir icadı olduğu iddiası üstü kapalı ama çok ısrarlı şekilde dile getirilir. Büyük Üstad Orhan Hançerlioğlu ise, Toplumbilim Sözlüğü, İslam İnançları Sözlüğü gibi, pek çok üniversitede kaynak olarak okutulan kitaplarında yine ateist ve din-dışı bir propaganda yürütmüş, dindarlara karşı asılsız suçlama ve iftiralar dile getirmiştir. Bu gibi mason teorisyenler, ateizmi ve materyalist felsefeyi "bilimsellik" zanneden, din-dışı bir dünya görüşüne sahip olarak "ilerici" olduklarını sanan, Darwin'in evrim teorisine adeta bir din gibi inanan ve tüm bu cehaletlerin içinde yaşarken de kendisini çok akıllı ve kültürlü sanan bireyler yetiştirmişlerdir.

Masonluk Türk milletini bu şekilde inançlarından koparmaya çalışırken, dindarlara karşı da yoğun bir baskı politikası organize etmiştir. Bir loca kitapçığında yer alan aşağıdaki ifade, bu konuda oldukça açıklayıcıdır:





Dindarları ezmeye yönelik bu "masonik tedbirler"; geçmiş yüzyıl içinde Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hamdi, İskilipli Atıf Hoca, Bediüzzaman Said Nursi, Süleyman Hilmi Tunahan gibi büyük İslam alimlerine yapılan baskıların da perde arkasını oluşturmaktadır. Bediüzzaman Said Nursi'nin eserlerinde bu gerçeğe atıfta bulunan bazı kısımlar da vardır. Bediüzzaman, Nur Risaleleri'nin değişik yerlerinde, masonluğun dine karşı olan düşmanlıklarını şöyle vurgular:







Bir başka yerde Bediüzzaman, masonların din düşmanlığını şu şekilde ifade eder:





Mason ritüellerini incelediğimizde Bediüzzaman'ın dikkat çektiği "biz artık Allah'ı hayat gayesi olarak tanımayacağız. Biz bir gaye yarattık; O gaye Allah değil beşeriyettir" ifadesinin, 1923 yılında yayınlanan Meşrik-i Azam İçtimai Zabıtları adlı masonik dergide yayınlandığı görülür. Yani, Bediüzzaman'ın "Türk'ün manevi bağlarını koparıp onu başka bir yola sürüklemek isteyen güruh" derken kasdettiği kişiler, "seküler hümanizm" dinine inanan masonlardır.

Bediüzzaman, Risale-i Nur'da masonların kendisine olan özel düşmanlıklarını da ifade etmiştir. Bu büyük alime yapılan haksız baskı ve zulümlerde masonların büyük rolü vardır:





Bediüzzaman'ın hayatını anlatan Son Şahitler adlı kitapta, bu büyük İslam alimine karşı masonların çektirdiği sıkıntı ve eziyetler anlatılmaktadır. Bediüzzaman'ın kendi ağzından masonların suçsuz yere kendisini hapse attırdığı bildirilmektedir.

Bediüzzaman kendisine ait suçlamaları cevaplandırdığı Ondördüncü Şua'da da masonların düşmanlığını bir kez daha ortaya koyar. Mahkemenin Bediüzzaman'ın gizli düşmanları olduğunu reddetmesine karşılık, Bediüzzaman bu iddianın yanlış olduğunu, komünistlerin ve masonların kendisine büyük düşmanlık beslediklerini ifade eder. Bununla birlikte, Bediüzzaman, Nur Risaleleri'nde kendi görevinin yalnızca Allah'ın varlığını anlatmak ve dinsizlik akımına karşı imanı korumak olduğunu bildirmiştir. Bir mektubunda bu durumu açık şekilde anlatmaktadır. Olaylar detaylı bir şekilde incelendiğinde, kendisine eziyet eden ve geniş ölçüde hakim olan gücün masonluk ve komünist ideoloji olduğunu şu sözleriyle ortaya koyar:







İslam'ın "en yüksek ve gür seda" olmasından endişe eden masonlar ise, Bediüzzaman devrinden bu yana din aleyhtarı propagandayı ve dindarlara karşı baskı politikasını sürdürmektedirler. Örgüt, 14. yüzyıl Avrupası'nda Tapınak Şövalyeleri tarafından başlatılmış olan "dine karşı savaş"ı tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de yürütmektedir.

