Cevap: gezilip görülen define ve mezar yerleri görsel
kare oymalar
karşımızdaki duvarda veya kayanın yan yüzeyinde bulunan kare oyma ile ayağınızı bastığınız yerdeki kare oyma ikisi de farklı şekilde yorumlanır.Ama her ikiside oda mezar ifadesidir
böyle bir alanda ilk dikkat edeceğimiz şey bu kare oyma olan yerde bir oda yeri açılabilecek alanın olacağı yeri tesbit etmek olacaktır.
Bunun içinde ben olsaydım nereye nasıl ne şekilde bir çalışma yaparım olacaktır.
Ben olsam benim için kıymetli olan bir şeyi ister kendi cesedimi ölümü tabii olaylardan yağmurdan selden kardan çamurdan etkilenmiyecek bir yer seçmek olacaktır.
Bunun içinde ya girişin üzerinde şapka gibi olan hafifçe eğimli bir alanda olan büyükçe bir kayanın altı veya yine yukarıdan aşağı doğru akan yağmur sularının eriyen kar sularının kayalık alan duvarlarından akarken yapılırken ve yapıldıktan sonra mezarın içerisine girmiyecek şekilde olan bir yeri seçerdim...
Böyle bir yeride seçtikten sonra ameliyeye başlardım
Böyle bir yeri açarken kayalardan bir çok parça taş çıkacaktır bu taşları ya açtığım yere yakın alanda doğaya toprağın yüzeyine yayardım yukarıdaki fotograflarda görüldüğü gibi
yada yaptığım bu yerin belli olmaması için açtığım yere ait parça taşların molozların üzerlerini bulunduğum arazideki toprakla veya taşıyarak getireceğim toprakla bu molozların üzerini örterdim saklardım veya bu moloz taşları taşıma nakil etme şansım varsa çevredeki bir dere yatağına bir çukur alana da taşır dökerdim....
tabiii yıllar sonra siz bunu ararken bana tüm iyilik dilekleriniz sunardınız bu .... ettiğimin koyduğumun şaaptığım yer nerde diye bunu en çok metin söylerdi malum onun açıp alacak diye çektirdiğim altın dişime kafayı takmıştı...
Şimdi bu adamlar bu yerleri nasıl yaptılar nasıl doğaya uydurdular derseniz o zaman tembel kutusu radyo televizyon bilgisayar cep telefonu fotograf makinası yoktu o zamanın insanları hemen hemen hepsi iyi birer taş ustası idi çok basit aletlerle bu yerleri kayaları taşları oydular...
bir izlemenizde fayda var.
Ben özellikle bazı şeylere dikkatinizi çekmek istiyorum. Lübnan Jerah kentinde bulunan bir taş akıl mantık dışı görünüyor.
Şekil 1’de görülen sütun 4’lü bıçağı olan bir makineyle kesilmiş. Bu şehir M.S. 1.yy’da Romalılar tarafından kurulmuştur. O dönemlerde böyle bir aletin olduğunu düşünmek, epey uçuk görünür ama kabul etmekten başka çare yoktur. Belgeselde bu taşın kesilmesi için bir alet oluşturulmuştur. Fakat bahsedilmeyen şey taşları kesebilecek bıçağın, o dönemde yapılamayacak olmasıdır. Bu gün kullandığımız hızarlar, ileri teknoloji ürünüdür. Normal demirden bir hızarın, mermeri kesmesi mümkün değildir. Hele bakır gibi daha da yumuşak bir metalin mermeri kesmesi hiç düşünülemez. Hızara kum dökülerek kesildiği söyleniyor ama öyle bir durumda önce metal aşınır. Mermeri elle kesmek daha kolay olabilir. Çünkü hızar üretimi de kolay değildir. Demir ve bronz Sümer’lerden beri biliniyor olmasına rağmen, çelik 1740′ta Benjamin Huntsman tarafından bulunmuştur. Mermerleri kesmek için kullanılan yapay elmas ise ilk kez 1887′de Moisson tarafından geliştirilmiştir.
Bu sütunun nasıl bir teknolojiyle kesildiği tam bir muamma.
İnsanlık olarak, bizler mermer ve granitleri 1800′lü yıllardan sonra kesebilmeyi başarmamıza rağmen, Mısırlıların bu işi 3000-5000 yıl önce başardığı görülmektedir. Şekil 2’deki taş, Mısır Karnak’ta bulunmuştur. Görüldüğü gibi hızarın bıraktığı iz gayet açıktır. Bu taşlar 5.000 yıllıktır ve o zamanın teknolojisinde böyle bir şeyin olması söz konusu bile olamaz. Hele bu taşın bazalt olduğu düşünülürse durum daha da garipleşir. Çünkü bazalt en sert kayaların başında gelir, yani kesilmesi en zor taşlardan biridir. Aynı bıçak, elmas takviyesi yapılarak 1/10 kadar daha az bazalt kesebilmektedir.
Bu durum, bize Mısır ve Roma tanrılarının Atlantisli olduğunu ve gerekli teknolojiye sahip olduklarının delilidir. İleri teknoloji ürünü olan bu aletler ancak tanrıların var olduğu süre içinde var olabilirdi. Onlar dünyadan el etek çekince bu tür ürünleri geri zekâlı insanın yapabilmesi mümkün değildir. Ancak daha basit teknolojiyi devam ettirebilmişlerdir. Belgeselde anlatılan vinçler de aynı şekilde tanrıların eseridir. Hele geçmişte yapılan tanımlamalardan yararlanarak oluşturulan resim 3’deki mermer kesme aleti kesin delildir. Aslında resimdeki en önemli şey taşı kesmek için oluşturulan telin varlığıdır. Çünkü böyle bir teknolojiye ancak günümüzde ulaşabildik. Bu gün oluşturulan ileri teknoloji ürünü tellerle mermerleri kesebiliyoruz. Şekil 3’deki model ile gerçek mermer kesme aparatının benzerliği gözükmektedir. Modelde olamayacak şey, teldir. Çünkü bir telin mermeri kesebileceği ancak günümüzde öğrenilen bir şeydir. (Hatta günümüzde bile, bir çok kişinin böyle bir durumdan haberi yoktur) Bu modeli tasvir eden antik mühendis Pliny telle mermerin kesilebileceğini bilemezdi; değil bilmek, hayal bile edemezdi. Ya aleti görmüştür ya da anlatılanlardan duymuştur.
Aslında insan eseri olamayacak teknolojiye sahip eserler dünyanın birçok yerinde vardır. Amerika Titikaka gölü yakınlarında Tiahuanaco antik şehrinde de ilginç taş işçiliği bulunmaktadır. Şekil 4’deki kaya bir iddiaya göre dünyanın ilk şehrine aittir. Üzerine yapılan çizgi ve delikler elle olamayacak kadar düzgün ve sıralıdır. Bu kayayı ancak bir makinenin yapmış olabileceği söylenmektedir. Bu taşın olduğu yerde çok daha ilginç kesilmiş taşlar bizlere farklı bir hikâye anlatmaktadır.
Başka yazılarımda da değindiğim gibi antik insanlar dünyanın her yerinde, kendilerinden beklenmeyen eserler vermişlerdir. Maçhi Piççhu, Sacsayhuaman, Ankor Watt, Piramitler ve Tiahuanaco bunların en önemlileridir. Bu şehirler, bizim pagan tanrıları diye bildiğimiz Atlantislilerden kalan ekiplerin insanoğlunu geliştirebilmek için kurduğu yerlerdi. O şehirlerde yanlarında götürdükleri bir miktar insanı, hem eğittiler hemde geliştirdiler. Bir Sümer tableti olayı güzel özetler. “Güzel olan ne varsa tanrıların lütfüyle yaptık” der. Onlara medeniyeti öğreten tanrılar, sonraları yerlerini insan krallara bıraktı. İnsan krallar da kendilerinin tanrı olduğunu ispatlamak istemişlerdir. Bu istek Mısır’da pramit geleneğini oluşturmuştur. Diğer kadim medeniyetlerde de her kral tanrılardan geldiğini ispatlama ihtiyacı içinde olmuştur. Çünkü tanrılar insanların var olma sebebiydi. Bugünkü dinlerdeki tanrı inancından çok daha ileri bir durum vardı. Çünkü tanrılar insanların arasındaydı ve insanlara göre çok üst varlıklar olarak görünüyorlardı. Teknolojinin nimetlerinden yararlanan tanrılar, geri tür olan insan için gerçekten tanrıydı. Hayalini bile kuramayacağı şeyleri yapan bu üstün canlılar, sabırla bildiklerini öğretmeye çalışıyordu. Üstelik ölümcül ceza verme becerileri de vardı. Memnun olmadıklarını yok edebiliyorlardı. Önceleri insanlar arasında olan bu tanrılar, sonraları ruhani dünyaya çekildi ama insanoğlunu yönlendirmekten hiç vazgeçmedi. Yerlerine bıraktıkları kralların devri bittikten sonra yönlendirme işlemine peygamberlerle devam ettiler.
İnka mimarisinin en önemli ve belirgin özelliklerinden biri olan ikizkenar yamuk şeklindeki bir İnka kapısı
İnka mimarisi üç temel kavram üzerine kurulmuştur: Hassaslık, kullanışlılık ve sadelik. İnka mimarisinin temel anlayış prensibi "Az çoktur!" olmuştur.
İnka mimarisindeki en baskın biçim basit, ancak zarif ve mükemmel bir şekilde kullanılmış olan "
İnka inşaatçılarının kullanışlılığı geri plana attıkları tek husus, akan suyla girdikleri mimari ilişki olmuştur. Suyun, şırıltıyla ve köpürerek döküldüğü oluklar, bazen oyma süslerle bezenmiş taşlar ile süslenmiş, bazen de hiç gerekli olmadığı halde karmaşık taş kanallar ile bir sonraki çeşmeye ya da banyolara bağlanmıştır. Zaman zaman bir çeşmeden bir diğer çeşmeye gereksiz denebilecek, ancak hoş ve güzel bir dekorasyon vermek amacıyla şelaleler ve süslemeler yapılmıştır.
Doğal Çatlaklardan Yararlanma
Taş işçileri taş ocağında bulunan doğal çatlaklardan yararlanırlar. Masif kaya katmanında bulunan damarların düzgün bloklar çıkartılmasına elverişli olması durumunda aşağıda değineceğimiz yöntemlere başvurulmaktadır.
Isı Şoku ile Çıkartma
Bloklarda sıcaklığın yeterli derecede yükseltilip aniden düşürülmesiyle blokların bünyesinde genel çatlaklar meydana gelir. Bu yöntemde öncelikli olarak yapılması gereken ana bloktan çıkarılacak olan kütlenin sınırlarının belirlenmesi ve bu sınırların ısıtılmasıdır. Yeterli derecede ısıtılan bloğun üzerine soğuk su dökülmesiyle birlikte ısıtılan hat boyunca çatlaklar meydana gelir Bu çatlaklar sayesinde blok ana kayadan söküp alınır.
