- Katılım
- 27 Ağustos 2012
- Mesajlar
- 8,795
- Beğeni
- 11,115
- Puanları
- 113
f) İmparator Konstantin’den Önce Haç ve Haça Germe
Tertullian (M.S. 160-220) haçın her zaman ve mekanda kullanılmasını tavsiye etmiş, bütün günlük işlerimizde, bir yere girer ve çıkarken, giyinirken ya da yıkanırken, sofraya otururken, yatarken, kalkarken ya da bir lamba yakarken mutlaka istavroz çıkartmalıyız [1] demiştir. Fakat daha önce de ifade ettiğimiz gibi İmparator Konstantin bu dinî kabul edinceye kadar Hıristiyanlar haç işaretini kitabelerde, süsleme ve nakışlarda kullanmamışlardır. Bu konuda birçok neden ileri sürülmektedir, ancak biz burada önemlerine binaen sadece 3 tanesine değinmek istiyoruz:
1.si, M.S. 64’te Roma yakıldığında, Hıristiyanlar bu yangını çıkarmakla itham edilmiş ve bunun üzerine yakalanıp tutuklanmışlar ve birçok işkenceyle karşılaşmışlardır. Bu korkuyla, sakınarak ve gizlenerek yaşamaya başlamışlar ve inançlarını gizlice yaşamaya devam etmişlerdir. Dolayısıyla bu gizli hayat tarzı Hıristiyanları kendilerinden başkalarının anlayamayacağı sembol ve işaretler kullanmaya zorlamıştır. Örneğin, bu dönemde balık sembolü yazı ve resimde yaygın bir hale gelmişti.[2] 2.si, onların haça gerilmiş bir Tanrı'ya inanmaları putperestlerin alay konusu olduğu için, haç Hıristiyanların düşüncesinde uzun süre bir utanç vesilesi olarak kalmıştır. Buna en güzel delil, İtalya’nın Platino sarayında bulunmuş olan ve 3. yüzyıldan kalma merkep başlı haça gerilmiş adam adıyla bilinen bir belgedir. Burada merkep başlı bir insan figürü T şeklindeki bir haça gerilmiş olarak ya da (kı)nındaki başka bir kişiye bakmakta ve bu şahıs, bir eli yukarıya kalkmış ve dua eder durumda görülmektedir. Resmin altında da, “Alexamenoc Cebe 0’eon-Alexamenoc Tanrısına Tapınıyor” ibaresi bulunmaktadır. Aynı yerde keşfedilen başka bir yazıda ise, “Alexamenoc Fidelis” ibaresi bulunmaktadır ki, Fidelis kelimesi sadece Hıristiyanlar için kullanıldığından 1. resmin ne Yahudilere, ne de Roma site şehrinin tanrısına tapınanlara değil, Hıristiyanlara ait olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. 3.sü ise, geometrik haç şeklinin daha önce ifade edildiği gibi, Hıristiyanlık'tan önce de bilinmesidir. Bu geometrik şekil küpe, yüzük gibi süs eşyalarında ve hatta hiyeroglif yazısında olduğu gibi, kimi harflerde de görülmekte olup, astrolojik sembollerde ve sihirsel yazılarda da kullanılmıştır. İşte, büyük olasılıkla, önceden beri putperestlerin bu geometrik haç şeklini kullanmaları, imanlarını koruma ve putperestliğe dönme korkusu, Hıristiyanların belli bir süre onu sembol olarak kabul etmesine mani olmuştur.[3]
g) Konstantin Döneminde ve Sonrasında Haç ve Haça Germe
Bilindiği üzere, Bizans İmparatorluğu'nda Hıristiyanlar için barış, İmparator Konstantin döneminde başlamıştır. Bu dönemde yaşanan 3 önemli olayın haçın Hıristiyanlarca sembol olarak kullanılmasını etkilediğini söyleyebiliriz.
