Ümit ve korku hayat dengemizdir
Korku ve ümit; hem yaşama ümidi, hem de ölüm korkusu hem afvedilme ümidi, hem de cehenneme gitmek, azaba uğramak korkusu. Yani ne Allahın azabından emin olmak ve ne de Allahtan ümid kesmek.
Yüce dinimizin öğrettiği ilahi esaslardan biri de, kulun Rabbi huzurundaki durumu ve teslimiyet ölçüsüdür.
Buna göre mümin, keremi ve rahmeti sonsuz olan Yüce Yaratıcısına büyük bir muhabbet ve tazimle teslim olacaktır. Ne kadar kusurlu ve günahkâr olsa da Onun affından ümidini kesmeyecektir.
Ancak, Allahın bu sonsuz rahmet ve affının yanı sıra, azabının da çok şiddetli olduğunu da unutmayacak; Ondan korkacak ve gazabından emin olmayacaktır. Yani mümin daima korku (havf) ve ümit (recâ) arasında bulunacaktır.
Ademoğlu için bu hayat, gerçekte ümit ve korkuyla dolu bir imtihan yeridir. Bu imtihanda başarı, korku ve ümidin tatlı ahengi içinde yaşayabilmektir. Çünkü fazla korkudan ümitsizlik, korkusuz ümitten de gaflet doğar.
Mümin, Rabbinin büyüklüğünü ve azabının çetinliğini bilerek Ondan korkar. Yani Allahtan en çok korkan, Onu en çok bilendir. Bu sebeple Rasul-i Ekrem (A.S.), Ben, içinizde Allahtan en çok korkanınızım (Buhari) buyurmuyor mu? Fatır Suresinin 28′inci ayeti de işte bu manaya işaret ediyor: Kulları içinde Allahtan ancak Alimler korkar.
Görülüyor ki, ilahî bilgi arttıkça kalbe düşen korku da çoğalıyor. Fakat ümitle dengelenen Allah korkusu insanı bunalımlara değil, isyandan uzak durmaya, geçmişi telafi için taat ve ibadete, geleceğe hazırlanmaya sevk eder. Bunun için büyükler: Herkes korktuğunda kaçar, yalnız Allahtan korkan Ona yaklaşır. demişlerdir.
Allah korkusu, toplum hayatında da dengeleyici bir etkiye sahiptir. İnsan, Allah korkusuyla kul hakkından, hırsızlıktan, dolandırıcılıktan, cana kıymaktan uzak durur. Eline fırsat geçse bile vahşileşip suçlara yönelemez. Yaratıcısı tarafından her an görüldüğü ve denetlendiği imanını vermeyen bir eğitimin, insanı faziletli kılmadığının örneklerini hergün yaşamıyor muyuz?
Şu da bilinmelidir ki, Allah korkusu makbul olmakla birlikte, bazılarının zannettiği gibi ne kadar çok korkulursa o kadar iyidir. görüşü de doğru değildir. Aslında korku, insanı Allaha yaklaşmak için ilim ve amele sevkeden ilahî bir kamçıdır. Aşırı derecede korku ümitsizliğe düşürür, amelden alıkoyar, ve sahibini şaşırtır. Oysa bir şeyin fazileti, Allaha kavuşma mutluluğuna katkısı ölçüsündedir.
İnanan insanın ümit ve korku arasında bulunması gerektiğini söylemiştik. Ümit, Alemlerin sahibi Allah neden benim kusuruma baksın? Nasılsa cennetinde bana da bir yer vardır. gibi bir anlayışla, ölçüsüz, kontrolsüz bir hayat yaşamak değil; insanın gücü yettiğince çabaladıktan sonra ilahî rahmeti ummasıdır. Böyle ümidin belirtilerinden biri, Allaha yönelmekten zevk almaktır. Bu durumda mümin, Ona yalvarmaktan hoşlanır, içten saygı duyar ve Onun ne kadar lütufkâr olduğunun idraki ile yaşar.