Tapınakçı-mason örgütlenmesinin bir diğer önemli yönü ise, daha önceki bölümlerde incelediğimiz gibi, siyasi ve ekonomik menfaatlere yönelik illegal faaliyetlerdir. Türkiye'deki masonluk, bu konuda da yabancı biraderleriyle uyum içindedir.
Türkiye'deki P2'ler: Gizli Localar


Masonluğun en temel prensibi kendini gizlemek, gerçek faaliyetlerini gizli tutmaktır. Bu, Tapınak Şövalyeleri'nden bu yana değişmeyen bir yöntemdir. Tapınakçılar; Hıristiyanlıktan çıkıp sapkın bir inanca kapıldıklarını, Bafomet adlı bir puta taptıklarını, Hz. İsa'ya düşman olduklarını veya sapık cinsel ilişkiler kurduklarını gizlemişler ve kendilerini son derece masum bir keşiş tarikatı gibi göstermişlerdi. Masonluk ise bu gizlilik geleneğini devralmış, kendisini hiçbir siyasi amacı olmayan bir ahlak okulu ve hayır kurumu gibi göstermiştir. Oysa sahip oldukları gizlilik prensibi, bunun inandırıcı bir tablo olmadığını göstermek için tek başına yeterlidir: Masum bir "ahlak okulu", neden dünyanın en gizli örgütlenmesi için çalışmaya ihtiyaç duysun?

Türk masonlarının yayın organlarından birinde yer alan aşağıdaki ifade, "hayır kurumu" imajının bir kamuflaj olduğunu göstermektedir. Mimar Sinan dergisinde, mason Üner Birkan tarafından kaleme alınan bir makaledeki ifade şöyledir:





Masonların bu kamuflajı kullanırken gerçek amaç ve faaliyetlerini gizlemek için başvuracakları ketumiyet ve gizlilik yöntemleri ise yine masonik yayınlarda açıklanmaktadır. Örneğin masonların bir nevi "anayasası" olan Anderson Yasası, Davranış Maddesi, dördüncü fıkrası şöyledir:





Şakül Gibi adlı mason dergisi de örgütün bu gizlilik emrini "biraderlerine" şöyle aktarmaktadır:





Mason Dergisi'nin 1993 yılının Mart ayında yayınlanan sayısında "mabette yapılan Ritüel çalışmalarının dışarıda konuşulmasının yasak olduğu" açıkça söylenmektedir. Yine masonların yayın organı olan Büyük Şark Dergisi'nin 11. sayısında "sembolleri ve localarda geçen olayları, tartışmaları açıklamak ahlak dışı bir harekettir; davaya ve yemine ihanettir" denmektedir.
knights_templars5.8.jpg



Eski Mısır'ın pagan (putperest) sembolleri ile donatılmış gizli mason localarından biri. Karşı sol taraftaki sandalyeye işlenmiş olan Tapınakçı haçı dikkat çekici...
Eski Yunan ve Roma'nın pagan (putperest) sembolleri ile bezenmiş bir diğer mason locası.




Mason örgütünün kendi üyelerine yaptırdığı "Ketumiyet Yemini" ise gizliliğin örgüt içerisinde ne denli önemli olduğunu açıkça ispatlamaktadır. "2. Derece Çırak Ritüeli"ndeki bu yemin şöyledir:





Peki nedir masonların gizlemekte bu kadar hassas oldukları sırlar? İtalya'daki P2 locası bu sorunun cevabını ortaya çıkarmıştır: Topluma bir hayır kurumu ve ahlak okulu gibi gözüken mason localarında, gerçekte siyasi ve ekonomik menfaatlere yönelik pek çok illegal faaliyet yürütülmektedir.

Ancak bu faaliyetlerin yürütüldüğü localar göz önünde değildir. Yani masonluğun geleneksel gizliliğine ilave olarak, bir de "bilinen localar" ve "gizli localar" şeklinde ikinci bir gizlilik prensibi vardır. P2, söz konusu gizli localardan biridir. Bir önceki bölümde incelediğimiz gibi, bu loca diğer mason locaları gibi yeri ve adresi belli bir binada değil, Licio Gelli'nin gözlerden uzak villasının gizli bir bölümünde yer almıştır. İtalya'nın pek çok ünlü siyasetçi, bürokrat, iş adamı veya medya patronunun P2 toplantılarına katılması, bu gizlilik sayesinde mümkün olmuştur. Aksi takdirde P2 locası faaliyetlerini yürütemez, kısa sürede deşifre olurdu.

İşte Türkiye'deki P2'lerin sırrı da burada gizlidir:


Türkiye'deki masonların faaliyetlerinin sadece çok küçük bir kısmı resmi makamların ve kamuoyunun bilgisi dahilindedir. Masonlar resmi olarak bilinen bir kaç ünlü loca merkezine sahiptirler. (İstanbul Nuru Ziya Sokak ve Tepebaşı'ndaki localar. ) Oysaki Türkiye'deki masonik yapılanmanın beyni, gizli localardadır.