1- Eusebius’un (M.S. 260-339) “Vita Constantini” (Konstantin’in Hayatı) adıyla yazdığı kitapta şu rivayete rastlanmaktadır: “312’de Konstantin “Milvian Bridge” savaşı için yola çıkar ve Tanrı’dan zafer diler. Akşam üzeri ilk doğan yıldızın üstünde nurdan bir haç ve üstünde şu yazı görünür: “In Hoc Signo Vinces” (Bu İşaretle Fethedeceksin). Konstantin ve ordusu bunun ne anlama geldiğini anlayamadıkları için ilk önce şaşkınlığa düşerler. Aynı gece, bu defa İsa Mesih aynı işaretle Konstantin’in rüyasına girer ve bu işareti askerî bir sembol olarak benimsemesini, onu savaşlarda taşımasını ve onunla korunmasını emreder. Nihayetinde, 27 Ocak 312’de Konstantin düşmanlarını bozguna uğratır ve Roma’ya muzaffer olarak döner. Bunun üzerine Konstantin her yere haçın konmasını emreder ve altına da Romalıların bu işaret sayesinde azgınlıktan kurtulduklarını anımsatan bir ibare yazdırır”.[4]
2- Bu döneme ait olup, İsa’nın haça gerildiğini gösteren bir başka figür de Kudüs’te bulunmuştur. Bunu, Konstantin’in annesi Helena’nın kutsal toprakları hac için ziyareti sırasında bulduğu söylenmektedir.[5] Bunun bir efsane olup olmadığı tam olarak bilinmemekle birlikte, bundan, o dönemde haça saygının yaygınlaştığını anlamak mümkündür.
3- Haça gererek idam etme Konstantin tarafından yasaklanmış [6] ve ondan sonra herhangi bir imparator da onu geri getirmemiştir. Böylece daha sonra gelen kuşaklar haçın bir zillet ve hakaret işareti olduğu anlayışını unutmuş, neticede kutsal bir renge bürünen bu sembol insanlığın kurtuluşu için ölen Mesih’ten başkasını ifade etmez hale gelmiştir.
Yukarıda ifade edildiği üzere Eusebius, Konstantin’in gördüğü rüya üzerine haçın bayrak, sancak ve zırhlara yerleştirilmesini emrettiğini bize haber vermektedir. Arkeolojik çalışmalar da Konstantin’in Mesih kelimesinin Yunanca ilk 2 harfini kullandığını göstermektedir. IHSV ibaresi, “In Hoc Signo Vicnes” (Bu İşaretle Fethedeceksin) cümlesinin ilk harflerini göstermektedir. V harfi H harfinin ortasına yerleştirilmiş ve H harfinin üst ortasına da küçük bir haç şekli konmuştur. Buna göre bu şeklin tamamı da haçı sembolize etmektedir. Zamanla insanlar bunun ne anlama geldiğini unutmuşlar ve V harfinin, 2 çivinin bir araya getirilmiş şekli olduğunu zannetmişlerdir. Daha sonra bunlara 3. bir işaret daha eklenerek, bu 3 harfin anlamının “İnsanların Kurtarıcısı Mesih” (Jesus Hominum Salvator) demek olduğuna inanılmıştır.[7]
4. yüzyıldan kalma Roma’daki Pudentiana kilisesinin mozaiklerinde İsa, imparatorluk tahtına oturmuş ve etrafında da Hıristiyanlığı savunan büyüklerin bulunduğu bir figür şeklinde gösterilmekte, levhanın yüksek kısmında uzunluğu Mesih’in boyuna eşit olan bir haç bulunmaktadır. Buradaki Mesih figürü Pontius Pilatus’un önünde olgunlukla durmakta ve sanki İsa onun hakimi imiş gibi işaret etmekte, Romalı valiyse, alacaklının önünde suçlanan ve başını öne eğen bir kişi pozisyonundadır. Soldaki figürde, İsa’nın haçını taşıyan Kirene’li