Kopartma Tekniği
Bu teknikte bloğun üzerine ince uçlu kalemle olabildiğince derin bir yarık açılır. Açılan yarık ile bloğun dayanma gücü azalır. Çıkartılacak olan bloğa zayıflamış olan bölgeden şok etkisiyle bir kuvvet uygulandığında blok çatlar ve parçalanır. Bu teknikte çekiç ve külünk gibi taşçı aletleri kullanılmaktadır. Ancak bu yöntemle blok ana kayadan düz bir halde kopartılmaz, kayıplar oluşabilir.
Kamalama Tekniği
Blokların çıkartılırken en az zararla çıkartılması makbuldür. Bu teknik de eskiçağ taş ocaklarında en sık kullanılan yöntemlerdendir. Kamalama tekniği bloğun sınırları dâhilinde ana kayayı çevreye bağlayan kayaçlarda yeterli derinlikte, genişlikte oyukların açılmasıyla blokların çıkartılmasıdır. Çıkartılacak bloğun boyutu, açılacak kanalların genişliğini ve derinliğini etkiler. Örneğin büyük boyutlu bir blok çıkarılacaksa buna göre bir insanın girebileceği derinlikte ve genişlikte eğer boyut küçükse sadece aletlerin girebileceği derinlik ve genişlikte kanallar açılır.
Çeşitli aletler yardımıyla kamaların yerleştirilmesiyle tranşeler açılır. Kamaların sayısı taşın yapısına, bloğun boyutuna ve kullanım amacına göre değişmektedir. Bloğun bütünüyle çıkarılması gerektiğinde kanal profili, dikdörtgen bir kesit şeklindedir. Örneğin sütun bloğu çıkarıldığı zamanlarda kamaların aralıkları daha kısadır. Kamalar "V" şeklinde olup diplere, daha derinlere girmesi için tasarlanırlar. Kamaların hangi malzemeden yapıldığı da taşın cinsine göre değişmektedir. Sert bloklar için metal malzeme kullanılırken, yumuşak taş cinsleri için de ahşap kamalar kullanılmaktadır. Ayrıca blokların altına yerleştirilen ahşap kamalara su dökülmesiyle şişmeleri sağlanır. Böylelikle bloğun altında şişen ahşap kamalar yavaş yavaş taşı çatlatarak ana kayadan ayırır. Böylelikle en az kayıpla blok çıkartılmış olur.
ahşap
şekil verilmek istenen kaya parçasına kendisinden daha sert bir yapıda olan çekiç taşı ile vurmaktır.
nehir ve dere yataklarındaki değişik büyüklükte partikülleri olan kum ile bir nevi kaya üzerinde taşlama yapılarak kayaya şekil veriliyor ve sonrasında da ince kum ile parlaklık veriliyordu.
şekil verilmek istenen taş üzerine yerleştirileceği taşın üzerinde havada askıda kalacak biçimde tutuluyor ve askıdaki taşın taban yüzeyi, üzerine oturtulacağı taşın tavan yüzeyinin şekline göre, çizici bir aletle bir nevi şablonlu biçimde yontuluyordu
Ancak yukarıda sayılan yöntemlerin hiçbiri ne kesin olarak kanıtlanmış ne de reddedilmiştir.
kullandıkları bu muazzam duvar ve taş işçiliği yeteneklerinin uygulama şekli ve yöntemi günümüzde hâlâ tam olarak çözülememiş bir muammadır. Hangi yöntem kullanılmış olursa olsun, bunun çok çaba ve zaman gerektiren bir iş olduğu açıktır. Bu yüzden olup olmadığı kesin olmamakla birlikte duvarlarındaki taşları yerleştirirken çoğu zaman sadece taşların birbirine temas eden yüzeylerini işlemiş olmaları dikkat çekici ve bir o kadar da anlamlıdır.
Çoğunlukla iş gücünden kazanmak için, sadece yük taşıyan yüzeyler hassas bir biçimde birbirine bağlanmış, diğer dik yüzeyler ise bunun kadar hassas olmamak üzere birkaç santimetre farklarla yerleştirilmişler ve aralarında kalan boşluklar da
Çekiç taşı yardımıyla taşa şekil vermeye örnek.
Paleolitik devrideki Levallois yöntemiyle mızrak ucu yapımı (canlandırma).
Yontma Taş Devri veya bilimsel adıyla Paleolitik Çağ olarak tanımlanan Eski Taş Çağı günümüzden yaklaşık 2 milyon yıl önce başlamış ve 10.000 yıl önce son bulmuştur. Ancak verilen bu tarihlerin dünya geneli içinde geçerli olduğunu ve yerel olarak değişmeye açık bulunduğunu da belirtmek gerekir. İnsanlık tarihinin %99'u gibi çok büyük bir bölümünü kapsayan bu çağ, aynı zamanda ilk insan atalarının ortaya çıkışı ve ilk aletlerin üretimi yoluyla insanlaşma sürecine girişi temsil etmesiyle de söz konusu tarihin gelişimi içinde çok önemli bir yer tutmaktadır.
Paleolitik devrideki Levallois yöntemiyle mızrak ucu yapımı (canlandırma).
Doğanın sınırlayıcı ve belirleyici baskısı altında yaşayan Paleolitik Çağ insanları ekonomik açıdan, avcı ve toplayıcı toplulukları temsil ederler. Besin üretmeyi bilmeyen bu insanlar, yalnızca yaşadıkları ortamda bulunan yabani sebze, meyve ve kökler ile avlandıkları hayvanları yiyerek beslenmişlerdir. İklim ve çevre koşullarının değişkenliği nedeniyle, yeni besin kaynakları aramak ve av hayvanlarını izleyerek, küçük gruplar halinde konar-göçer tarzda yaşamışlardır. Kaya sığınaklarının bulunduğu yerlerde mağara ve kayaaltı sığınaklarında barınmışlar, kaya sığınaklarının bulunmadığı yerlerde ise açık havada kurdukları sığınaklarda yaşamışlardır.
Yontma Taş Devri'ne ait
Paleolitik Çağ, karakteristik çizgileri ve kültürleriyle Alt, Orta ve Üst olmak üzere 3 evreye ayrılır. Alt Paleolitik devrin insanları, beyin kapasiteleriyle orantılı olarak kendilerini vahşi hayvanlardan korumak, beslenmek, avlanmak için ve zaman zaman da kendi aralarındaki mücadelelerde kullanmak üzere birtakım basit taş aletler yapmaya başlamışlardır. Genellikle doğanın kendilerine sunduğu taşları, ya daha sert olan başka taşlarla yontarak işlemişler, ya da doğal halde çevrelerinde bulunan ve çok az bir rötuşla alet haline gelebilen parçaları kullanmışlardır. Alt Paleolitik süresince oldukça ılımlı geçen iklim Orta Paleolitik'de kurumaya, sertleşmeye ve giderek bol kar yağışıyla belirgin yeni bir buzullaşmaya dönmesi, insanın yaşayışı ve teknolojisinde bir dizi değişiklikler meydana getirmiştir. Bu teknolojik değişikliğin en belirgin yanı, yonga endüstrisinde kendini gösterir. Alt Paleolitik'in kaba taş alet (2 yüzeyli) ve yongalarının yerini oldukça düzenli bir şekilde yontulmuş ve kenarlarda yapılan düzeltilerle (rötuş) ve uç kazıyıcı haline sokulmuş işlenik yonga aletler alır. Bu dönemin insanları olan Homo Neanderthal'lerin, eldeki kısıtlı alet teknolojisi ile mamut, gergedan, geyik gibi büyük hayvanları avlayabilmeleri bu insanların avcılıkta ne kadar ustalaştıklarını ve hayvanları avlayabilmek için birtakım av teknik ve yöntemlerini geliştirdiklerinin bir kanıtıdır.
Yontma Taş Devri'ne ait bir mağara.
Ayrıca bu evrede, inançlarla ilgili birtakım belirtilerin ortaya çıktığı görülüyor. Örneğin tek, ya da çift çukurlar şeklindeki mezarlar ve bunların yanındaki - belki de besin depoları olarak yorumlanabilecek - eklentiler, Neanderthal'lerin ölü gömme eylemleri hakkında bilgi veren izlerdir. İklimin tekrar hissedilir derecede soğuduğu ve kuru hale geldiği Üst Paleolitik Çağ'da, Homo Neanderthal'lerin yerini modern insanın atası sayılan Homo Sapiens'ler alır. Homo Sapiensler becerili ve aktüel insana daha yakın olan insanlardır. Üst Paleolitik'de yontma teknolojisindeki gelişme dikkat çekecek bir düzeyde olup, taş işçiliği en büyük gelişmesine ulaşmıştır. Alt Paleolitik'te kısmen de olsa Orta Paleolitik'de görülen klasik 2 yüzeylilerin (el baltası) yerini çakmak taşı yonga ve dilgilerin üzerine yapılmış, çeşitli tipteki aletler almıştır. Ön kazıyıcılar taş delgiler, taş kalemler, yaprak biçimli uçlar, mekik aletler bunlardan bazılarıdır. Üst Paleolitik'in son evrelerinde ise sırtı devrik dilgiciklerin ortaya çıktığı görülüyor. Taş aletlerin yanısıra kemik ve boynuzdan yapılmış aletlerde de büyük bir artış gözlenmektedir. Esasen bu evrede taş aletler, büyük bir çoğunlukla kemik aletleri şekillendirmek için yapılmışlardır. Bu ise Üst Paleolitik'te artık alet yapan aletlerin üretildiğini göstermektedir.
Yontma Taş Devri'ne ait bir boynuz.
