merkepler kulakları ile nasıl övünüyorsa,bizimde övündüğümüz bir bir oragnımız olsun çokmu. sanki kıskanır gibisiniz. ALLAH vergisi ALLAH. KISKANANIN GÖZÜNÜN ÖNÜNDE BİTSİN İNŞAALLAH.
bunun fıkrasının bilenleriniz varmı?
bir daha sokağa çıkarken ,kamufle ederim .bakalım o zaman çıkarabilecekmisiniz.
Turistin biri lazlara sormuş :
-Neden lazlarin uzun burnu uzun bıyıkları var diye
Temel ise söyle cevap vermis
-Biz özel bulduğumuz herşeyin altını çizeriz.
....................................................................................
Bu hikaye bir Temel fıkrası değil... Sizden binlerce kilometre uzakta, ABD’nin Arkansas eyaletinin Little Rock şehrinde, iki Karadenizli’nin tesadüfen buluşmasının çok ilginç hikayesidir.
Aynıyla vaki.. Eksiği var, fazlası yok..
Hopa’lı Halil ile Ardeşenli Mustafa, Clinton’ın memleketi minik şehir Little Rock’ta nasıl buluştular?.
Durun baştan anlatayım.
Biliyorsunuz Hıristiyanların en önemli tatillerinden birisi olan Noel kutlanıyor. Geçtiğimiz Cuma günü akşamından itibaren neredeyse tüm Amerika tatile girdi denilse yeridir. En az 100 milyon Amerikalı Noel’i aileleri ile birlikte geçirmek için yollara döküldüler. Bütün işyerleri kapalı.
Arkansas eyaletinin Little Rock şehrindeki Üniversite Hastanesi’nde bizim Sebahattin Önkibar dahil birkaç hasta ile refakatçıları, nöbetçi hemşire ve sağlık görevlileri dışında herkes tatilde..
Ama biz, Mustafa ile birlikte sevgili Sebahattin’e refakat ediyoruz.
VAY BENUM HEMŞEHRUM
Sebahattin’in halasının oğlu ve aynı zamanda eniştesi Ardeşenli sevgili Mustafa ile Cuma sabahından itibaren kara kara düşünüyoruz. İftarda ne yapacağız? Her yer kapalı.. Hatta hastanenin o yemeklerini beğenmediğimiz kafeteryası açık olsa, ona bile ‘evet’ demeye çoktan razıyız. Ama nafile… Ramazan bu… İftar bu… Geçiştirmek mümkün mü?.. Nerede yemek yiyeceğiz?
Haydi çık, çıkabilirsen; işin içinden… Sevgili Mustafa her zamanki olumlu tavrı ve muhteşem tevekkülü ile moral veriyor: “Abi, boşver. Bu Little Rock’ta cami var mı? Bir araştırsana.. Varsa ne olur Cuma’ya gidelim. Gurbette bir Cuma namazı kılalım.”
Şehirdeki tek cami olan Little Rock İslam Merkezi Mescidi’ni bulmamız zor olmuyor. Mescit sade, ama şirin bir yapı. Birleşmiş Milletler gibi cemaati var. Filistinli imamın okuduğu hutbeyi İngilizce’ye çeviren Mısırlı bir doktor.. Pakistanlı, Endonezyalı, Çinli, Arap, Amerikalı ve bizden oluşan 200’e yakın cemaat var.
Namaza durmak üzereyken yanımdaki Mustafa eteğimi çekiştirdi. Kendisine doğru döndüm. Birisi kulağına eğilmiş İngilizce ‘nerelisiniz’ diye soruyor. İngilizce bilmeyen Mustafa da bana “Abi bu ne diyor” diye fısıldıyor.
Mustafa’nın bu fısıltısını duyan yanındaki bu sefer Türkçe olarak, “Vay benum hemşehrum” diye mırıldanıyor. Ardından da hem ona, hem bana sarılıyor.
Hopa asıllı, Gümüşhane’de büyümüş, İngiltere’de makine mühendisliği tahsilini yaptıktan sonra ABD’ye gelmiş.. Little Rock’taki uçak fabrikasında çalışan Halil beyle böylece tanışmış oluyoruz. Namazdan sonra Hopalı Halil, Ardeşenli Mustafa ve bendeniz kırk yıllık ahbap çavuşlar gibi hasret gideriyoruz.
Halil bey ameliyat için geldiğimizi öğrenince, ‘Sebahattin’e geçmiş olsun’ dileklerini iletiyor. Hastamızın durumunu soruyor. Dahası bizi hastaneye kadar kendi arabası ile getiriyor. İneceğimiz sırada, Türk’ün o muhteşem asaleti ile gönülden şunları söylüyor: “Sevgili hemşehrularım. Bu gece iftarda bizdeyiz. İftara yakın gelip sizi alacağım.”
Çok teşekkür ediyoruz. ‘Hastamız var. Onu bırakamayız’ diyerek mazeret beyan ediyoruz. Halil bey ısrar ediyor: “İmkanı yok, bırakmam. Ama madem ki hastamız var. O zaman iş değişti. Ha ben şimdi gidiyorum. İftara 15 dakika kala sizin yemeklerinizi getireceğim. Hastanede yersiniz.”
UZUN BURNUNDAN TANIDIM
Hakikaten iftar vaktine az zaman kala tekrar çıkageliyor. Türk mutfağının seçkin ürünlerinden oluşan nefis bir iftar soframızı hastane odasına kendi elleriyle kuruyor.
Ameliyattan sonra yatağından çıkıp oturarak kendi başına yemek yemeğe başlayalı daha bir gün olmuş Sebahattin dahil hepimiz bu asil davranıştan çok duygulanıyoruz.
Nasıl duygulanılmaz ki… Gurbette anlıyor insan soydaşının kıymetini.. Hücrelerinde hissediyor Türk’ün asaletini ve her türlü övgünün üzerindeki halisane misafirperverliğini…
Hastanedeki bu ilk ziyaretçisine soruyor Sebahattin: “Hemşehrum, 200 kişinin içinde bizim Mustafa’nın Türk olduğunu nasıl anladın ve onun yanına gelip oturdun?”
Halil bey, “Burnundan” diyor. O uzun ve bizum burnundan.. Sonra ilave ediyor: “Ben aslında camiye sık gelen birisi değilim. Bugün Cuma’ya gitmek için içimde dayanılmaz bir arzu oluştu. Kalktım, geldim. İyi ki de gelmişim…”
Ağlaşıyor, gülüşüyor ve tekrar sarılışıyoruz…
Kendi kendime söyleniyorum. “Bu Halil’ler eksilmedikçe, Amerika’da da olsan, kutuplara da düşsen, gurbet bizden korksun, arkadaş…” Boşuna denmemiş: “Türklük gurur ve şuuru, İslam ahlak ve fazileti”…
Teşekkürler, Halil kardeş, Bu hakkın ödenmez, aziz hemşehrim…
Ve sonsöz: Uy uşaklar! Sizi de, uzun burunlarınızı da artık bir başka seveyrum…