Simon ve İsa’nın başına dikenden değil, defne ağacından taç koyan bir asker görülmektedir. Ortada ise, haça germe olayı resmedilmekte ve üstünde de, İsa’nın adının kısaltılmış olduğu boş bir haç şekli bulunmakta, bunu da 2 imparatorluk kartalının taşıdığı defne halesi çevrelemekte, haçın altında da, biri uyuyan ve diğeri de gördüklerinden dolayı dehşete düşen 2 asker göze çarpmaktadır. Görüldüğü gibi 4. ve 5. yüzyıl mezarlarındaki haç nakışlarında elem ve keder izi değil, İsa’nın ölüm ve şerre karşı üstün gelişinin hikayesi anlatılmaktadır. Bu ve benzeri belgelerden Hıristiyanların ilk dönemlerde haça bir zafer işareti olarak baktıkları sonucunu çıkartabiliriz. Bu yüzden de haçı süslü olarak betimlemişler, bizzat İsa’nın yerine koymuşlar ve ona azamet ve yücelik atfetmişlerdir. Bu yüzden onu yer yer arşta ve bulutların arasında görmek mümkündür. Bazen ona 9OYC ibaresi ya da bazen de, Yeni Ahit’in Vahiy bölümünde geçtiği gibi [8] A W (Alfa ve Omega) harfleri eşlik etmektedir.[9]
h) Haçın Etrafında Oluşan Efsaneler
İşte bu merkezî konumu ve önemine binaen tarih boyunca haçla ilgili pek çok efsane oluşmuştur. Bunlardan birisine göre, İsa’nın üstünde gerilip idam edildiği asıl haç İmparator Konstantin’in annesi Helena tarafından 326’da Filistin’e yaptığı hac yolculuğu sırasında keşfedilmiştir. Ortaçağ kökenli “haçın bulunuşu” hikayesine göre, İsa’nın üstünde çarmıha gerildiği haç, Şit tarafından Eden bahçesinden alınmış ve nesilden nesile aktarılmış, sonunda Helena bu haçı Kudüs’te toprağın altında bulmuş, bu arada haçın yanında İsa’nın başına konulan yazılı levhayla çiviler de ele geçirilmiştir. Helena çivileri oğlu Konstantin’e göndermiş, haç ve yazılı levhayıysa kutsal mekanında bırakmıştır.[10]
Hayat ağacı ve Hıristiyan haçı arasında bir etkileşim olduğu üstünde duran M. Eliade şu bilgileri vermektedir: Hayat ağacı ölüleri dirilten, hastaları iyileştiren ve gençleştiren bütün bitkilerin bir prototipidir. Çinlilerin efsanelerinde, olağanüstü bir adadan söz edilir. Kargalar bu adadan, ölümleri üstünden 3 gün geçmiş savaşçıları bile dirilten bir ot getirirler. Buna benzer inanışlar İran’da da görülmektedir. Ölüyü tekrar dirilten mûcizevî ağaç motifi Roma dünyasında da bilinmektedir ve bu hikayenin etkisi bütün Avrupa’da yaygındır. Yine efsaneye göre Kral Süleyman Seba Kraliçesi’nden kendisine ölümsüzlük vermesini isteyince, o da kayalar arasında yetişen bir bitkiden söz eder. Süleyman elinde bir bitkiyle dolaşan ak saçlı bir adamla karşılaştığında, yaşlı adam elindeki bitkiyi sevinerek Süleyman’a vermiş ve onu yanında taşıdığı sürece ölmeyeceğini söylemiştir. İnanışa göre gerçek haçın yapıldığı tahta ölüleri tekrar dirilttiğinden dolayı, İmparator Konstantin’in annesi Helena onu aramaya koyulur. Bu tahtanın kutsal kabul edilmesinin nedeni, Aden Bahçesi’ndeki Hayat Ağacı’ndan yapılmış olmasıdır. Hıristiyan tasvir sanatında haç genellikle hayat ağacı şeklinde betimlenir. Ortaçağ Hıristiyanlığında, haç ağacı ve Şit’in Cennet’te yaptığı yolculukla ilgili çok sayıda efsanenin yaygın olarak dillerde dolaştığı bilinmektedir.[11] İyilik ve kötülük ağacının tahtasından yapılma haç, Kozmik Ağacın yerine geçmiş, İsa’nın kendisi de bir ağaç olarak betimlenmiştir.[12]