Üst Paleolitik Çağ'ın önemli gelişmelerinden biri de insanların entelektüel hayatlarıyla ilgili birtakım sanat eserlerini yapmaya başlamalarıdır. Mağara duvarlarına ve çeşitli objeler üzerine yapılan boyalı resim,gravür, alçak kabartmalar ile heykelcikler, Paleolitik sanatın, Sanat Tarihi içinde oynadığı rolü ortaya koyar. Üst Paleolitik'te süslenme merakı da açıkça görülür. Balık kemiği, kavkı, çeşitli hayvan kemiği, diş ve kabuklarından yapılan süs eşyalarının Üst Paleolitik'te insanlar tarafından kullanıldığı bilinmektedir. Ayrıca bu devirde artık insanlar ölülerini sistemli bir biçimde gömmeye başlamışlardır. Anadolu Paleolitik'ine günümüze değin yapılan kazı ve yüzey araştırmalarının ışığında bakıldığında, yeterince araştırılmamış olmasına karşın, Alt, Orta, Üst Paleolitik dönemlere ait taş ve kemik endüstri, fauna, flora ve insan kalıntıları ile sanat yapıtlarının ele geçmiş olması, Anadolu'nun ne denli yoğun bir biçimde iskan edildiğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bugünkü bilgilerin ışığında, Anadolu Paleolitik Çağ'ın tüm evrelerini, stratigrafik süreklilik içinde veren tek mağara Karain'dir. Antalya'nın 30 km. kuzeybatısında yer alan bu merkez; Alt, Orta ve Üst Paleolitik evrelere ilişkin çeşitli "oturma tabanları" vermektedir. Sözü edilen evrelere ait çok sayıda yontma taş ve kemik aletin yanısıra, taşınabilir sanat eserleri,
Karain Mağarası, buluntularıyla, yalnız Anadolu'da değil, aynı zamanda Yakın Doğu Paleolitiği için de büyük önem taşımaktadır. Anadolu Paleolitik'indeki en büyük boşluk, salt yaşlandırmanın henüz yapılamamış olmasından kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte, son yıllarda Aşağı Fırat Havzasında yapılmış olan kazı ve sistemli yüzey araştırmaları ile Karain ve Yarımburgaz mağaralarında yeniden başlatılan kazılarda elde edilen buluntular üzerinde sürdürülmekte olan incelemeler, Anadolu Paleolitik'inin henüz çözümlenmemiş olan stratigrafik ve kronolojik sorunlarına çözüm aramaya yöneltilmiş bulunmaktadır. Yontma Taş Çağı eserlerinin en güzel örnekleri Güney Anadolu sahillerinde, Antalya civarında yer alan Karain Mağarası buluntularıdır. Burada yaklaşık 10,5 metre kalınlığındaki dolgu malzemesi içinde Yontma Taş Çağı'nın bütün evrelerine ait kültür tabakaları ortaya çıkarılmıştır. Bu tabakalar içerisinde çeşitli taşlardan yapılmış aletler arasında el baltaları, kazıyıcılar, uçlar ele geçirilmiştir. Kemikten yapılmış aletlerden cımbızlar, iğneler, süs eşyası gibi kalıntılar da bulunan eserler arasındadır.
Blokların Taşınma Yöntemleri
Taş ocaklarından bloklar her ne kadar ustaca çıkartılırsa çıkartılsın, lazım olduğu taşıma yöntemleri güvenli değilse bütün emek boşa gidebilmektedir. Bu yüzden eskiçağda ocaklara bağlanan yolların daha düz ve güvenli olması gerekmektedir. Büyük blokların taşındığı bu yollar maruz kaldığı basınç nedeniyle daha sıkı taş örgü yollarla desteklenir. Didyma ve Pentelik'te çevrede yeterince taş malzeme olmamasından dolayı mermer ocaklarından alınan atık taşlarla yollar desteklenir ve böylelikle ağır blokların oluşturduğu basınç nedeniyle taşıma araçlarının batması engellenir.
Taşımada gösterilen hassasiyet bloğun yol üzerinde düşüp kırılmasından öte, bloğun taşınması esnasında büyük sarsıntılar geçirip iç alanında mikroskobik düzeyde çatlamaların olmasıyla alakalıdır. Bu iç çatlamalar daha sonra yapının ömrünü de kısaltmaktadır. Zaman geçtikçe doğal etkiye maruz kalan taş, içten çatlamaya başlayacak, en sonunda da kırılıp tahrip olacaktır. Bu yüzden taşıma işlemine başlamadan önce nakliye öncesini iyi ayarlamak gerekmektedir. Burada en önemli unsur az miktarda emekle taşımanın gerçekleşmesidir. Büyük boyutlu bloklar taşınmadan önce kabaca en son haline yakın bir şekille gönderilir. Böylelikle fazla ağırlık da taşınmamış olunacaktır. Örneğin bağımsız lahitlere ocaklarda kabaca şekil verilir. Taş ustasının ince işçilikle yapacağı kabartmalar için alanlar belirlenir ve nakledilecek yere bu şekilde götürülür. Sivri kenarlar, uç bölgeler taşınma sırasında çok rahat kırılacağı için iç gerilmelerin yoğunlaşacağı köşelerden kaçınılmaktadır.
Taş ocaklarından blokların taşınması eğimli ve düz alanda taşıma olarak iki kategoride değerlendirilebilir. Düz alanlar için genellikle öküz arabaları tercih edilmektedir. Büyük blokların taşındığı zamanlarda yük arabalarının tekerlek sayısı artırılarak yere olan basınç tekerleklere dağılır ve bir bölgeye kuvvet uygulanması engellenir. Ayrıca büyük kızaklar da düz taşıma sisteminde kullanılmaktadır. Eğimli arazilerde bulunan taş ocaklarından blokların yola indirilmesinde belirli teknikler kullanılmaktadır. Küçük blokların yamaçlardan aşağıya indirilmesi öncelikle halatlar sayesinde yapılırken daha sonra blokların altlarına kütükler konularak kızaklar yardımıyla taşın yer ile teması kesilmiştir.
Küçük blokların her türlü hareketinin sağlanmasında en çok kaldıraçlar kullanılır. Kaldıraç yardımıyla kaldırılan blokların altına konulan ahşaplarla taşın her türlü seviyeye yükseltilmesi sağlanır. Blokların kaldırılmasında ve istenilen seviyeye getirilmesinde diğer bir yöntem beşikle hareketlerinin sağlanıp altlarına ahşapların yerleştirilmesidir. Bu uygulamalar küçük bloklar için geçerlidir. Büyük bloklar için farklı yöntemler kullanılır. Uzak mesafeler için merdaneler kullanılır. Örneğin eskiçağın en çok kullanılan mimari parçalarından biri olan sütunlar için belirli bazı yöntemler vardır. Taş ocağında kabaca şekil verilmiş sütun silindirinin uçlarına yuvalar yapılır ve içlerine demir dökülür. Ardından uçlara yerleştirilen demir çubukların tuttuğu ahşaptan bir çerçeve yapılır sütunu saran bu çerçeve de bir öküz arabasına bağlanarak gideceği yere çekilir.
Silindir şeklinde olmayan ağır blokların taşınması için de bazı yöntemler geliştirilir. Bu yöntemde tekerlek ön plandadır. Ahşap malzemeden yapılan tekerlek geniş enli olarak tasarlanır. Böylece toprağa saplanmalar ortadan kaldırılır. Bu tekerleklerin çapı 3,5 cm. civarındadır. Sütun silindirlerini taşırken kullanılan yöntem gibi tahta çerçevelere yerleştirilen yataklar içine dönen demir çubuklar takılır. Taşınmanın daha rahat yapılması için, taşınan bloğun tekerleklerle aynı hizada yerleştirilmesi gerekir ((Ancak bu gibi yöntemler kısa mesafeler için kullanılır. Bazı bloklarda manivelanın nereden yerleştirildiği çeşitli çentik izlerinden anlaşılır. Taş ocağından kabaca işlenerek getirilen bloklar inşa alanında ince işçilik yapılarak uygun hale getirilir. Daha sonra yerleştirilecek olan yere iç ve dıştan kurulan payandalar sayesinde palangalardan oluşan bir sistemle yukarıya çekilir ve gerekli alana yerleştirilirdi. Blokların halatlarla ya da metal malzeme ile kaldırıldığı esnada daha statik olması için bloklar üzerine yardımcı oyuklar kazınır. Bu oyuklar; mahmuzlar, "U" oluklar, yan ve alt oluklar nadir de görülse "V" oluklar şeklindedir. Bu oyuklar kalıcı olduğundan dolayı yapının görünmeyen ya da kullanılmayan bölümlerine açılır. Mahmuzların dört taraftan kaldırılacak şekilde olanları sadece sütun tamburlarında mümkündür. İki tarafta bırakılan mahmuzlar blokların duvara yerleşmesinin önlemek amaçlıdır. Oluk ve kanal sistemlerinde ise halat oluk ve kanalın içini dolanarak ağırlığı bütün bölgeye dağıtır. Daha sonra yerleştirme işlemi yapıldıktan sonra bir yerden çekilerek halat çıkartılır. Taşıma ve kaldırmada zamanla halatın yerini metal gereçler alır ve halat bu öğelere takılan ikincil bir öğe olur. Bunlardan biri "kurt ağzı" denilen sistemdir. Bu sistem bloğun oyuklarına yerleştirildikten sonra yukarıya çekildiğinde yuvada genişler ve yuvadan çıkmaz. Böylelikle sağlam bir ortam hazırlanıp ucuna halat bağlanıp çekilebilir. Ayrıca daha sağlam olması için kurt ağzının olduğu yere kurşun dökülür. Bir başka metal gereç ise kavraçtır. Bloklara açılan oyuklara yerleştirilen kavraç, halatın yukarıya çekmesiyle makas gibi çalışarak taşı sıkar böylelikle sağlam bir şekilde taş kaldırılmış olur. Roma döneminde imkanlarında artmasıyla taşıma yöntemlerinde daha farklı teknikler kullanılmaya başlanır. Örneğin 4-5 metre çapında ahşap silindirlerin içine konulan bloklar, halatlar sayesinde öküzler tarafından çekilir. Ancak bu yöntemin bir olumsuz yanı, silindire yön verilememesidir. Bu yüzden yoldan çıkmak gibi durumlar söz konusu olabilir. Roma imparatorluk döneminde Pax Romana ile büyük bayındırlık hizmetleri tüm Roma coğrafyasına yayılır. Bununla birlikte gelişen inşaat tekniklerinin yanı sıra ihtişamlı yapılar yapılır. Böylelikle büyük bloklara olan ihtiyaç daha da artmaktadır. Artık tek bir halatla kaldırılamayacak hale gelen bloklar makaralar kullanılarak yapılara taşınır. Örneğin manivelayla üç makaralı bir palangada 135 kg.lık ağırlık kaldırılabilir. Bu tip sisteme trispastos denilir. Pentaspastos adlı sistemde de beş makara bulunmakta iki kişi çıkrıkla 450 kg kaldırabilmektedir. Daha ağır yükler için halat sayısı arttırılarak iki-üç makara gerekir. Bu tip kaldırma vinçlerine Polypastos denmektedir. Bu tür vinçlerin bir bocurgatla çalışması gerekir. Bu taşıma sistemiyle dört kişi 3000 kg kaldırabilmektedir. Basamak çarklı bocurgat da üç halatlı beş makaralıdır. Bu sistemle 6000 kg yük kaldırılabilir.