Ümit ederek amel etmek, korku ile amel etmekten daha makbuldür. Çünkü sevgi insanı Allaha daha çok yaklaştırır. Sevgi ise korkuyu değil, ümidi çoğaltır. Sevgi ve korkunun Allaha yakınlaştırmadaki etkisi, şu örneğe benzer: Bir adam, iki hükümdara hizmet ediyor. Ama birine korktuğu, diğerine de sevdiği için. Elbette sevdiği için hizmet ettiği hükümdarın yanındaki itibar ve makamı, diğerinden daha yüksek olacaktır. Bunun için, ayet-i kerimelerde, hadis-i şeriflerde ve büyüklerin sözlerinde ümitle ilgili teşvik ve yönlendirme vardır.
Cenab-ı Hak: Allahın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. (Zümer/53) buyuruyor ve ümitsizliği yasaklıyor.
Bakın Allah Rasulü (A.S.) de acziyetinin farkında olan kalplere nasıl ümit aşılıyor:
Müminin kalbinde korku ve ümit toplandığı müddetçe Allahu Tealâ o kuluna umduğunu verir, korktuğundan da emin kılar. (Tirmizî)
Kul bir günah işleyip, hemen ardından tevbe ettiği zaman Allahu Tealâ meleklerine: Kuluma bakın! Bir günah işledi de, suçunun cezasını veren ve mağfiret eden bir Rabbi olduğunu bildi ve tevbe etti. Şahid olun, ben de onu bağışladım buyurur. (Buhari, Müslim)
Allahu Tealâ buyuruyor ki: Eğer kulum göklerdeki bulutlara yükselecek kadar günah işlediği halde benden ümidini kesmeyip af diledikçe, ben onu mağfiret ederim. (Tirmizî)
Allahu Tealâ, Muhakkak Rahmetim gazabıma galiptir buyurdu (Buhari, Müslim)
Nefsimi kudret elinde bulunduran Allaha yemin ederim ki, Allahu Tealâ kuluna şefkatli bir annenin yavrusuna olan merhametinden daha şefkatli ve merhametlidir. (Buhari, Müslim)
Günahlarının çokluğu sebebiyle ümitsizliğe düşen bir adama Hz. Ali (R.A.) Allahın rahmetinden ümidini kesme. Çünkü ümitsizlik o işlediğin günahlardan çok daha büyüktür. demiştir.
Büyük veli Süfyan-ı Servi (K.S.)de şöyle der: Bir kimse günah işlediği vakit, Allahu Tealânın onu affa kadir olduğunu bilip, mağfiretini umarsa, Allahu Tealâ onu affeder. Zira Allahu Tealâ Kuranda bir kavmi şöyle kınar: Kötü zanda bulundunuz, bu yüzden helake mahkum bir kavim oldunuz. (Fetih/12) Bu ayetle Allah, ümitsizliğin insanları neye sürükleyeceğini bildirmiştir.
Evet; anlıyoruz ki mümin ömrü boyunca ümit ve korkunun dengesinde yaşamalıdır. Allah korkusu, onu günah ve her türlü kötülükten uzaklaştırıp salih ameller yapması için bir kamçı görevi yaparken, bir yandan da Rabbinin sonsuz rahmet ve şefkatini bilmelidir.
Mümin, yaşadığı sıkıntı ve zorluklardan dolayı karamsarlığa düşüp asla mağlup da olmamalıdır. Nazargâh-ı İlahî olan kalbini, fani alemin mutlaka son bulacak dertlerinin pençesinde boğmak mümine yakışmaz. Her şeyin hayırla sonuçlanacağı ümidi, imanımızın gereğidir. Bütün ipler neticede Allahın elindedir. O, Alemlerin ve hepimizin sahibi değil mi? Üstadımın dediği gibi; Korkmayın! Eğer mutlaka korkacaksanız, Allahtan korkun. Onun müjdelerine baktığımızda ise görüyoruz ki, hem dünyamız ve hem de ahiretimiz için terazinin ümit kefesi gerçekten ağır basıyor.
Artık hem manevi vazifelerimizde, hem de zahiri hayatımızda ümitle, şevkle, muhabbetle çalışmaktan başka ne düşünebiliriz? Ne attığımız bir adım, ne döktüğümüz bir damla ter, ne de içimizde yaşattığımız küçücük bir ümit kıvılcımı hiçbir şey boşa gitmeyecek.