Ünlü bir haç efsanesine göre Adem Hebron vadisinde 932 yıl yaşamış ve ona ölümcül bir hastalık isabet etmişti. Bunun üzerine, oğlu Şit’i inayet zeytinyağını almak üzere cennetin kapısında bekçilik yapan meleğe gönderir. Adem ile Havva’nın ayak izlerini takip ederek hiç ot bitmeyen bir yere geldiğinde Adem’in talebini başmeleğe iletir. Başmelek de Şit’e, Cennet’e 3 defa bakmasını söyler. Buna göre, 1. bakışında 4 nehir ve üstünde kurumuş bir ağaç, ikincisinde sarmalanmış bir yılan ve üçüncüsünde de tepesi gökleri, kökü de yeri delen bir ağaç görür. Bunun üzerine melek, Şit’in gördüklerini ona açıklayarak ileride bir kurtarıcının geleceğini söyler. Aynı zamanda ona, anne babasının daha önce yedikleri ölüm meyvesinin çekirdeğinden 3 adet verir ve bunları 3 gün içerisinde ölecek olan Adem’in dilinin üzerine koymasını söyler. Hikayeyi duyan Adem, bundan insanlığın kurtulacağını anladığı için Cennet’ten kovulalı beri ilk defa güler. Daha sonra Adem öldüğü zaman, bu 3 çekirdeği Şit onun dilinin üzerine koyar. Bunlar Hebron vadisinde büyüyerek Musa’ya kadar ulaşır. Musa bunların tanrısal kökenini bildiğinden onları dünyanın merkezi olan Horeb’deki Tabor dağına nakleder ve bunlar Davud’a kadar burada kalır. Tanrı’dan aldığı emirle Davut onları yine dünyanın merkezi olarak kabul edilen Kudüs’e taşır. Hikayeye göre bu 3 ağaç zamanla tek ağaca dönüşmüştür ve Mesih’in haçının da bundan yapıldığı söylenmektedir. Sonuçta Mesih, dünyanın tam ortası sayılan, Adem’in yaratılıp gömüldüğü yerde çarmıha gerilmiş ve kanı Adem’in kafatasına dökülmüştür. Bu ise insanlığın babasını vaftiz eden ve onu günahından kurtaran bir kan olarak kabul edilmektedir.[13]
Kendisine atfedilen olağanüstü güç ve kutsallık sayesinde haç Hıristiyanlık tarihinde manevi bir kuvvet kaynağı olmuş, ordular ondan aldıkları güçle savaşlar kazanmış, ahitler ve yeminler onun üzerine yapılmıştır. Urfa’lı Mateos’un anlatımına göre, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki bir savaşta şu mûcizevî olay gerçekleşmiştir: “Davit, piskoposlara ve papazlara, silah olarak yalnız Haçı ve İncili kaldırmış oldukları halde düşmana karşı yürümelerini emretti. Bunun üzerine bütün ordu Haç ve İncil kesildi. Müslüman askerleri (yüz 50.000 yakınlarında idi) yaklaşınca, rûhânîlerin kalabalığıyla karşı karşıya geldiler. Davit de 20000 cesur askerle beraber Müslümanların üzerine atıldı. 2 taraf birbiriyle çarpıştığı sırada, rûhânîler hep bir ağızdan haykırarak: ‘Allahım bizim yardımımıza gel ve bizi kutsal adın hürmetine kurtar’ diye dua ettiler. Hıristiyan askerleri de denize dalıyorlarmış gibi, Müslüman ordusunun içine atıldılar ve her taraftan ihata edildiler. Bunun üzerine rûhânîler hep birden, haçları kaldırmış oldukları halde düşmana doğru ilerlediler. Müslüman askerleri, onların içinden çıkan şiddetli bir aleve çarpılıp firar ettiler...”.[14]