Eskiçağda kentler genellikle bulunduğu coğrafyaya bağlı olarak gelişirler. Yerel taş işçiliği belli ölçüde bölgenin jeolojik özelliklerine, kullanılan malzemeye, taşın niteliğine, çeşitliliğine, ağaç yokluğuna ve kullanımına bağlıdır. Coğrafi açıdan kapalı, ulaşımı zor, üretim alanları ve yerel kaynakları kısıtlı yerleşimler bir bakıma baskın kültürlerden etkilense de teknik ve kültürel anlamda kendine yeten toplumlardır. Özellikle bu gibi yerleşimlerde üretim alanı olarak önemli olan toprak, genellikle yaşam alanı olarak kullanılmaz. Toprağı üretim amaçlı kullanan ve bundan başka geliri olmayan yerleşimlerde toprakla beraber taşa olan mecburiyet de artmaktadır. Bu şartlarda taşın, olanakları kısıtlı toplumlarda önemli bir yapı malzemesi olarak görülmesi taş işçiliğinin de gelişimine neden olur.
Taşın ana yapım malzemesi olarak kullanıldığı kentlerde, taş ustaları statü sahibi kişilerdir. Assos'da, kazılarda çıkan yazıtlar incelendiğinde kentin tiyatrosundaki rezervasyon sistemi dikkat çeker. Tiyatronun orta taraftaki oturma yerlerinde üç meslek adının yazılığı olduğu görülmektedir. Bu meslekler demirciler, taş ustaları ve dericilerdir. Meslek gruplarına ayrılan yerler, orta sıralarda olduğu için mesleği yapanların sevilen ve statüleri yüksek olan kişiler olduğu düşünülebilir. Assos'daki sur duvarlarının Troas bölgesindeki sur duvarlarına göre daha iyi korunmuş olması ve duvarların harç kullanılmadan dayanıklı olarak yapılması, taş ustalarının bu kent için neden önemli olduğunu açıklar. Bazı bilim adamlarınca imkânları kısıtlı bu tip yerleşimlerde gezici taş ustalarının dolaştığı düşünülür. Ancak taşa mecbur kalmış ve belirli bir hinterlandı olan kentler için genellemede bulunulmamalıdır. Bu yüzden imkânları kısıtlı yerleşimlerde yerel işçiliğin, ustalığın incelenmesi gereklidir. Her bölgenin kendine has coğrafyası ve kültürü vardır. Kişisel sanatlar ve tarzlar kendi bölgeleri içinde değerlendirilmelidir.
Eskiçağda taş işçiliği bazı uygulamalarda ortaktır. Eskiçağ kentlerinde temel yapı malzemesi olan taşın birçok toplum tarafından sıkça kullanılması doğada hazır durumda var olan bir malzemeden yararlanması olarak açıklanabilir. Bu yüzden birbirinden uzak toplumlarla olan benzerlikler etkileşim olarak görülmemeli doğanın verdiği imkânlar göz önüne alınmalıdır. Örneğin Urartu ülkesindeki kaya düzenlemelerinin benzerlerine Kilikia'da da rastlandığında Kilikia'da Urartu izleri, ya da Urartu'da Kilikia izleri aranmamalıdır. Etkileşimin keskin bir çizgisi olamaz; bu, yüzyılların ve doğanın getirdiği bir oluşumdur. O yüzden farklı coğrafyalardaki toplumlarda görülen benzer özellikler, bizim sadece bazı noktaları açıklamamıza yardımcı olur. Her ne kadar kaya mimarisi kullanımının özü aynı ise de uygulamada farklılıklar olabilir.
Eskiçağ yerleşimlerinin maddi olanakları, yapılarda hangi tür taşın kullanılacağını da belirlemektedir. Özellikle mermer ve granit kullanımı zengin kentlerin tercihidir. Refah düzeyi üst seviyede olmayan yerleşimlerde ise yerel kaynaklar kullanılır. Bu doğrultuda eğer imkânları elverişliyse taş ocakları yerleşimlerin kendi hinterlantlarındadır. Yerel taş ocaklarının konumları ihtiyaca ve jeolojik yapıya göre belirlenir. Jeolojik yapıya göre masif kaya katmanları, özellikle de damarlaşmanın olmadığı sıkı katmanlar tercih sebebidir. İhtiyaca yönelik olarak yerel ocakların belirlenmesi, büyük yapıların taş ihtiyacını giderme amaçlıdır. Örneğin Dağlık Kilikia kentlerinden Olba'nın en görkemli kamusal yapılarından biri olan su kemerinin yapımı sırasında kullanılan taş malzemenin hemen yakındaki taş ocaklarından sağlandığı tespit edilmektedir. Kayanın bol olduğu bir yerleşimde ilk önce yerel kaynakların kullanılması, bu kullanım sırasında malzemenin zahmetsiz, ucuz ve kolay taşınabileceği alanların taş ocağı olarak seçilmesi doğaldır. Böylece su kemerine 20 metre uzaklıkta bulunan taş ocağından büyük blokların çıkarılması açıklanabilir. İnşa halindeki yapılara yakın kaya kütlelerinden taş kesimi yapıp bunun yapı malzemesi olarak kullanılmasının güzel bir örneği de Ovalık Kilikia kentlerinden Anazarbus'daki amphitheatrumda görülmektedir. Yapı çok fazla tahrip olmasına rağmen temelleri kısmen korunmuş durumdadır. Stadionun oturma sıralarının olduğu tepenin amphitheatruma bakan yüzünde taş kesim izleri açık bir şekilde gözlemlenebilir. Kayaların yüzeyinde bulunan izler, hem blokların çıkarılma tekniği hem de boyutları açısından önemlidir. Amphitheatrumun yapımı için blokların alındığı ana kayada özellikle "dişli tarak" aletinin kullanılması dikkat çeker
Taş işlemeciliğinin tarihsel süreci incelenirse, başlangıçta bu işe heykeltıraşların yöneldiği ve böylece mimaride de taşın süsleme amaçlı kullanıldığı bilinmektedir. Mısır'daki taş ustalığının İÖ 3000 yıllarına kadar uzandığı söylenmektedir. Mezopotamya'da da taş işçiliğinin tarihi, erken dönemlere dayanır. Örneğin, Ur'da Leonard Wooley'in bulduğu büyük bir tabletten, Sümerli ustalar ve zanaatkârlar hakkında bilgi edinilebilir. Tablette; İÖ 1975 yılında yapılan bir işin özeti verilmekte ve sekiz adet atölye sıralanmaktadır. Bu atölyelerden bir tanesi de taş kesicilerine aittir
Yunan uygarlığında taş işçiliği ve taş işleme sanatı İ.Ö. 7. yüzyılın sonlarına doğru ön plana çıkar. Taş yontuculuğu ile uğraşan kişilere taş kesicisi, taş ocağı işçisi denir. Ancak "Taş işçisi" ile "taş ustası" arasındaki fark ayırt edilmelidir. Taş işçisi, ocaklardan blokların kesimi işinde uzmanlaşmaktadır. Eskiçağda taş ocaklarında genellikle köleler çalıştırılmakta, bu ocaklardaki çalışma şartları ağır olduğundan, cezalandırılan kişilerin ya da bazı askerlerin kullanıldığı bilinmektedir Örneğin Hıristiyanlığın yasak olduğu dönemlerde bu dini kabul edenlere uygulanan cezalardan biri de taş ocaklarında çalıştırılmaktır
Taş ustası ise ocaklardan gelen malzemeyi işlemektedir. Bir diğer deyişle taş ustası doğadan işlenmemiş olarak elde edilen ya da ocaklardan çıkarılan çeşitli niteliklerdeki taşların, yapılarda plastik eserlerde kullanılması için; kesilmesi, işlenmesi, üzerlerine yazı yazılması gibi daha ince işleri, gerekli takım ve aleti kullanarak yapan kişidir. Taşın, sertliği, kırılganlığı, homojenliği veya tabakalaşma gibi özellikleri, hem çıkarılmasında hem de işlenmesinde önemli faktörlerdir. Bu yüzden taşın çıkarılmasından en son haline getirilmesine kadar geçen işlemlere karar veren kişinin de taş ustası olması gerekmektedir.
Taş işçisi ile taş ustası arasındaki fark gibi "taş ocağı" ile "taşçı atölyesi" arasındaki fark da ayırt edilmelidir İlki hammaddenin çıkarıldığı, ikincisi ise, üretimin ve ince işçiliğin yapıldığı yerdir. Eskiçağda genel olarak, iki işlevin birlikte ve aynı mekânda yapıldığı görülmektedir. Örneğin Termessos'da bu uyguluma arkeolojik verilerle kanıtlanır. Termessos'daki taş atölyesi ve taş ocağında, bir lahdin tomruk halinde ocaklardan çıkartılışından en son safhasına dek tüm üretim aşamalarını izlemek mümkündür
Yukarıdaki resme iyi bakmanızı istiyorum. Tarihte yapılmış ilk yapı olduğu iddia edilen Göbeklitepe'deki pekçok taş işçiliğinden bir örnektir. "Tarih anlayışımız değişebilir" diyen uzmanlar, yine de bu eserin, taş baltalarla yapıldığını ileri sürüyorlar. Üstelik onlara göre bu yerleşik kültür öncesi "ilk" eserlerden biri... Resme bir kez daha bakın lütfen. Resimde görülen taştan yontulmuş hayvan figürü bundan 11.000 yıl önce yaşamış insanlar tarafından yapılmıştır. Ve hiç de "acemi" görünmüyorlar.Bu detaylı şekiller, kendilerini işleyen ustaların sanat zevkini göstermektedir. Ama daha da önemlisi bu sanatçıların o dönemde çeşitli metal aletler kullanarak bu taşları yontmuş olmalarıdır. Bir insanın eline başka bir taş alıp, taşı taşa sürterek resimlerde görülen işlemeleri yapması mümkün değildir. Bu ince işçilik ancak eğe, levye, rende gibi günümüzde de taş işlemeciliğinde kullanılan metal aletler yardımıyla yapılabilir. 11.000 yıl önce yaşamış olan sanatçılar da ancak benzer yöntemler kullanarak bu sanat eserlerini meydana getirmiş olabilirler.
şu alet edavatlar ile o taşlara şekiller vermişler....

kare oymalar
karşımızdaki duvarda veya kayanın yan yüzeyinde bulunan kare oyma ile ayağınızı bastığınız yerdeki kare oyma ikisi de farklı şekilde yorumlanır.Ama her ikiside oda mezar ifadesidir
böyle bir alanda ilk dikkat edeceğimiz şey bu kare oyma olan yerde bir oda yeri açılabilecek alanın olacağı yeri tesbit etmek olacaktır.