Allahın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
M.Saki Erol
Korku ve ümit; hem yaşama ümidi, hem de ölüm korkusu hem afvedilme ümidi, hem de cehenneme gitmek, azaba uğramak korkusu. Yani ne Allahın azabından emin olmak ve ne de Allahtan ümid kesmek.
Yüce dinimizin öğrettiği ilahi esaslardan biri de, kulun Rabbi huzurundaki durumu ve teslimiyet ölçüsüdür.
Buna göre mümin, keremi ve rahmeti sonsuz olan Yüce Yaratıcısına büyük bir muhabbet ve tazimle teslim olacaktır. Ne kadar kusurlu ve günahkâr olsa da Onun affından ümidini kesmeyecektir.
Ancak, Allahın bu sonsuz rahmet ve affının yanı sıra, azabının da çok şiddetli olduğunu da unutmayacak; Ondan korkacak ve gazabından emin olmayacaktır. Yani mümin daima korku (havf) ve ümit (recâ) arasında bulunacaktır.
Ademoğlu için bu hayat, gerçekte ümit ve korkuyla dolu bir imtihan yeridir. Bu imtihanda başarı, korku ve ümidin tatlı ahengi içinde yaşayabilmektir. Çünkü fazla korkudan ümitsizlik, korkusuz ümitten de gaflet doğar.
Mümin, Rabbinin büyüklüğünü ve azabının çetinliğini bilerek Ondan korkar. Yani Allahtan en çok korkan, Onu en çok bilendir. Bu sebeple Rasul-i Ekrem (A.S.), Ben, içinizde Allahtan en çok korkanınızım (Buhari) buyurmuyor mu? Fatır Suresinin 28′inci ayeti de işte bu manaya işaret ediyor: Kulları içinde Allahtan ancak Alimler korkar.
Görülüyor ki, ilahî bilgi arttıkça kalbe düşen korku da çoğalıyor. Fakat ümitle dengelenen Allah korkusu insanı bunalımlara değil, isyandan uzak durmaya, geçmişi telafi için taat ve ibadete, geleceğe hazırlanmaya sevk eder. Bunun için büyükler: Herkes korktuğunda kaçar, yalnız Allahtan korkan Ona yaklaşır. demişlerdir.
Allah korkusu, toplum hayatında da dengeleyici bir etkiye sahiptir. İnsan, Allah korkusuyla kul hakkından, hırsızlıktan, dolandırıcılıktan, cana kıymaktan uzak durur. Eline fırsat geçse bile vahşileşip suçlara yönelemez. Yaratıcısı tarafından her an görüldüğü ve denetlendiği imanını vermeyen bir eğitimin, insanı faziletli kılmadığının örneklerini hergün yaşamıyor muyuz?
Şu da bilinmelidir ki, Allah korkusu makbul olmakla birlikte, bazılarının zannettiği gibi ne kadar çok korkulursa o kadar iyidir. görüşü de doğru değildir. Aslında korku, insanı Allaha yaklaşmak için ilim ve amele sevkeden ilahî bir kamçıdır. Aşırı derecede korku ümitsizliğe düşürür, amelden alıkoyar, ve sahibini şaşırtır. Oysa bir şeyin fazileti, Allaha kavuşma mutluluğuna katkısı ölçüsündedir.
İnanan insanın ümit ve korku arasında bulunması gerektiğini söylemiştik. Ümit, Alemlerin sahibi Allah neden benim kusuruma baksın? Nasılsa cennetinde bana da bir yer vardır. gibi bir anlayışla, ölçüsüz, kontrolsüz bir hayat yaşamak değil; insanın gücü yettiğince çabaladıktan sonra ilahî rahmeti ummasıdır. Böyle ümidin belirtilerinden biri, Allaha yönelmekten zevk almaktır. Bu durumda mümin, Ona yalvarmaktan hoşlanır, içten saygı duyar ve Onun ne kadar lütufkâr olduğunun idraki ile yaşar.