Bunlar, mason locası olduğu hiçbir şekilde bilinmeyen ve anlaşılamayan adreslerde yer alan özel ve gizli mabedlerdir. Bu gizli localar, ya Büyük Mason Üstadlarının müstakil evlerinin yer seviyesinin altında kalan gizli mahzenlerinde veya fabrikalarının ve holding binalarının yine gizli olan bodrum katlarında yer almaktadır. Bu gizli salonların bazıları, ayna görüntülü duvarların veya gardrop kapağı gibi gözüken kapıların ardında gizlenmiştir. Son derece lüks ve ihtişamlı bir şekilde döşenen bu localara giden masonlar, sanki sıradan bir iş toplantısına veya dost meclisine gider gibi hareket etmekte ve böylece şüphe çekmemektedirler. Toplantılara katılanlar arasında, Türkiye'nin en üst düzey masonları olduğu gibi, Tel-Aviv, Chicago veya Paris locası gibi yabancı merkezlerden gelen ve hem uluslararası masonik kararları yerli "biraderlerine" aktaran hem de onlarla görüş alış-verişinde bulunan bazı yabancı masonlar da yer almaktadır. Eğer bu mekanlarda detaylı bir araştırma yapılırsa, örgütün illegal faaliyetlerine, yurtdışı bağlantılarına dair pek çok belge ortaya çıkacaktır.

Söz konusu gizli locaların sis perdesini biraz olsun aralayan önemli bir gelişme ise, bu localarda yapılan bazı garip ayinlerin medyaya yansıması olmuştur.

Bu ayinler, bundan 6 yüzyıl önce Kilise tarafından yasaklanan "Tapınak Şövalyeleri" tarikatının, günümüz Türkiyesi'nde halen yaşadığını ve 6 yüzyıl önceki sapkın ritüelleri hala uyguladıklarını göstermektedir.

Tapınakçıların Gizli Ayinleri Ekranda:
Mason Locası Çekimleri


baphomet5.9.jpg

Tapınakçıların sapkın öğretisi, masonluk tarafından korunmaktadır. Tapınak Şövalyeleri'nin tapındığı Bafomet isimli put, üstte masonik sembollerle bezenmiş olarak tasvir edilmiştir.


1997 yılı masonlar açısından zor bir dönemdi. İlk defa mason mabetlerinde gizli çekimler gerçekleştirildi ve bu görüntüler Kanal 7 Televizyonu'nda günlerce yayınlandı. İki ayrı locada çekilmiş olan gizli kamera görüntüleri hem Türk halkını, hem de yüksek derecelere ulaşmamış masonları şok etti. Bu gizli kamera görüntülerinin birisinde, yalnızca 33. dereceden masonların katılabildiği "şeytana tapma ayini" icra edilmekteydi. Ayini yöneten Büyük Üstad, locanın ortasında kesilen bir keçinin kanını içiyor ve İbranice bazı dualar okuyarak şeytana tapma ayinini sonuçlandırıyordu. Diğer görüntülerde ise masonluğu kabul edilen iki yeni kişinin göğsüne, masonik ritüellere göre kılıçlar dayanıyor, bunlar açıkça ölümle tehdit ediliyordu. Aynı locada kaydedilmiş diğer bir görüntüde ise masonlar tarafından sürekli olarak inkar edilen masonik nikah töreni vardı.

Masonlarla ilgili gizli kamera görüntülerinin yayınlanması ile birlikte masonluk, gündemin en üst sıralarına yükseldi. Konunun üzerine giden diğer bazı gazete ve dergiler önemli yorumlarda bulundular. Aşağıda bu yorumların bazılarını aktarıyoruz:







Bu görüntülerin televizyonlarda gösterilmesinin ardından masonluktan daha önceki yıllarda ayrılan, ancak kendilerine ayrıldıklarına dair hiçbir belge verilmeyen Mümin Kılıç ve Önder Aktaç, kameraların karşısına geçerek mason localarındaki kirli işler hakkında önemli açıklamalarda bulundular.

Konu TBMM çatısı altında da gündeme geldi. Tokat Milletvekili Ahmet Fevzi İnceöz, mason locaları konusunda İçişleri Bakanlığı'na soru önergesi verdi. Önergede, televizyonlara yansıyan görüntülere dayanılarak şu yorum yapılıyordu:

Görüldüğü gibi, Büyük Mason Mahfili Derneği adı altında faaliyet gösteren mason derneği, devletimizin güvenliğini ve milli menfaatlerimizi tehdit eden, insanların açıkça tehdit edildiği, emniyet birimlerinin kontrol ve denetiminden kaçan, içinde yasadışı nikahların kıyıldığı, usülsüz paraların toplanıp harcandığı, izinsiz silahların bulunduğu bir merkez durumundadır. Gerçek yönetim merkezi yurtdışında olan, enternasyonal yapısı olan, milli çıkarlarımız ve devlet güvenliğimiz açısından çok tehlikeli olan bu teşekkülün faaliyetlerinin durdurulması gerekmektedir.

Ancak başta belirttiğimiz gibi tüm bu çağrılar yanıtsız kaldı. Masonlar konu hakkında hiçbir açıklama yapmayarak ve kontrolleri altındaki medyayı konudan uzak tutarak gündemin değişmesini sağladılar. Birbirlerine "Kadoş Şövalyesi" (İntikam Şövalyesi) olarak hitap eden bu günümüz Tapınakçıları, asırlardır yaptıkları gibi yine yeraltında kalmaya başladılar.
 
Üst Alt