Bunun içinde ben olsaydım nereye nasıl ne şekilde bir çalışma yaparım olacaktır.
Ben olsam benim için kıymetli olan bir şeyi ister kendi cesedimi ölümü tabii olaylardan yağmurdan selden kardan çamurdan etkilenmiyecek bir yer seçmek olacaktır.
Bunun içinde ya girişin üzerinde şapka gibi olan hafifçe eğimli bir alanda olan büyükçe bir kayanın altı veya yine yukarıdan aşağı doğru akan yağmur sularının eriyen kar sularının kayalık alan duvarlarından akarken yapılırken ve yapıldıktan sonra mezarın içerisine girmiyecek şekilde olan bir yeri seçerdim...
Böyle bir yeride seçtikten sonra ameliyeye başlardım
Böyle bir yeri açarken kayalardan bir çok parça taş çıkacaktır bu taşları ya açtığım yere yakın alanda doğaya toprağın yüzeyine yayardım yukarıdaki fotograflarda görüldüğü gibi
yada yaptığım bu yerin belli olmaması için açtığım yere ait parça taşların molozların üzerlerini bulunduğum arazideki toprakla veya taşıyarak getireceğim toprakla bu molozların üzerini örterdim saklardım veya bu moloz taşları taşıma nakil etme şansım varsa çevredeki bir dere yatağına bir çukur alana da taşır dökerdim....
tabiii yıllar sonra siz bunu ararken bana tüm iyilik dilekleriniz sunardınız bu .... ettiğimin koyduğumun şaaptığım yer nerde diye bunu en çok metin söylerdi malum onun açıp alacak diye çektirdiğim altın dişime kafayı takmıştı...
Şimdi bu adamlar bu yerleri nasıl yaptılar nasıl doğaya uydurdular derseniz o zaman tembel kutusu radyo televizyon bilgisayar cep telefonu fotograf makinası yoktu o zamanın insanları hemen hemen hepsi iyi birer taş ustası idi çok basit aletlerle bu yerleri kayaları taşları oydular...
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
bir izlemenizde fayda var.
Ben özellikle bazı şeylere dikkatinizi çekmek istiyorum. Lübnan Jerah kentinde bulunan bir taş akıl mantık dışı görünüyor.
Şekil 1’de görülen sütun 4’lü bıçağı olan bir makineyle kesilmiş. Bu şehir M.S. 1.yy’da Romalılar tarafından kurulmuştur. O dönemlerde böyle bir aletin olduğunu düşünmek, epey uçuk görünür ama kabul etmekten başka çare yoktur. Belgeselde bu taşın kesilmesi için bir alet oluşturulmuştur. Fakat bahsedilmeyen şey taşları kesebilecek bıçağın, o dönemde yapılamayacak olmasıdır. Bu gün kullandığımız hızarlar, ileri teknoloji ürünüdür. Normal demirden bir hızarın, mermeri kesmesi mümkün değildir. Hele bakır gibi daha da yumuşak bir metalin mermeri kesmesi hiç düşünülemez. Hızara kum dökülerek kesildiği söyleniyor ama öyle bir durumda önce metal aşınır. Mermeri elle kesmek daha kolay olabilir. Çünkü hızar üretimi de kolay değildir. Demir ve bronz Sümer’lerden beri biliniyor olmasına rağmen, çelik 1740′ta Benjamin Huntsman tarafından bulunmuştur. Mermerleri kesmek için kullanılan yapay elmas ise ilk kez 1887′de Moisson tarafından geliştirilmiştir.

Bu sütunun nasıl bir teknolojiyle kesildiği tam bir muamma.
İnsanlık olarak, bizler mermer ve granitleri 1800′lü yıllardan sonra kesebilmeyi başarmamıza rağmen, Mısırlıların bu işi 3000-5000 yıl önce başardığı görülmektedir. Şekil 2’deki taş, Mısır Karnak’ta bulunmuştur. Görüldüğü gibi hızarın bıraktığı iz gayet açıktır. Bu taşlar 5.000 yıllıktır ve o zamanın teknolojisinde böyle bir şeyin olması söz konusu bile olamaz. Hele bu taşın bazalt olduğu düşünülürse durum daha da garipleşir. Çünkü bazalt en sert kayaların başında gelir, yani kesilmesi en zor taşlardan biridir. Aynı bıçak, elmas takviyesi yapılarak 1/10 kadar daha az bazalt kesebilmektedir.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Bu durum, bize Mısır ve Roma tanrılarının Atlantisli olduğunu ve gerekli teknolojiye sahip olduklarının delilidir. İleri teknoloji ürünü olan bu aletler ancak tanrıların var olduğu süre içinde var olabilirdi. Onlar dünyadan el etek çekince bu tür ürünleri geri zekâlı insanın yapabilmesi mümkün değildir. Ancak daha basit teknolojiyi devam ettirebilmişlerdir. Belgeselde anlatılan vinçler de aynı şekilde tanrıların eseridir. Hele geçmişte yapılan tanımlamalardan yararlanarak oluşturulan resim 3’deki mermer kesme aleti kesin delildir. Aslında resimdeki en önemli şey taşı kesmek için oluşturulan telin varlığıdır. Çünkü böyle bir teknolojiye ancak günümüzde ulaşabildik. Bu gün oluşturulan ileri teknoloji ürünü tellerle mermerleri kesebiliyoruz. Şekil 3’deki model ile gerçek mermer kesme aparatının benzerliği gözükmektedir. Modelde olamayacak şey, teldir. Çünkü bir telin mermeri kesebileceği ancak günümüzde öğrenilen bir şeydir. (Hatta günümüzde bile, bir çok kişinin böyle bir durumdan haberi yoktur) Bu modeli tasvir eden antik mühendis Pliny telle mermerin kesilebileceğini bilemezdi; değil bilmek, hayal bile edemezdi. Ya aleti görmüştür ya da anlatılanlardan duymuştur.
Aslında insan eseri olamayacak teknolojiye sahip eserler dünyanın birçok yerinde vardır. Amerika Titikaka gölü yakınlarında Tiahuanaco antik şehrinde de ilginç taş işçiliği bulunmaktadır. Şekil 4’deki kaya bir iddiaya göre dünyanın ilk şehrine aittir. Üzerine yapılan çizgi ve delikler elle olamayacak kadar düzgün ve sıralıdır. Bu kayayı ancak bir makinenin yapmış olabileceği söylenmektedir. Bu taşın olduğu yerde çok daha ilginç kesilmiş taşlar bizlere farklı bir hikâye anlatmaktadır.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Şekil 4 Taştaki çizgi ve delikler elle yapılamayacak kadar düzgün.Başka yazılarımda da değindiğim gibi antik insanlar dünyanın her yerinde, kendilerinden beklenmeyen eserler vermişlerdir. Maçhi Piççhu, Sacsayhuaman, Ankor Watt, Piramitler ve Tiahuanaco bunların en önemlileridir. Bu şehirler, bizim pagan tanrıları diye bildiğimiz Atlantislilerden kalan ekiplerin insanoğlunu geliştirebilmek için kurduğu yerlerdi. O şehirlerde yanlarında götürdükleri bir miktar insanı, hem eğittiler hemde geliştirdiler. Bir Sümer tableti olayı güzel özetler. “Güzel olan ne varsa tanrıların lütfüyle yaptık” der. Onlara medeniyeti öğreten tanrılar, sonraları yerlerini insan krallara bıraktı. İnsan krallar da kendilerinin tanrı olduğunu ispatlamak istemişlerdir. Bu istek Mısır’da pramit geleneğini oluşturmuştur. Diğer kadim medeniyetlerde de her kral tanrılardan geldiğini ispatlama ihtiyacı içinde olmuştur. Çünkü tanrılar insanların var olma sebebiydi. Bugünkü dinlerdeki tanrı inancından çok daha ileri bir durum vardı. Çünkü tanrılar insanların arasındaydı ve insanlara göre çok üst varlıklar olarak görünüyorlardı. Teknolojinin nimetlerinden yararlanan tanrılar, geri tür olan insan için gerçekten tanrıydı. Hayalini bile kuramayacağı şeyleri yapan bu üstün canlılar, sabırla bildiklerini öğretmeye çalışıyordu. Üstelik ölümcül ceza verme becerileri de vardı. Memnun olmadıklarını yok edebiliyorlardı. Önceleri insanlar arasında olan bu tanrılar, sonraları ruhani dünyaya çekildi ama insanoğlunu yönlendirmekten hiç vazgeçmedi. Yerlerine bıraktıkları kralların devri bittikten sonra yönlendirme işlemine peygamberlerle devam ettiler.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
İnka mimarisinin en önemli ve belirgin özelliklerinden biri olan ikizkenar yamuk şeklindeki bir İnka kapısı
İnka mimarisi üç temel kavram üzerine kurulmuştur: Hassaslık, kullanışlılık ve sadelik. İnka mimarisinin temel anlayış prensibi "Az çoktur!" olmuştur.
İnka mimarisindeki en baskın biçim basit, ancak zarif ve mükemmel bir şekilde kullanılmış olan "
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
" şeklidir. İkizkenar yamuk biçimindeki kapılar, pencereler ve duvarlardaki nişler her tipteki İnka yapısında görülmektedir. Kullanışlılığın etkilenmediği her yerde bu yamuklardan mümkün olduğunca fazla kullanılmıştır.İnka inşaatçılarının kullanışlılığı geri plana attıkları tek husus, akan suyla girdikleri mimari ilişki olmuştur. Suyun, şırıltıyla ve köpürerek döküldüğü oluklar, bazen oyma süslerle bezenmiş taşlar ile süslenmiş, bazen de hiç gerekli olmadığı halde karmaşık taş kanallar ile bir sonraki çeşmeye ya da banyolara bağlanmıştır. Zaman zaman bir çeşmeden bir diğer çeşmeye gereksiz denebilecek, ancak hoş ve güzel bir dekorasyon vermek amacıyla şelaleler ve süslemeler yapılmıştır.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
suyun sesini ve görüntüsünü mimari bir tasarım elemanı olarak ele almışlar ve tüm hünerlerini bu hayat kaynağı sıvı üzerinde en yüksek düzeyde göstermekten büyük zevk duymuşlardır.Doğal Çatlaklardan Yararlanma
Taş işçileri taş ocağında bulunan doğal çatlaklardan yararlanırlar. Masif kaya katmanında bulunan damarların düzgün bloklar çıkartılmasına elverişli olması durumunda aşağıda değineceğimiz yöntemlere başvurulmaktadır.