Tertullian (M.S. 160-220) haçın her zaman ve mekanda kullanılmasını tavsiye etmiş, bütün günlük işlerimizde, bir yere girer ve çıkarken, giyinirken ya da yıkanırken, sofraya otururken, yatarken, kalkarken ya da bir lamba yakarken mutlaka istavroz çıkartmalıyız [1] demiştir. Fakat daha önce de ifade ettiğimiz gibi İmparator Konstantin bu dinî kabul edinceye kadar Hıristiyanlar haç işaretini kitabelerde, süsleme ve nakışlarda kullanmamışlardır. Bu konuda birçok neden ileri sürülmektedir, ancak biz burada önemlerine binaen sadece 3 tanesine değinmek istiyoruz:
1.si, M.S. 64’te Roma yakıldığında, Hıristiyanlar bu yangını çıkarmakla itham edilmiş ve bunun üzerine yakalanıp tutuklanmışlar ve birçok işkenceyle karşılaşmışlardır. Bu korkuyla, sakınarak ve gizlenerek yaşamaya başlamışlar ve inançlarını gizlice yaşamaya devam etmişlerdir. Dolayısıyla bu gizli hayat tarzı Hıristiyanları kendilerinden başkalarının anlayamayacağı sembol ve işaretler kullanmaya zorlamıştır. Örneğin, bu dönemde balık sembolü yazı ve resimde yaygın bir hale gelmişti.[2] 2.si, onların haça gerilmiş bir Tanrı'ya inanmaları putperestlerin alay konusu olduğu için, haç Hıristiyanların düşüncesinde uzun süre bir utanç vesilesi olarak kalmıştır. Buna en güzel delil, İtalya’nın Platino sarayında bulunmuş olan ve 3. yüzyıldan kalma merkep başlı haça gerilmiş adam adıyla bilinen bir belgedir. Burada merkep başlı bir insan figürü T şeklindeki bir haça gerilmiş olarak ya da (kı)nındaki başka bir kişiye bakmakta ve bu şahıs, bir eli yukarıya kalkmış ve dua eder durumda görülmektedir. Resmin altında da, “Alexamenoc Cebe 0’eon-Alexamenoc Tanrısına Tapınıyor” ibaresi bulunmaktadır. Aynı yerde keşfedilen başka bir yazıda ise, “Alexamenoc Fidelis” ibaresi bulunmaktadır ki, Fidelis kelimesi sadece Hıristiyanlar için kullanıldığından 1. resmin ne Yahudilere, ne de Roma site şehrinin tanrısına tapınanlara değil, Hıristiyanlara ait olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. 3.sü ise, geometrik haç şeklinin daha önce ifade edildiği gibi, Hıristiyanlık'tan önce de bilinmesidir. Bu geometrik şekil küpe, yüzük gibi süs eşyalarında ve hatta hiyeroglif yazısında olduğu gibi, kimi harflerde de görülmekte olup, astrolojik sembollerde ve sihirsel yazılarda da kullanılmıştır. İşte, büyük olasılıkla, önceden beri putperestlerin bu geometrik haç şeklini kullanmaları, imanlarını koruma ve putperestliğe dönme korkusu, Hıristiyanların belli bir süre onu sembol olarak kabul etmesine mani olmuştur.[3]
g) Konstantin Döneminde ve Sonrasında Haç ve Haça Germe
Bilindiği üzere, Bizans İmparatorluğu'nda Hıristiyanlar için barış, İmparator Konstantin döneminde başlamıştır. Bu dönemde yaşanan 3 önemli olayın haçın Hıristiyanlarca sembol olarak kullanılmasını etkilediğini söyleyebiliriz.