Ümit ederek amel etmek, korku ile amel etmekten daha makbuldür. Çünkü sevgi insanı Allaha daha çok yaklaştırır. Sevgi ise korkuyu değil, ümidi çoğaltır. Sevgi ve korkunun Allaha yakınlaştırmadaki etkisi, şu örneğe benzer: Bir adam, iki hükümdara hizmet ediyor. Ama birine korktuğu, diğerine de sevdiği için. Elbette sevdiği için hizmet ettiği hükümdarın yanındaki itibar ve makamı, diğerinden daha yüksek olacaktır. Bunun için, ayet-i kerimelerde, hadis-i şeriflerde ve büyüklerin sözlerinde ümitle ilgili teşvik ve yönlendirme vardır.
Cenab-ı Hak: Allahın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. (Zümer/53) buyuruyor ve ümitsizliği yasaklıyor.
Bakın Allah Rasulü (A.S.) de acziyetinin farkında olan kalplere nasıl ümit aşılıyor:
Müminin kalbinde korku ve ümit toplandığı müddetçe Allahu Tealâ o kuluna umduğunu verir, korktuğundan da emin kılar. (Tirmizî)
Kul bir günah işleyip, hemen ardından tevbe ettiği zaman Allahu Tealâ meleklerine: Kuluma bakın! Bir günah işledi de, suçunun cezasını veren ve mağfiret eden bir Rabbi olduğunu bildi ve tevbe etti. Şahid olun, ben de onu bağışladım buyurur. (Buhari, Müslim)
Allahu Tealâ buyuruyor ki: Eğer kulum göklerdeki bulutlara yükselecek kadar günah işlediği halde benden ümidini kesmeyip af diledikçe, ben onu mağfiret ederim. (Tirmizî)
Allahu Tealâ, Muhakkak Rahmetim gazabıma galiptir buyurdu (Buhari, Müslim)
Nefsimi kudret elinde bulunduran Allaha yemin ederim ki, Allahu Tealâ kuluna şefkatli bir annenin yavrusuna olan merhametinden daha şefkatli ve merhametlidir. (Buhari, Müslim)
Günahlarının çokluğu sebebiyle ümitsizliğe düşen bir adama Hz. Ali (R.A.) Allahın rahmetinden ümidini kesme. Çünkü ümitsizlik o işlediğin günahlardan çok daha büyüktür. demiştir.
Büyük veli Süfyan-ı Servi (K.S.)de şöyle der: Bir kimse günah işlediği vakit, Allahu Tealânın onu affa kadir olduğunu bilip, mağfiretini umarsa, Allahu Tealâ onu affeder. Zira Allahu Tealâ Kuranda bir kavmi şöyle kınar: Kötü zanda bulundunuz, bu yüzden helake mahkum bir kavim oldunuz. (Fetih/12) Bu ayetle Allah, ümitsizliğin insanları neye sürükleyeceğini bildirmiştir.
Evet; anlıyoruz ki mümin ömrü boyunca ümit ve korkunun dengesinde yaşamalıdır. Allah korkusu, onu günah ve her türlü kötülükten uzaklaştırıp salih ameller yapması için bir kamçı görevi yaparken, bir yandan da Rabbinin sonsuz rahmet ve şefkatini bilmelidir.
Mümin, yaşadığı sıkıntı ve zorluklardan dolayı karamsarlığa düşüp asla mağlup da olmamalıdır. Nazargâh-ı İlahî olan kalbini, fani alemin mutlaka son bulacak dertlerinin pençesinde boğmak mümine yakışmaz. Her şeyin hayırla sonuçlanacağı ümidi, imanımızın gereğidir. Bütün ipler neticede Allahın elindedir. O, Alemlerin ve hepimizin sahibi değil mi? Üstadımın dediği gibi; Korkmayın! Eğer mutlaka korkacaksanız, Allahtan korkun. Onun müjdelerine baktığımızda ise görüyoruz ki, hem dünyamız ve hem de ahiretimiz için terazinin ümit kefesi gerçekten ağır basıyor.
Artık hem manevi vazifelerimizde, hem de zahiri hayatımızda ümitle, şevkle, muhabbetle çalışmaktan başka ne düşünebiliriz? Ne attığımız bir adım, ne döktüğümüz bir damla ter, ne de içimizde yaşattığımız küçücük bir ümit kıvılcımı hiçbir şey boşa gitmeyecek.
Allahın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
M.Saki Erol