Isı Şoku ile Çıkartma
Bloklarda sıcaklığın yeterli derecede yükseltilip aniden düşürülmesiyle blokların bünyesinde genel çatlaklar meydana gelir. Bu yöntemde öncelikli olarak yapılması gereken ana bloktan çıkarılacak olan kütlenin sınırlarının belirlenmesi ve bu sınırların ısıtılmasıdır. Yeterli derecede ısıtılan bloğun üzerine soğuk su dökülmesiyle birlikte ısıtılan hat boyunca çatlaklar meydana gelir Bu çatlaklar sayesinde blok ana kayadan söküp alınır.
Kopartma Tekniği
Bu teknikte bloğun üzerine ince uçlu kalemle olabildiğince derin bir yarık açılır. Açılan yarık ile bloğun dayanma gücü azalır. Çıkartılacak olan bloğa zayıflamış olan bölgeden şok etkisiyle bir kuvvet uygulandığında blok çatlar ve parçalanır. Bu teknikte çekiç ve külünk gibi taşçı aletleri kullanılmaktadır. Ancak bu yöntemle blok ana kayadan düz bir halde kopartılmaz, kayıplar oluşabilir.
Kamalama Tekniği
Blokların çıkartılırken en az zararla çıkartılması makbuldür. Bu teknik de eskiçağ taş ocaklarında en sık kullanılan yöntemlerdendir. Kamalama tekniği bloğun sınırları dâhilinde ana kayayı çevreye bağlayan kayaçlarda yeterli derinlikte, genişlikte oyukların açılmasıyla blokların çıkartılmasıdır. Çıkartılacak bloğun boyutu, açılacak kanalların genişliğini ve derinliğini etkiler. Örneğin büyük boyutlu bir blok çıkarılacaksa buna göre bir insanın girebileceği derinlikte ve genişlikte eğer boyut küçükse sadece aletlerin girebileceği derinlik ve genişlikte kanallar açılır.
Çeşitli aletler yardımıyla kamaların yerleştirilmesiyle tranşeler açılır. Kamaların sayısı taşın yapısına, bloğun boyutuna ve kullanım amacına göre değişmektedir. Bloğun bütünüyle çıkarılması gerektiğinde kanal profili, dikdörtgen bir kesit şeklindedir. Örneğin sütun bloğu çıkarıldığı zamanlarda kamaların aralıkları daha kısadır. Kamalar "V" şeklinde olup diplere, daha derinlere girmesi için tasarlanırlar. Kamaların hangi malzemeden yapıldığı da taşın cinsine göre değişmektedir. Sert bloklar için metal malzeme kullanılırken, yumuşak taş cinsleri için de ahşap kamalar kullanılmaktadır. Ayrıca blokların altına yerleştirilen ahşap kamalara su dökülmesiyle şişmeleri sağlanır. Böylelikle bloğun altında şişen ahşap kamalar yavaş yavaş taşı çatlatarak ana kayadan ayırır. Böylelikle en az kayıpla blok çıkartılmış olur.
ahşap
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
taşlardaki oyuklara yerleştirip sonra da ıslatarak kamanın şişmesini ve dolayısıyla taşın ayrılmasını sağlıyorlardışekil verilmek istenen kaya parçasına kendisinden daha sert bir yapıda olan çekiç taşı ile vurmaktır.
nehir ve dere yataklarındaki değişik büyüklükte partikülleri olan kum ile bir nevi kaya üzerinde taşlama yapılarak kayaya şekil veriliyor ve sonrasında da ince kum ile parlaklık veriliyordu.
şekil verilmek istenen taş üzerine yerleştirileceği taşın üzerinde havada askıda kalacak biçimde tutuluyor ve askıdaki taşın taban yüzeyi, üzerine oturtulacağı taşın tavan yüzeyinin şekline göre, çizici bir aletle bir nevi şablonlu biçimde yontuluyordu
Ancak yukarıda sayılan yöntemlerin hiçbiri ne kesin olarak kanıtlanmış ne de reddedilmiştir.
kullandıkları bu muazzam duvar ve taş işçiliği yeteneklerinin uygulama şekli ve yöntemi günümüzde hâlâ tam olarak çözülememiş bir muammadır. Hangi yöntem kullanılmış olursa olsun, bunun çok çaba ve zaman gerektiren bir iş olduğu açıktır. Bu yüzden olup olmadığı kesin olmamakla birlikte duvarlarındaki taşları yerleştirirken çoğu zaman sadece taşların birbirine temas eden yüzeylerini işlemiş olmaları dikkat çekici ve bir o kadar da anlamlıdır.
Çoğunlukla iş gücünden kazanmak için, sadece yük taşıyan yüzeyler hassas bir biçimde birbirine bağlanmış, diğer dik yüzeyler ise bunun kadar hassas olmamak üzere birkaç santimetre farklarla yerleştirilmişler ve aralarında kalan boşluklar da
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
ile doldurulmuş ve düzeltilmiştir.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Çekiç taşı yardımıyla taşa şekil vermeye örnek.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Paleolitik devrideki Levallois yöntemiyle mızrak ucu yapımı (canlandırma).
Yontma Taş Devri veya bilimsel adıyla Paleolitik Çağ olarak tanımlanan Eski Taş Çağı günümüzden yaklaşık 2 milyon yıl önce başlamış ve 10.000 yıl önce son bulmuştur. Ancak verilen bu tarihlerin dünya geneli içinde geçerli olduğunu ve yerel olarak değişmeye açık bulunduğunu da belirtmek gerekir. İnsanlık tarihinin %99'u gibi çok büyük bir bölümünü kapsayan bu çağ, aynı zamanda ilk insan atalarının ortaya çıkışı ve ilk aletlerin üretimi yoluyla insanlaşma sürecine girişi temsil etmesiyle de söz konusu tarihin gelişimi içinde çok önemli bir yer tutmaktadır.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Paleolitik devrideki Levallois yöntemiyle mızrak ucu yapımı (canlandırma).
Doğanın sınırlayıcı ve belirleyici baskısı altında yaşayan Paleolitik Çağ insanları ekonomik açıdan, avcı ve toplayıcı toplulukları temsil ederler. Besin üretmeyi bilmeyen bu insanlar, yalnızca yaşadıkları ortamda bulunan yabani sebze, meyve ve kökler ile avlandıkları hayvanları yiyerek beslenmişlerdir. İklim ve çevre koşullarının değişkenliği nedeniyle, yeni besin kaynakları aramak ve av hayvanlarını izleyerek, küçük gruplar halinde konar-göçer tarzda yaşamışlardır. Kaya sığınaklarının bulunduğu yerlerde mağara ve kayaaltı sığınaklarında barınmışlar, kaya sığınaklarının bulunmadığı yerlerde ise açık havada kurdukları sığınaklarda yaşamışlardır.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Yontma Taş Devri'ne ait
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
'da bir mağarada bulunan taşlar.Paleolitik Çağ, karakteristik çizgileri ve kültürleriyle Alt, Orta ve Üst olmak üzere 3 evreye ayrılır. Alt Paleolitik devrin insanları, beyin kapasiteleriyle orantılı olarak kendilerini vahşi hayvanlardan korumak, beslenmek, avlanmak için ve zaman zaman da kendi aralarındaki mücadelelerde kullanmak üzere birtakım basit taş aletler yapmaya başlamışlardır. Genellikle doğanın kendilerine sunduğu taşları, ya daha sert olan başka taşlarla yontarak işlemişler, ya da doğal halde çevrelerinde bulunan ve çok az bir rötuşla alet haline gelebilen parçaları kullanmışlardır. Alt Paleolitik süresince oldukça ılımlı geçen iklim Orta Paleolitik'de kurumaya, sertleşmeye ve giderek bol kar yağışıyla belirgin yeni bir buzullaşmaya dönmesi, insanın yaşayışı ve teknolojisinde bir dizi değişiklikler meydana getirmiştir. Bu teknolojik değişikliğin en belirgin yanı, yonga endüstrisinde kendini gösterir. Alt Paleolitik'in kaba taş alet (2 yüzeyli) ve yongalarının yerini oldukça düzenli bir şekilde yontulmuş ve kenarlarda yapılan düzeltilerle (rötuş) ve uç kazıyıcı haline sokulmuş işlenik yonga aletler alır. Bu dönemin insanları olan Homo Neanderthal'lerin, eldeki kısıtlı alet teknolojisi ile mamut, gergedan, geyik gibi büyük hayvanları avlayabilmeleri bu insanların avcılıkta ne kadar ustalaştıklarını ve hayvanları avlayabilmek için birtakım av teknik ve yöntemlerini geliştirdiklerinin bir kanıtıdır.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Yontma Taş Devri'ne ait bir mağara.
Ayrıca bu evrede, inançlarla ilgili birtakım belirtilerin ortaya çıktığı görülüyor. Örneğin tek, ya da çift çukurlar şeklindeki mezarlar ve bunların yanındaki - belki de besin depoları olarak yorumlanabilecek - eklentiler, Neanderthal'lerin ölü gömme eylemleri hakkında bilgi veren izlerdir. İklimin tekrar hissedilir derecede soğuduğu ve kuru hale geldiği Üst Paleolitik Çağ'da, Homo Neanderthal'lerin yerini modern insanın atası sayılan Homo Sapiens'ler alır. Homo Sapiensler becerili ve aktüel insana daha yakın olan insanlardır. Üst Paleolitik'de yontma teknolojisindeki gelişme dikkat çekecek bir düzeyde olup, taş işçiliği en büyük gelişmesine ulaşmıştır. Alt Paleolitik'te kısmen de olsa Orta Paleolitik'de görülen klasik 2 yüzeylilerin (el baltası) yerini çakmak taşı yonga ve dilgilerin üzerine yapılmış, çeşitli tipteki aletler almıştır. Ön kazıyıcılar taş delgiler, taş kalemler, yaprak biçimli uçlar, mekik aletler bunlardan bazılarıdır. Üst Paleolitik'in son evrelerinde ise sırtı devrik dilgiciklerin ortaya çıktığı görülüyor. Taş aletlerin yanısıra kemik ve boynuzdan yapılmış aletlerde de büyük bir artış gözlenmektedir. Esasen bu evrede taş aletler, büyük bir çoğunlukla kemik aletleri şekillendirmek için yapılmışlardır. Bu ise Üst Paleolitik'te artık alet yapan aletlerin üretildiğini göstermektedir.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
Yontma Taş Devri'ne ait bir boynuz.
