Tevâzu
Ahmed Rufai Hazretleri, bir gün talebelerine:
- İçinizde kim bende bir ayıp görüyorsa bildirsin, dedi.
Müritlerinden biri:
- Efendim, sizde büyük bir ayıp var, diye cevap verdi.
Ayıbını talebesine soracak kadar kendini aşmış bu mütevazi insan hiç kızmadı,
talebesi böyle söylüyor diye üzülmedi, belki sadece ayıbından kurtulabilmek ümidiyle sordu:
Söyle dedi, kardeşim, o ayıbım nedir?
Talebe gözleri dolu dolu:
- Bizim gibilerin size talebe olması, dedi.
Bu söz gönüllere çok tesir etmiş, sohbette bulunan herkes ağlamaya başlamıştı.
Ahmed Rufai Hazretleri de ağlıyordu. Bir ara sadece:
- Ben sizin hizmetçinizim, ben hepinizden aşağıyım, diyebildi.
Evet, keşke insanlar tabi olanlara bakıp, tabi olanlar da, tabi olunanı aramasalardı
Zira hem dün, hem bugün o altın halkayı temsil eden büyüklerin etrafındaki insanlar,
ne denli nezih olurlarsa olsunlar, onları gösterebilmekte çok acizdirler.
Bugün dahi, bir büyük gönül erinin yanına gelip giden insanlar;
idareciler, gazeteciler, din adamları,
Talebelerinin ufku, hocalarının çok gerisinde. demektedirler.
Zaten, o cevher farkıdır ki, sair madenleri kirlerinden arındırır.
Tevâzuun kaynağı şunlardır:
İnsan cehâletini hatırında tutmak,
İşlediği günahı unutmamak ve
Allahü Teâlâya devamlı muhtaç olduğunu hiç aklından çıkarmamak.
Ebu Osman Hiri (Sufi ö. 910)
Mütevâzî Olanı Rahmet-I Rahman Büyütür.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
Rahmânın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevâzu ile yürürler (el-Furkân, 63)
İdrîs -aleyhisselâm- bir nasîhatinde der ki:
Akıllı kimsenin mertebesi yükseldikçe tevâzû hâli artar.
Ârif bir şâir de bu hakîkati şöyle nazma döker:
Mazhar-ı feyz olamaz düşmeyicek hâke nebât
Mütevâzî olanı rahmet-i Rahman büyütür.
Tohum toprağa düşmedikçe filizlenip büyüyemez. Allâhın rahmeti de, kibirlileri değil, ancak mütevâzı olanları büyütüp yüceltir.
Hazret-i Mevlânânın şu beyânı da, böbürlenenlerin ve benlik iddiâsına kalkışanların, kazâ kılıcını kendi aleyhlerine tahrik ettiklerinin açık bir ifâdesidir:
Kılıç, boynu olan kişinin boynunu keser. Gölge ise yerlere serilmiştir. Boynu ve bedeni olmadığı için onun yaralanması ve kesilmesi de yoktur.
Gurur, kibir ve ucub, ekseriyetle istîdatlı ve varlıklı insanlarda meydana gelir. Hâlbuki insana lutfedilen bütün nîmetler, iki uçlu bir bıçak gibidir. Yani hayra da, şerre de kullanılabilir. Bu itibarla maddî-mânevî istîdat ve zenginliklerin asıl ihtişâmı, cimrilik ve israftan uzak durup tevâzû ve cömertlikle imkânlarını muhtaçlara sarf edebilmektir. Mümin dâimâ; Kendime ne kadar, başkalarına ne kadar Allah rızâsı için sarf hâlindeyim?.. tefekkürü içinde olmalıdır.]
Ahmed Rufai Hazretleri, bir gün talebelerine:
- İçinizde kim bende bir ayıp görüyorsa bildirsin, dedi.
Müritlerinden biri:
- Efendim, sizde büyük bir ayıp var, diye cevap verdi.
Ayıbını talebesine soracak kadar kendini aşmış bu mütevazi insan hiç kızmadı,
talebesi böyle söylüyor diye üzülmedi, belki sadece ayıbından kurtulabilmek ümidiyle sordu:
Söyle dedi, kardeşim, o ayıbım nedir?
Talebe gözleri dolu dolu:
- Bizim gibilerin size talebe olması, dedi.
Bu söz gönüllere çok tesir etmiş, sohbette bulunan herkes ağlamaya başlamıştı.
Ahmed Rufai Hazretleri de ağlıyordu. Bir ara sadece:
- Ben sizin hizmetçinizim, ben hepinizden aşağıyım, diyebildi.
Evet, keşke insanlar tabi olanlara bakıp, tabi olanlar da, tabi olunanı aramasalardı
Zira hem dün, hem bugün o altın halkayı temsil eden büyüklerin etrafındaki insanlar,
ne denli nezih olurlarsa olsunlar, onları gösterebilmekte çok acizdirler.
Bugün dahi, bir büyük gönül erinin yanına gelip giden insanlar;
idareciler, gazeteciler, din adamları,
Talebelerinin ufku, hocalarının çok gerisinde. demektedirler.
Zaten, o cevher farkıdır ki, sair madenleri kirlerinden arındırır.
Tevâzuun kaynağı şunlardır:
İnsan cehâletini hatırında tutmak,
İşlediği günahı unutmamak ve
Allahü Teâlâya devamlı muhtaç olduğunu hiç aklından çıkarmamak.
Ebu Osman Hiri (Sufi ö. 910)
Mütevâzî Olanı Rahmet-I Rahman Büyütür.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
Rahmânın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevâzu ile yürürler (el-Furkân, 63)
İdrîs -aleyhisselâm- bir nasîhatinde der ki:
Akıllı kimsenin mertebesi yükseldikçe tevâzû hâli artar.
Ârif bir şâir de bu hakîkati şöyle nazma döker:
Mazhar-ı feyz olamaz düşmeyicek hâke nebât
Mütevâzî olanı rahmet-i Rahman büyütür.
Tohum toprağa düşmedikçe filizlenip büyüyemez. Allâhın rahmeti de, kibirlileri değil, ancak mütevâzı olanları büyütüp yüceltir.
Hazret-i Mevlânânın şu beyânı da, böbürlenenlerin ve benlik iddiâsına kalkışanların, kazâ kılıcını kendi aleyhlerine tahrik ettiklerinin açık bir ifâdesidir:
Kılıç, boynu olan kişinin boynunu keser. Gölge ise yerlere serilmiştir. Boynu ve bedeni olmadığı için onun yaralanması ve kesilmesi de yoktur.
Gurur, kibir ve ucub, ekseriyetle istîdatlı ve varlıklı insanlarda meydana gelir. Hâlbuki insana lutfedilen bütün nîmetler, iki uçlu bir bıçak gibidir. Yani hayra da, şerre de kullanılabilir. Bu itibarla maddî-mânevî istîdat ve zenginliklerin asıl ihtişâmı, cimrilik ve israftan uzak durup tevâzû ve cömertlikle imkânlarını muhtaçlara sarf edebilmektir. Mümin dâimâ; Kendime ne kadar, başkalarına ne kadar Allah rızâsı için sarf hâlindeyim?.. tefekkürü içinde olmalıdır.]