1- Eusebius’un (M.S. 260-339) “Vita Constantini” (Konstantin’in Hayatı) adıyla yazdığı kitapta şu rivayete rastlanmaktadır: “312’de Konstantin “Milvian Bridge” savaşı için yola çıkar ve Tanrı’dan zafer diler. Akşam üzeri ilk doğan yıldızın üstünde nurdan bir haç ve üstünde şu yazı görünür: “In Hoc Signo Vinces” (Bu İşaretle Fethedeceksin). Konstantin ve ordusu bunun ne anlama geldiğini anlayamadıkları için ilk önce şaşkınlığa düşerler. Aynı gece, bu defa İsa Mesih aynı işaretle Konstantin’in rüyasına girer ve bu işareti askerî bir sembol olarak benimsemesini, onu savaşlarda taşımasını ve onunla korunmasını emreder. Nihayetinde, 27 Ocak 312’de Konstantin düşmanlarını bozguna uğratır ve Roma’ya muzaffer olarak döner. Bunun üzerine Konstantin her yere haçın konmasını emreder ve altına da Romalıların bu işaret sayesinde azgınlıktan kurtulduklarını anımsatan bir ibare yazdırır”.[4]
2- Bu döneme ait olup, İsa’nın haça gerildiğini gösteren bir başka figür de Kudüs’te bulunmuştur. Bunu, Konstantin’in annesi Helena’nın kutsal toprakları hac için ziyareti sırasında bulduğu söylenmektedir.[5] Bunun bir efsane olup olmadığı tam olarak bilinmemekle birlikte, bundan, o dönemde haça saygının yaygınlaştığını anlamak mümkündür.
3- Haça gererek idam etme Konstantin tarafından yasaklanmış [6] ve ondan sonra herhangi bir imparator da onu geri getirmemiştir. Böylece daha sonra gelen kuşaklar haçın bir zillet ve hakaret işareti olduğu anlayışını unutmuş, neticede kutsal bir renge bürünen bu sembol insanlığın kurtuluşu için ölen Mesih’ten başkasını ifade etmez hale gelmiştir.
Yukarıda ifade edildiği üzere Eusebius, Konstantin’in gördüğü rüya üzerine haçın bayrak, sancak ve zırhlara yerleştirilmesini emrettiğini bize haber vermektedir. Arkeolojik çalışmalar da Konstantin’in Mesih kelimesinin Yunanca ilk 2 harfini kullandığını göstermektedir. IHSV ibaresi, “In Hoc Signo Vicnes” (Bu İşaretle Fethedeceksin) cümlesinin ilk harflerini göstermektedir. V harfi H harfinin ortasına yerleştirilmiş ve H harfinin üst ortasına da küçük bir haç şekli konmuştur. Buna göre bu şeklin tamamı da haçı sembolize etmektedir. Zamanla insanlar bunun ne anlama geldiğini unutmuşlar ve V harfinin, 2 çivinin bir araya getirilmiş şekli olduğunu zannetmişlerdir. Daha sonra bunlara 3. bir işaret daha eklenerek, bu 3 harfin anlamının “İnsanların Kurtarıcısı Mesih” (Jesus Hominum Salvator) demek olduğuna inanılmıştır.[7]
4. yüzyıldan kalma Roma’daki Pudentiana kilisesinin mozaiklerinde İsa, imparatorluk tahtına oturmuş ve etrafında da Hıristiyanlığı savunan büyüklerin bulunduğu bir figür şeklinde gösterilmekte, levhanın yüksek kısmında uzunluğu Mesih’in boyuna eşit olan bir haç bulunmaktadır. Buradaki Mesih figürü Pontius Pilatus’un önünde olgunlukla durmakta ve sanki İsa onun hakimi imiş gibi işaret etmekte, Romalı valiyse, alacaklının önünde suçlanan ve başını öne eğen bir kişi pozisyonundadır. Soldaki figürde, İsa’nın haçını taşıyan Kirene’li Simon ve İsa’nın başına dikenden değil, defne ağacından taç