Üst Paleolitik Çağ'ın önemli gelişmelerinden biri de insanların entelektüel hayatlarıyla ilgili birtakım sanat eserlerini yapmaya başlamalarıdır. Mağara duvarlarına ve çeşitli objeler üzerine yapılan boyalı resim,gravür, alçak kabartmalar ile heykelcikler, Paleolitik sanatın, Sanat Tarihi içinde oynadığı rolü ortaya koyar. Üst Paleolitik'te süslenme merakı da açıkça görülür. Balık kemiği, kavkı, çeşitli hayvan kemiği, diş ve kabuklarından yapılan süs eşyalarının Üst Paleolitik'te insanlar tarafından kullanıldığı bilinmektedir. Ayrıca bu devirde artık insanlar ölülerini sistemli bir biçimde gömmeye başlamışlardır. Anadolu Paleolitik'ine günümüze değin yapılan kazı ve yüzey araştırmalarının ışığında bakıldığında, yeterince araştırılmamış olmasına karşın, Alt, Orta, Üst Paleolitik dönemlere ait taş ve kemik endüstri, fauna, flora ve insan kalıntıları ile sanat yapıtlarının ele geçmiş olması, Anadolu'nun ne denli yoğun bir biçimde iskan edildiğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bugünkü bilgilerin ışığında, Anadolu Paleolitik Çağ'ın tüm evrelerini, stratigrafik süreklilik içinde veren tek mağara Karain'dir. Antalya'nın 30 km. kuzeybatısında yer alan bu merkez; Alt, Orta ve Üst Paleolitik evrelere ilişkin çeşitli "oturma tabanları" vermektedir. Sözü edilen evrelere ait çok sayıda yontma taş ve kemik aletin yanısıra, taşınabilir sanat eserleri,
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
ve
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
'lere ait diş ve kemik kalıntıları, yine çok sayıda yanmış ve yanmamış kemik kalıntıları da vermiştir.Karain Mağarası, buluntularıyla, yalnız Anadolu'da değil, aynı zamanda Yakın Doğu Paleolitiği için de büyük önem taşımaktadır. Anadolu Paleolitik'indeki en büyük boşluk, salt yaşlandırmanın henüz yapılamamış olmasından kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte, son yıllarda Aşağı Fırat Havzasında yapılmış olan kazı ve sistemli yüzey araştırmaları ile Karain ve Yarımburgaz mağaralarında yeniden başlatılan kazılarda elde edilen buluntular üzerinde sürdürülmekte olan incelemeler, Anadolu Paleolitik'inin henüz çözümlenmemiş olan stratigrafik ve kronolojik sorunlarına çözüm aramaya yöneltilmiş bulunmaktadır. Yontma Taş Çağı eserlerinin en güzel örnekleri Güney Anadolu sahillerinde, Antalya civarında yer alan Karain Mağarası buluntularıdır. Burada yaklaşık 10,5 metre kalınlığındaki dolgu malzemesi içinde Yontma Taş Çağı'nın bütün evrelerine ait kültür tabakaları ortaya çıkarılmıştır. Bu tabakalar içerisinde çeşitli taşlardan yapılmış aletler arasında el baltaları, kazıyıcılar, uçlar ele geçirilmiştir. Kemikten yapılmış aletlerden cımbızlar, iğneler, süs eşyası gibi kalıntılar da bulunan eserler arasındadır.
Blokların Taşınma Yöntemleri
Taş ocaklarından bloklar her ne kadar ustaca çıkartılırsa çıkartılsın, lazım olduğu taşıma yöntemleri güvenli değilse bütün emek boşa gidebilmektedir. Bu yüzden eskiçağda ocaklara bağlanan yolların daha düz ve güvenli olması gerekmektedir. Büyük blokların taşındığı bu yollar maruz kaldığı basınç nedeniyle daha sıkı taş örgü yollarla desteklenir. Didyma ve Pentelik'te çevrede yeterince taş malzeme olmamasından dolayı mermer ocaklarından alınan atık taşlarla yollar desteklenir ve böylelikle ağır blokların oluşturduğu basınç nedeniyle taşıma araçlarının batması engellenir.
Taşımada gösterilen hassasiyet bloğun yol üzerinde düşüp kırılmasından öte, bloğun taşınması esnasında büyük sarsıntılar geçirip iç alanında mikroskobik düzeyde çatlamaların olmasıyla alakalıdır. Bu iç çatlamalar daha sonra yapının ömrünü de kısaltmaktadır. Zaman geçtikçe doğal etkiye maruz kalan taş, içten çatlamaya başlayacak, en sonunda da kırılıp tahrip olacaktır. Bu yüzden taşıma işlemine başlamadan önce nakliye öncesini iyi ayarlamak gerekmektedir. Burada en önemli unsur az miktarda emekle taşımanın gerçekleşmesidir. Büyük boyutlu bloklar taşınmadan önce kabaca en son haline yakın bir şekille gönderilir. Böylelikle fazla ağırlık da taşınmamış olunacaktır. Örneğin bağımsız lahitlere ocaklarda kabaca şekil verilir. Taş ustasının ince işçilikle yapacağı kabartmalar için alanlar belirlenir ve nakledilecek yere bu şekilde götürülür. Sivri kenarlar, uç bölgeler taşınma sırasında çok rahat kırılacağı için iç gerilmelerin yoğunlaşacağı köşelerden kaçınılmaktadır.
Taş ocaklarından blokların taşınması eğimli ve düz alanda taşıma olarak iki kategoride değerlendirilebilir. Düz alanlar için genellikle öküz arabaları tercih edilmektedir. Büyük blokların taşındığı zamanlarda yük arabalarının tekerlek sayısı artırılarak yere olan basınç tekerleklere dağılır ve bir bölgeye kuvvet uygulanması engellenir. Ayrıca büyük kızaklar da düz taşıma sisteminde kullanılmaktadır. Eğimli arazilerde bulunan taş ocaklarından blokların yola indirilmesinde belirli teknikler kullanılmaktadır. Küçük blokların yamaçlardan aşağıya indirilmesi öncelikle halatlar sayesinde yapılırken daha sonra blokların altlarına kütükler konularak kızaklar yardımıyla taşın yer ile teması kesilmiştir.
Küçük blokların her türlü hareketinin sağlanmasında en çok kaldıraçlar kullanılır. Kaldıraç yardımıyla kaldırılan blokların altına konulan ahşaplarla taşın her türlü seviyeye yükseltilmesi sağlanır. Blokların kaldırılmasında ve istenilen seviyeye getirilmesinde diğer bir yöntem beşikle hareketlerinin sağlanıp altlarına ahşapların yerleştirilmesidir. Bu uygulamalar küçük bloklar için geçerlidir. Büyük bloklar için farklı yöntemler kullanılır. Uzak mesafeler için merdaneler kullanılır. Örneğin eskiçağın en çok kullanılan mimari parçalarından biri olan sütunlar için belirli bazı yöntemler vardır. Taş ocağında kabaca şekil verilmiş sütun silindirinin uçlarına yuvalar yapılır ve içlerine demir dökülür. Ardından uçlara yerleştirilen demir çubukların tuttuğu ahşaptan bir çerçeve yapılır sütunu saran bu çerçeve de bir öküz arabasına bağlanarak gideceği yere çekilir.
Silindir şeklinde olmayan ağır blokların taşınması için de bazı yöntemler geliştirilir. Bu yöntemde tekerlek ön plandadır. Ahşap malzemeden yapılan tekerlek geniş enli olarak tasarlanır. Böylece toprağa saplanmalar ortadan kaldırılır. Bu tekerleklerin çapı 3,5 cm. civarındadır. Sütun silindirlerini taşırken kullanılan yöntem gibi tahta çerçevelere yerleştirilen yataklar içine dönen demir çubuklar takılır. Taşınmanın daha rahat yapılması için, taşınan bloğun tekerleklerle aynı hizada yerleştirilmesi gerekir ((Ancak bu gibi yöntemler kısa mesafeler için kullanılır. Bazı bloklarda manivelanın nereden yerleştirildiği çeşitli çentik izlerinden anlaşılır. Taş ocağından kabaca işlenerek getirilen bloklar inşa alanında ince işçilik yapılarak uygun hale getirilir. Daha sonra yerleştirilecek olan yere iç ve dıştan kurulan payandalar sayesinde palangalardan oluşan bir sistemle yukarıya çekilir ve gerekli alana yerleştirilirdi. Blokların halatlarla ya da metal malzeme ile kaldırıldığı esnada daha statik olması için bloklar üzerine yardımcı oyuklar kazınır. Bu oyuklar; mahmuzlar, "U" oluklar, yan ve alt oluklar nadir de görülse "V" oluklar şeklindedir. Bu oyuklar kalıcı olduğundan dolayı yapının görünmeyen ya da kullanılmayan bölümlerine açılır. Mahmuzların dört taraftan kaldırılacak şekilde olanları sadece sütun tamburlarında mümkündür. İki tarafta bırakılan mahmuzlar blokların duvara yerleşmesinin önlemek amaçlıdır. Oluk ve kanal sistemlerinde ise halat oluk ve kanalın içini dolanarak ağırlığı bütün bölgeye dağıtır. Daha sonra yerleştirme işlemi yapıldıktan sonra bir yerden çekilerek halat çıkartılır. Taşıma ve kaldırmada zamanla halatın yerini metal gereçler alır ve halat bu öğelere takılan ikincil bir öğe olur. Bunlardan biri "kurt ağzı" denilen sistemdir. Bu sistem bloğun oyuklarına yerleştirildikten sonra yukarıya çekildiğinde yuvada genişler ve yuvadan çıkmaz. Böylelikle sağlam bir ortam hazırlanıp ucuna halat bağlanıp çekilebilir. Ayrıca daha sağlam olması için kurt ağzının olduğu yere kurşun dökülür. Bir başka metal gereç ise kavraçtır. Bloklara açılan oyuklara yerleştirilen kavraç, halatın yukarıya çekmesiyle makas gibi çalışarak taşı sıkar böylelikle sağlam bir şekilde taş kaldırılmış olur. Roma döneminde imkanlarında artmasıyla taşıma yöntemlerinde daha farklı teknikler kullanılmaya başlanır. Örneğin 4-5 metre çapında ahşap silindirlerin içine konulan bloklar, halatlar sayesinde öküzler tarafından çekilir. Ancak bu yöntemin bir olumsuz yanı, silindire yön verilememesidir. Bu yüzden yoldan çıkmak gibi durumlar söz konusu olabilir. Roma imparatorluk döneminde Pax Romana ile büyük bayındırlık hizmetleri tüm Roma coğrafyasına yayılır. Bununla birlikte gelişen inşaat tekniklerinin yanı sıra ihtişamlı yapılar yapılır. Böylelikle büyük bloklara olan ihtiyaç daha da artmaktadır. Artık tek bir halatla kaldırılamayacak hale gelen bloklar makaralar kullanılarak yapılara taşınır. Örneğin manivelayla üç makaralı bir palangada 135 kg.lık ağırlık kaldırılabilir. Bu tip sisteme trispastos denilir. Pentaspastos adlı sistemde de beş makara bulunmakta iki kişi çıkrıkla 450 kg kaldırabilmektedir. Daha ağır yükler için halat sayısı arttırılarak iki-üç makara gerekir. Bu tip kaldırma vinçlerine Polypastos denmektedir. Bu tür vinçlerin bir bocurgatla çalışması gerekir. Bu taşıma sistemiyle dört kişi 3000 kg kaldırabilmektedir. Basamak çarklı bocurgat da üç halatlı beş makaralıdır. Bu sistemle 6000 kg yük kaldırılabilir.
Eskiçağda kentler genellikle bulunduğu coğrafyaya bağlı olarak gelişirler. Yerel taş işçiliği belli ölçüde bölgenin jeolojik özelliklerine, kullanılan malzemeye, taşın niteliğine, çeşitliliğine, ağaç yokluğuna ve kullanımına bağlıdır. Coğrafi açıdan kapalı, ulaşımı zor, üretim alanları ve yerel kaynakları kısıtlı yerleşimler bir bakıma baskın kültürlerden etkilense de teknik ve kültürel anlamda kendine yeten toplumlardır. Özellikle bu gibi yerleşimlerde üretim alanı olarak önemli olan toprak, genellikle yaşam alanı olarak kullanılmaz. Toprağı üretim amaçlı kullanan ve bundan başka geliri olmayan yerleşimlerde toprakla beraber taşa olan mecburiyet de artmaktadır. Bu şartlarda taşın, olanakları kısıtlı toplumlarda önemli bir yapı malzemesi olarak görülmesi taş işçiliğinin de gelişimine neden olur.
Taşın ana yapım malzemesi olarak kullanıldığı kentlerde, taş ustaları statü sahibi kişilerdir. Assos'da, kazılarda çıkan yazıtlar incelendiğinde kentin tiyatrosundaki rezervasyon sistemi dikkat çeker. Tiyatronun orta taraftaki oturma yerlerinde üç meslek adının yazılığı olduğu görülmektedir. Bu meslekler demirciler, taş ustaları ve dericilerdir. Meslek gruplarına ayrılan yerler, orta sıralarda olduğu için mesleği yapanların sevilen ve statüleri yüksek olan kişiler olduğu düşünülebilir. Assos'daki sur duvarlarının Troas bölgesindeki sur duvarlarına göre daha iyi korunmuş olması ve duvarların harç kullanılmadan dayanıklı olarak yapılması, taş ustalarının bu kent için neden önemli olduğunu açıklar. Bazı bilim adamlarınca imkânları kısıtlı bu tip yerleşimlerde gezici taş ustalarının dolaştığı düşünülür. Ancak taşa mecbur kalmış ve belirli bir hinterlandı olan kentler için genellemede bulunulmamalıdır. Bu yüzden imkânları kısıtlı yerleşimlerde yerel işçiliğin, ustalığın incelenmesi gereklidir. Her bölgenin kendine has coğrafyası ve kültürü vardır. Kişisel sanatlar ve tarzlar kendi bölgeleri içinde değerlendirilmelidir.
Eskiçağda taş işçiliği bazı uygulamalarda ortaktır. Eskiçağ kentlerinde temel yapı malzemesi olan taşın birçok toplum tarafından sıkça kullanılması doğada hazır durumda var olan bir malzemeden yararlanması olarak açıklanabilir. Bu yüzden birbirinden uzak toplumlarla olan benzerlikler etkileşim olarak görülmemeli doğanın verdiği imkânlar göz önüne alınmalıdır. Örneğin Urartu ülkesindeki kaya düzenlemelerinin benzerlerine Kilikia'da da rastlandığında Kilikia'da Urartu izleri, ya da Urartu'da Kilikia izleri aranmamalıdır. Etkileşimin keskin bir çizgisi olamaz; bu, yüzyılların ve doğanın getirdiği bir oluşumdur. O yüzden farklı coğrafyalardaki toplumlarda görülen benzer özellikler, bizim sadece bazı noktaları açıklamamıza yardımcı olur. Her ne kadar kaya mimarisi kullanımının özü aynı ise de uygulamada farklılıklar olabilir.
Eskiçağ yerleşimlerinin maddi olanakları, yapılarda hangi tür taşın kullanılacağını da belirlemektedir. Özellikle mermer ve granit kullanımı zengin kentlerin tercihidir. Refah düzeyi üst seviyede olmayan yerleşimlerde ise yerel kaynaklar kullanılır. Bu doğrultuda eğer imkânları elverişliyse taş ocakları yerleşimlerin kendi hinterlantlarındadır. Yerel taş ocaklarının konumları ihtiyaca ve jeolojik yapıya göre belirlenir. Jeolojik yapıya göre masif kaya katmanları, özellikle de damarlaşmanın olmadığı sıkı katmanlar tercih sebebidir. İhtiyaca yönelik olarak yerel ocakların belirlenmesi, büyük yapıların taş ihtiyacını giderme amaçlıdır. Örneğin Dağlık Kilikia kentlerinden Olba'nın en görkemli kamusal yapılarından biri olan su kemerinin yapımı sırasında kullanılan taş malzemenin hemen yakındaki taş ocaklarından sağlandığı tespit edilmektedir. Kayanın bol olduğu bir yerleşimde ilk önce yerel kaynakların kullanılması, bu kullanım sırasında malzemenin zahmetsiz, ucuz ve kolay taşınabileceği alanların taş ocağı olarak seçilmesi doğaldır. Böylece su kemerine 20 metre uzaklıkta bulunan taş ocağından büyük blokların çıkarılması açıklanabilir. İnşa halindeki yapılara yakın kaya kütlelerinden taş kesimi yapıp bunun yapı malzemesi olarak kullanılmasının güzel bir örneği de Ovalık Kilikia kentlerinden Anazarbus'daki amphitheatrumda görülmektedir. Yapı çok fazla tahrip olmasına rağmen temelleri kısmen korunmuş durumdadır. Stadionun oturma sıralarının olduğu tepenin amphitheatruma bakan yüzünde taş kesim izleri açık bir şekilde gözlemlenebilir. Kayaların yüzeyinde bulunan izler, hem blokların çıkarılma tekniği hem de boyutları açısından önemlidir. Amphitheatrumun yapımı için blokların alındığı ana kayada özellikle "dişli tarak" aletinin kullanılması dikkat çeker
Taş işlemeciliğinin tarihsel süreci incelenirse, başlangıçta bu işe heykeltıraşların yöneldiği ve böylece mimaride de taşın süsleme amaçlı kullanıldığı bilinmektedir. Mısır'daki taş ustalığının İÖ 3000 yıllarına kadar uzandığı söylenmektedir. Mezopotamya'da da taş işçiliğinin tarihi, erken dönemlere dayanır. Örneğin, Ur'da Leonard Wooley'in bulduğu büyük bir tabletten, Sümerli ustalar ve zanaatkârlar hakkında bilgi edinilebilir. Tablette; İÖ 1975 yılında yapılan bir işin özeti verilmekte ve sekiz adet atölye sıralanmaktadır. Bu atölyelerden bir tanesi de taş kesicilerine aittir
Yunan uygarlığında taş işçiliği ve taş işleme sanatı İ.Ö. 7. yüzyılın sonlarına doğru ön plana çıkar. Taş yontuculuğu ile uğraşan kişilere taş kesicisi, taş ocağı işçisi denir. Ancak "Taş işçisi" ile "taş ustası" arasındaki fark ayırt edilmelidir. Taş işçisi, ocaklardan blokların kesimi işinde uzmanlaşmaktadır. Eskiçağda taş ocaklarında genellikle köleler çalıştırılmakta, bu ocaklardaki çalışma şartları ağır olduğundan, cezalandırılan kişilerin ya da bazı askerlerin kullanıldığı bilinmektedir Örneğin Hıristiyanlığın yasak olduğu dönemlerde bu dini kabul edenlere uygulanan cezalardan biri de taş ocaklarında çalıştırılmaktır
Taş ustası ise ocaklardan gelen malzemeyi işlemektedir. Bir diğer deyişle taş ustası doğadan işlenmemiş olarak elde edilen ya da ocaklardan çıkarılan çeşitli niteliklerdeki taşların, yapılarda plastik eserlerde kullanılması için; kesilmesi, işlenmesi, üzerlerine yazı yazılması gibi daha ince işleri, gerekli takım ve aleti kullanarak yapan kişidir. Taşın, sertliği, kırılganlığı, homojenliği veya tabakalaşma gibi özellikleri, hem çıkarılmasında hem de işlenmesinde önemli faktörlerdir. Bu yüzden taşın çıkarılmasından en son haline getirilmesine kadar geçen işlemlere karar veren kişinin de taş ustası olması gerekmektedir.
Taş işçisi ile taş ustası arasındaki fark gibi "taş ocağı" ile "taşçı atölyesi" arasındaki fark da ayırt edilmelidir İlki hammaddenin çıkarıldığı, ikincisi ise, üretimin ve ince işçiliğin yapıldığı yerdir. Eskiçağda genel olarak, iki işlevin birlikte ve aynı mekânda yapıldığı görülmektedir. Örneğin Termessos'da bu uyguluma arkeolojik verilerle kanıtlanır. Termessos'daki taş atölyesi ve taş ocağında, bir lahdin tomruk halinde ocaklardan çıkartılışından en son safhasına dek tüm üretim aşamalarını izlemek mümkündür

Yukarıdaki resme iyi bakmanızı istiyorum. Tarihte yapılmış ilk yapı olduğu iddia edilen Göbeklitepe'deki pekçok taş işçiliğinden bir örnektir. "Tarih anlayışımız değişebilir" diyen uzmanlar, yine de bu eserin, taş baltalarla yapıldığını ileri sürüyorlar. Üstelik onlara göre bu yerleşik kültür öncesi "ilk" eserlerden biri... Resme bir kez daha bakın lütfen. Resimde görülen taştan yontulmuş hayvan figürü bundan 11.000 yıl önce yaşamış insanlar tarafından yapılmıştır. Ve hiç de "acemi" görünmüyorlar.Bu detaylı şekiller, kendilerini işleyen ustaların sanat zevkini göstermektedir. Ama daha da önemlisi bu sanatçıların o dönemde çeşitli metal aletler kullanarak bu taşları yontmuş olmalarıdır. Bir insanın eline başka bir taş alıp, taşı taşa sürterek resimlerde görülen işlemeleri yapması mümkün değildir. Bu ince işçilik ancak eğe, levye, rende gibi günümüzde de taş işlemeciliğinde kullanılan metal aletler yardımıyla yapılabilir. 11.000 yıl önce yaşamış olan sanatçılar da ancak benzer yöntemler kullanarak bu sanat eserlerini meydana getirmiş olabilirler.
şu alet edavatlar ile o taşlara şekiller vermişler....