koyan bir asker görülmektedir. Ortada ise, haça germe olayı resmedilmekte ve üstünde de, İsa’nın adının kısaltılmış olduğu boş bir haç şekli bulunmakta, bunu da 2 imparatorluk kartalının taşıdığı defne halesi çevrelemekte, haçın altında da, biri uyuyan ve diğeri de gördüklerinden dolayı dehşete düşen 2 asker göze çarpmaktadır. Görüldüğü gibi 4. ve 5. yüzyıl mezarlarındaki haç nakışlarında elem ve keder izi değil, İsa’nın ölüm ve şerre karşı üstün gelişinin hikayesi anlatılmaktadır. Bu ve benzeri belgelerden Hıristiyanların ilk dönemlerde haça bir zafer işareti olarak baktıkları sonucunu çıkartabiliriz. Bu yüzden de haçı süslü olarak betimlemişler, bizzat İsa’nın yerine koymuşlar ve ona azamet ve yücelik atfetmişlerdir. Bu yüzden onu yer yer arşta ve bulutların arasında görmek mümkündür. Bazen ona 9OYC ibaresi ya da bazen de, Yeni Ahit’in Vahiy bölümünde geçtiği gibi [8] A W (Alfa ve Omega) harfleri eşlik etmektedir.[9]
h) Haçın Etrafında Oluşan Efsaneler
İşte bu merkezî konumu ve önemine binaen tarih boyunca haçla ilgili pek çok efsane oluşmuştur. Bunlardan birisine göre, İsa’nın üstünde gerilip idam edildiği asıl haç İmparator Konstantin’in annesi Helena tarafından 326’da Filistin’e yaptığı hac yolculuğu sırasında keşfedilmiştir. Ortaçağ kökenli “haçın bulunuşu” hikayesine göre, İsa’nın üstünde çarmıha gerildiği haç, Şit tarafından Eden bahçesinden alınmış ve nesilden nesile aktarılmış, sonunda Helena bu haçı Kudüs’te toprağın altında bulmuş, bu arada haçın yanında İsa’nın başına konulan yazılı levhayla çiviler de ele geçirilmiştir. Helena çivileri oğlu Konstantin’e göndermiş, haç ve yazılı levhayıysa kutsal mekanında bırakmıştır.[10]
Hayat ağacı ve Hıristiyan haçı arasında bir etkileşim olduğu üstünde duran M. Eliade şu bilgileri vermektedir: Hayat ağacı ölüleri dirilten, hastaları iyileştiren ve gençleştiren bütün bitkilerin bir prototipidir. Çinlilerin efsanelerinde, olağanüstü bir adadan söz edilir. Kargalar bu adadan, ölümleri üstünden 3 gün geçmiş savaşçıları bile dirilten bir ot getirirler. Buna benzer inanışlar İran’da da görülmektedir. Ölüyü tekrar dirilten mûcizevî ağaç motifi Roma dünyasında da bilinmektedir ve bu hikayenin etkisi bütün Avrupa’da yaygındır. Yine efsaneye göre Kral Süleyman Seba Kraliçesi’nden kendisine ölümsüzlük vermesini isteyince, o da kayalar arasında yetişen bir bitkiden söz eder. Süleyman elinde bir bitkiyle dolaşan ak saçlı bir adamla karşılaştığında, yaşlı adam elindeki bitkiyi sevinerek Süleyman’a vermiş ve onu yanında taşıdığı sürece ölmeyeceğini söylemiştir. İnanışa göre gerçek haçın yapıldığı tahta ölüleri tekrar dirilttiğinden dolayı, İmparator Konstantin’in annesi Helena onu aramaya koyulur. Bu tahtanın kutsal kabul edilmesinin nedeni, Aden Bahçesi’ndeki Hayat Ağacı’ndan yapılmış olmasıdır. Hıristiyan tasvir sanatında haç genellikle hayat ağacı şeklinde betimlenir. Ortaçağ Hıristiyanlığında, haç ağacı ve Şit’in Cennet’te yaptığı yolculukla ilgili çok sayıda efsanenin yaygın olarak dillerde dolaştığı bilinmektedir.[11] İyilik ve kötülük ağacının tahtasından yapılma haç, Kozmik Ağacın yerine geçmiş, İsa’nın kendisi de bir ağaç olarak betimlenmiştir.[12]
Ünlü bir haç efsanesine göre Adem Hebron vadisinde 932 yıl yaşamış ve ona ölümcül bir hastalık isabet etmişti. Bunun üzerine, oğlu Şit’i inayet zeytinyağını almak üzere cennetin kapısında bekçilik yapan meleğe gönderir. Adem ile Havva’nın ayak izlerini takip ederek hiç ot bitmeyen bir yere geldiğinde Adem’in talebini başmeleğe iletir. Başmelek de Şit’e, Cennet’e 3 defa bakmasını söyler. Buna göre, 1. bakışında 4 nehir ve üstünde kurumuş bir ağaç, ikincisinde sarmalanmış bir yılan ve üçüncüsünde de tepesi gökleri, kökü de yeri delen bir ağaç görür. Bunun üzerine melek, Şit’in gördüklerini ona açıklayarak ileride bir kurtarıcının geleceğini söyler. Aynı zamanda ona, anne babasının daha önce yedikleri ölüm meyvesinin çekirdeğinden 3 adet verir ve bunları 3 gün içerisinde ölecek olan Adem’in dilinin üzerine koymasını söyler. Hikayeyi duyan Adem, bundan insanlığın kurtulacağını anladığı için Cennet’ten kovulalı beri ilk defa güler. Daha sonra Adem öldüğü zaman, bu 3 çekirdeği Şit onun dilinin üzerine koyar. Bunlar Hebron vadisinde büyüyerek Musa’ya kadar ulaşır. Musa bunların tanrısal kökenini bildiğinden onları dünyanın merkezi olan Horeb’deki Tabor dağına nakleder ve bunlar Davud’a kadar burada kalır. Tanrı’dan aldığı emirle Davut onları yine dünyanın merkezi olarak kabul edilen Kudüs’e taşır. Hikayeye göre bu 3 ağaç zamanla tek ağaca dönüşmüştür ve Mesih’in haçının da bundan yapıldığı söylenmektedir. Sonuçta Mesih, dünyanın tam ortası sayılan, Adem’in yaratılıp gömüldüğü yerde çarmıha gerilmiş ve kanı Adem’in kafatasına dökülmüştür. Bu ise insanlığın babasını vaftiz eden ve onu günahından kurtaran bir kan olarak kabul edilmektedir.[13]
Kendisine atfedilen olağanüstü güç ve kutsallık sayesinde haç Hıristiyanlık tarihinde manevi bir kuvvet kaynağı olmuş, ordular ondan aldıkları güçle savaşlar kazanmış, ahitler ve yeminler onun üzerine yapılmıştır. Urfa’lı Mateos’un anlatımına göre, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki bir savaşta şu mûcizevî olay gerçekleşmiştir: “Davit, piskoposlara ve papazlara, silah olarak yalnız Haçı ve İncili kaldırmış oldukları halde düşmana karşı yürümelerini emretti. Bunun üzerine bütün ordu Haç ve İncil kesildi. Müslüman askerleri (yüz 50.000 yakınlarında idi) yaklaşınca, rûhânîlerin kalabalığıyla karşı karşıya geldiler. Davit de 20000 cesur askerle beraber Müslümanların üzerine atıldı. 2 taraf birbiriyle çarpıştığı sırada, rûhânîler hep bir ağızdan haykırarak: ‘Allahım bizim yardımımıza gel ve bizi kutsal adın hürmetine kurtar’ diye dua ettiler. Hıristiyan askerleri de denize dalıyorlarmış gibi, Müslüman ordusunun içine atıldılar ve her taraftan ihata edildiler. Bunun üzerine rûhânîler hep birden, haçları kaldırmış oldukları halde düşmana doğru ilerlediler. Müslüman askerleri, onların içinden çıkan şiddetli bir aleve çarpılıp firar ettiler...”.[14]
Son düzenleme: