cantar

Kıymetli ustamız.
Kullanıcı
Katılım
27 Ağustos 2012
Mesajlar
8,795
Beğeni
11,116
Puanları
113
Konum
Vefat etti. :(
Kastamonu’nun Daday İlçesinde soylu bir kişiye ait olduğu tahmin edilen 2200 yıllık mezar odası bulundu.

paf1.jpg

F: Yrd. Doç. Dr. Şahin Yıldırım

Daday ilçesindeki Kayı köyünde, geçen yıl definecilerin iş makinesiyle tahrip ettiği alanda Kastamonu Müze Müdürlüğü tarafından kazı çalışması başlatıldı. Kazılarda, 22 metre çapında, 5 metre yüksekliğinde mezar odası bulundu. Vinç yardımıyla düzenlenen mezarın, Karadeniz’in kıyısında, Pontus ve Bitinya arasında kalan eski bir bölge olan Paflagonya döneminden olduğu belirlendi.

paf2.jpg

F: Yrd. Doç. Dr. Şahin Yıldırım

Kazı Danışmanı, Bartın Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Şahin Yıldırım, bölgede ilk kez Paflagonya dönemine ait bir eserle karşılaştıklarını söyleyerek şöyle konuştu:

“Bu bizim için çok önemli. Çünkü bölgenin arkeolojisiyle ilgili elimizdeki bilgiler kısıtlıydı. Yaklaşık 2200 yıllık böyle bir anıt mezarla karşılaşmak bizleri de çok şaşırttı. Mezar anıtını tümülüs olarak da adlandırabiliriz. Tümülüs şeklindeki mezarların İtalya’da Romalılar tarafından sıklıkla kullanıldığını biliyoruz. Bu anıtın MÖ. 2. yüzyılda yapıldığını düşünüyoruz. Mezar taşlarının numaralandırılmış olduğunu görüyoruz. Taşların birbirine tutturulması içinde demir kenetler kullanmışlar, ayrıca doğal afetlerde taşların sağlamlığını sağlamak için kurşun akıtıldığını da tespit ettik. Her taş birbirinden çok farklı. Vinçlerle kaldırdığımız taşların 8.5 tona kadar ulaştığını tespit ettik.”

paf3.jpg

F: Yrd. Doç. Dr. Şahin Yıldırım

Definecilerin tahrip ettiği mezarı yeniden düzenlediklerini ifade eden Yrd. Doç. Dr. Yıldırım, “Arazi çalışmalarını tamamlamak üzereyiz. Restore çalışmalarımız devam edecek. Çevre düzenlemelerinin ardından buranın turizme açılması planlanıyor” dedi.
13151603_485841498284849_2214337398930703889_n.jpg
 
Son düzenleme:

cantar

Kıymetli ustamız.
Kullanıcı
Katılım
27 Ağustos 2012
Mesajlar
8,795
Beğeni
11,116
Puanları
113
Konum
Vefat etti. :(
Kastamonu’da Karanlık Çağ’daki göçler ile ilgili buluntular ile birlikte 3500 yıl öncesine tarihlenen kurganda yapılan kazılarda 24 mezar bulundu.

kurg3.jpg


Kastamonu’nun Daday ilçesi, Elmayazı köyünde yer alan bir kurganda kaçak kazı yapıldığı ihbarı üzerine 2012 yılında başlayan bilimsel kazılarda 24 mezar bulundu. 2012 yılında başlayan ve 10 kişilik ekiple sürdürülen kazılar geçtiğimiz günlerde tamamlandı.

Kurgan, bir mezar odası üzerine toprak yığılmasıyla oluşturulan bir mezar höyüğüne, yani tümülüse deniyor. Kurganlar genelde Orta Asya kültüründe görülüyor. Kurganlar genellikle tek kişi için anıtsal mezar şeklinde yapılıyor fakat Kastamonu’da bulunan bu kurganda tam 24 kişiye ait iskelet ortaya çıktı.

kurg1.jpg


Kars’ta ve Erzurum’da bu tip mezarların örneklerinin olduğunu belirten, Bartın Üniversitesi’nden kazının bilimsel danışmanı Yrd. Doç. Dr. Şahin Yıldırım, bu mezarın Batı Karadeniz’de yer almasının önemli olduğunu söyledi. Yıldırım ayrıca ilerleyen zamanlarda iskeletler üzerinde çeşitli çalışmaların yapılacağını, kaç yaşında öldüklerinin ve ölüm nedenlerinin tespit edilmeye çalışılacağını söyledi.

kurg2.jpg


Kurganda Karanlık çağ göçleri ile ilgili buluntular bulduklarını söyleyen Yıldırım kazdıkları mezarları şöyle anlattı:

“Oldukça farklı bir durumla karşılaştık. 3500 yıl öncesine ait 24 mezar ortaya çıkarıldı. Bunlar cenin pozisyonunda doğu-batı doğrultusunda yatırılmıştı. Kadın, erkek ve çocuk iskeletleri var. Büyük ihtimalle hastalık ya da bir savaş nedeniyle ölünce buraya gömülmüşler. Anadolu’da daha önce 24 kişinin gömülü olduğu bir kurganla karşılaşılmamıştı. Bu da burada sıra dışı bir olayın olduğunu gösteriyor. Kurganda Karanlık Çağ’daki göçlerle ilgili buluntular bulduk. Bu dönemde toplu ölüm meydana gelmiş olabilir.”

kurg4.jpg


İskeletlerle ilgili karbon testi yaparak kesin bir tarihlendirme elde etmeyi düşündüklerini söyleyen Yıldırım, “Kazı çalışmamızı 50 metrekarelik bir alanda gerçekleştirdik. Bu mezar anıtı bizim için çok önemli. Bir kişi için yapılan mezarda 24 kişinin gömülmesi, burada farklı bir olayın meydana geldiğini gösteriyor. Bu sorulara cevap bulmak için çalışmalarımız devam edecek.” dedi.
13233141_485841518284847_5019580849599366969_n.jpg
 
Son düzenleme:

cantar

Kıymetli ustamız.
Kullanıcı
Katılım
27 Ağustos 2012
Mesajlar
8,795
Beğeni
11,116
Puanları
113
Konum
Vefat etti. :(
Norveç’te Viking kralı Olaf 2. Haraldsson’ın aziz ilan edildikten hemen sonra gömüldüğü kilise bulundu.

Norveç’teki Viking kenti Trondheim yakınlarında yürütülen kazılarda,Viking kralı Olaf 2. Haraldsson’ın aziz ilan edildikten sonra gömülmüş olabileceği ahşap bir kilise ve altar bulundu. Yapılan bu keşif, dönemin önemli olaylarından bahseden İskandinav destanının önemini de ortaya koyuyor.

Projenin başında yer alan Anna Petersen, “Trondheim, Norveç tarihinde din, kültür ve siyaset açısından eşsiz bir yer. Norveç ulusal kimliğinin büyük çoğunluğu da Aziz Olaf’ı kapsayan kutsallık anlayışı üzerine kuruldu ve tam olarak burada başladı.” dedi.

church1.jpg

F: Norwegian Institute for Cultural Heritage Research (NIKU)

1015 ila 1028 yılları arasında Norveç kralı olan Olaf 2. Haraldsson, daha sonraları Aziz Olaf olarak anıldı. 2. Haraldsson, Stiklestad savaşında öldü. Küçük kardeşi Harald Hardrada ise 1047 tarihinde Norveç Kralı oldu ve 1066’daki başarısız bir İngiltere istilasında, Stamford Köprüsü’ Savaşı’nda öldü.

İskandinav Orta Çağı uzmanı Snorri, Kral Olaf’ Haraldsson’un ölmesinin ardından 1030’da bedeninin Trondheim veya Nidaros’a gömüldüğünü ve hemen ardından yerel halk arasında Olaf Haraldsson ile ilgili mucizeler belirdiğini söylüyor. Ölümünden bir yıl sonra, Olaf’ın tabutu kazılarak bir piskoposun eşliğinde açıldı. Olaf’ın bedeni mucizevi bir şekilde hiç bozulmamıştı. Ardından hemen aziz ilan edildi. Olaf’ın bedeni daha sonra Clement Kilisesi’nin içindeki yüksek altarın üzerinde gömüldü, birkaç yıl sonra ise Katolik kilisesine taşındı.

church2.jpg

F: Norwegian Institute for Cultural Heritage Research (NIKU)

Norveç Kültürel Miras Araştırmaları Enstitüsü arkeologları yazılı metinlerde de adı geçen Olaf yönetimi altındayken yapıldığı düşünülen Aziz Clement kilisesinin ahşap bir dolgu altındaki taş temellerine ulaştı.

Binanın doğu ucunda ise muhtemelen Kral Olaf’ın tabutunun bulunduğu sunakta küçük dikdörtgen taş yapılı bir platformu da ortaya çıkarıldı.
13178660_485853424950323_3282054047989736967_n.jpg
 
Son düzenleme:

cantar

Kıymetli ustamız.
Kullanıcı
Katılım
27 Ağustos 2012
Mesajlar
8,795
Beğeni
11,116
Puanları
113
Konum
Vefat etti. :(
Yunanistan’da bir Zeus sunağı olan Lykaion Dağı’ndaki kazılarda, kurban edilen hayvanların biriken külleri arasında bulunan 3,100 yıllık iskelet, Antik Yunanlıların insan kurban ettiğini doğrulayabilir.

Yunanistan’da bulunan, bir zamanlar tanrı Zeus’un doğum yeri olarak tapınılan Lykaion Dağı’ndaki kazılarda, binlerce yıl boyunca kurban edilen hayvanların biriken külleri arasında 3,100 yıllık bir genç erkek iskeleti bulundu. Zeus’a yapılan hayvan kurbanlarının yeri olarak bilinen alanda yapılan bu keşif, Antik Yunanlıların Zeus’a insan kurban ettiği efsanesini doğrulayabilir.

altar3.jpg

Kafatası eksik olarak bulunan genç erkek iskeleti.

Yerel Arkeoloji İdaresi’nin başkanı bir radyoya yaptığı açıklamada Anna Karapanagiotou “Bu iskeletin tarihinden çok daha sonraki kaynaklar, Lykaion’da insan kurbanlarının olduğunu da anlatıyor” diyor ve bu konunun ayrıntılarıyla araştırılacağını söylüyor.

Yunan Kültür Bakanlığı Çarşamba günü yaptığı açıklamada, insan yapımı bir taş platformın yanında, 30 metre genişliğindeki bir kül sunağının (altar) tam ortasında büyük ihtimalle bir adolesan erkeğe ait bir iskelet bulunduğunu söyledi.

Yunan ve Amerikalı araştırmacılardan oluşan kazı ekibi, genç erkeğin nasıl öldüğüyle ilgili bir fikre varmak için çok erken olduğunu, fakat birçok antik yazarın Lykaion Dağı’nı insan kurbanıyla ilişkilendirmesi nedeniyle bu keşfin dikkat çekici olduğunu söylüyor.

Platon da dahil olmak üzere birçok antik yazar yüzyıllar boyunca, Lykaion Dağı’nı en korkunç Yunan kültlerinden biri olan Zeus’a insan kurbanıyla ilişkilendirmişti. Fakat bu efsaneye dair arkeolojik kanıtlar Yunan dünyasında çok nadir olarak olarak bulundu, ve hiçbir zaman Yunanistan anakarasında bulunmadı.

altar2.jpg

Genç erkeğin kafatasının üst kısmı eksikti. Vücudu ise doğu-batı yönünde birer sıra taşın arasına konulmuştu. (F: Titus Frelinghuysen/AP)

Antik yazarların anlattığı efsaneye göre Lykaion Dağı’nda bir erkek çocuk hayvanlarla birlikte kurban edildi, ve çocuğa ve hayvanlara ait etlerin hepsi birlikte pişirilip yendi. İnsana ait etleri kim yerse 9 yıl boyunca bir kurda dönüşecekti.

Kazı ekibinden ve Arizona Üniversites profesörü David Gilman Romano, “Birkaç antik edebi kaynak, [dağın güney zirvesinde bulunan Zeus sunağı’nda] insan kurban edildiğine dair söylenceler olduğundan bahsediyor. Fakat birkaç hafta öncesine kadar burada insan kemiğine dair hiçbir kanıt bulunmamıştı” diyor.

Romano Associated Press’e yaptığı açıklamada “Bu genç erkek kurban edilmiş olsun ya da olmasın, bir kurban sunağının içine gömülmüş durumda… Burası bir insanı gömeceğiniz bir yer – bir mezarlık değil.” diyor.

Romano diğer bir olağandışı ayrıntının da genç erkeği kafatasının üst kısmının eksik olması olduğunu söyledi. Erkeğin vücudu ise doğu-batı doğrultusundaki birer sıra taşın arasına gömülmüştü, ve pelvis bölgesini kalın bir taş levha örtüyordu.

Gröningen Üniversitesi’nden Dr Jan Bremmer ise keşif hakkında şüpheli olduğunu, ve keşfin yapıldığı yerin, yapılan yorumları etkiliyor olabileceğini söylüyor. Bremmer bu zamana kadar, antik Yunanistan’da insan kurbanı üzerine yapılan çalışmaların, bunun bir kurgu olduğu sonucuna vardığını söylüyor.

altar1.jpg

İskeletin pelvis bölümünü taş levha örtüyordu. (F: Titus Frelinghuysen/AP)

Bremmer, araştırmacıların Antik Yunanistan’da insan kurbanı düşüncesinden çok etkilendiğini, çünkü bunun bir çelişki gibi gözüktüğünü söylüyor: “Bir yanda Yunanistan’ın medeniyetin beşiği olduğu şeklinde bir düşüncemiz var: demokrasinin, felsefenin, rasyonel düşüncenin doğum yeri.. Fakat öbür yanda da bu çok çok zalim ve acımasız efsaneler var.”

Peloponez bölgesindeki Lykaion Dağı zirvesi Zeus’a tapılan en erken yer olarak biliniyor. İnsan kurbanı olasılığı gerçek olmasa bile burası, çok büyük bir katliama, hayvan katliamına sahne oldu. En azından MÖ 16. yüzyıldan, Büyük İskender döneminin sonrasına kadar on binlerce hayvan burada Zeus’un uğruna katledildi.

Alandaki insan varlığı en az günümüzden 5,000 yıl öncesine kadar gidiyor. İnsan kurbanı geleneğinin bu kadar eski olduğuna dair henüz hiçbir iz yok, fakat eğer böyle bir gelenek yoksa, insanların neden çorak ve korunmasız olan bu dağ zirvesine yerleştiği de belirsiz durumda.



Genç erkeğe ait iskeletin yanında bulunan çanak çömlek kalıntrıları MÖ 11. yüzyıla, Miken döneminin sonuna tarihleniyor. Şu ana kadar Lykaion’daki Zeus sunağının sadece %7’si kazılmış durumda. Kazı ekibinden Profesör Romano “Birkaç yıl daha kazı yapacağız, bu dönem içinde başka insan mezarları bulup bulmayacağımızı bilemiyoruz” diyor.
13179166_485839024951763_6701243471034388205_n.jpg


10620544_485839044951761_5384633363059818921_n.jpg


13173972_485839218285077_5730167902257808209_n.jpg


13178663_485839228285076_4687528136087423914_n.jpg
 
Son düzenleme:

cantar

Kıymetli ustamız.
Kullanıcı
Katılım
27 Ağustos 2012
Mesajlar
8,795
Beğeni
11,116
Puanları
113
Konum
Vefat etti. :(
Stonehenge ile ilgili, bir Druid tapınağı olmasından, astronomik bir takvime, ya da bir şifa merkezine yüzlerce yıldır birçok teori sunuldu. Şimdi de İngiltere’nin birçok önemli müzesinde müdürlük yapan tarihçi Julian Spalding, tarih öncesi taş çemberi anıtı Stonehenge’in, sütunlar üzerinde yükseltilmiş bir çeşit Kabe olduğunu iddia etti.

Spalding’e göre megalitler (dev taşlar) yer seviyesinde gerçekleşen törenler için kullanılmamıştı: megalitler, üstünde gökler ve yıldızlar adına törenler yapılan yuvarlak bir tahta platform taşıyordu. Yani taşlar bu büyük tahta platformun temelini oluşturuyordu. Fakat bu yıldızlara, göğe ve cennete doğru yükselen “büyük sunak” zaman içinde çoktan çürüyerek yok olmuştu.

Spalding bu platformun, rampa ve basamaklardan buraya çıkacak binlerce kişiyi kaldırabileceğini belirtti. Platformun üstündeki atnalı şeklindeki başka bir platform da krallara ayrılmış olabilir. Spalding bu düzenin “cennete doğru bakan dünyanın gözü” şekline sahip olduğunu söylüyor.

Spalding teorisi için “Daha önce hiç ileri sürülmeyen, tamamen farklı bir teori” diyor: “Şu ana kadarki yorumların hepsi yanlış olabilir. Stonehenge’e yanlış bir açıdan, dünyadan bakıyoruz. Bu da bir 20. yüzyıl bakış açısı. Biz onların düşündüğü şeyler hakkında hiç düşünmedik.”

G2If3Pj.jpg


Spalding bu 20. yüzyıl bakış açısını, 1868 yılında Altamira Mağarası’ndaki tarih öncesi tavan resimlerinin keşfiyle açıklıyor: “Jeolog ve arkeolog Marcelino Sanz de Sautuola mağaraya girdiğinde yerlere bakıyordu, çünkü erken insanlarla ilgili kanıtların yerde olacağını farz ediyordu. Yukarı bakmak aklına hiç gelmemişti. Ona yukarıya, tavana bakmasını söyleyen 8 yaşındaki kızı oldu.” Yani 20. Yüzyıl insanının ve arkeoloğunun aklına, cevabı farklı yerlerde ve gökyüzünde aramak gelmiyor.

Tarih Öncesinde Kutsallık, Yeryüzü ve Cennet

Spalding’in kanıtlarından biri dünya üzerindeki diğer eski uygarlıklardan geliyor. Çin, Peru ve Türkiye gibi birçok yerde kutsal yapılar hep gökyüzüne doğru ve yüksek, ve bir ihtimal gök hareketleriyle ilişkili olarak yuvarlak şekillerde inşa edilmişti.

Spalding, eski zamanlarda hiçbir ruhani törenin yerde yapılmadığını söylüyor. “Mısır Firavunu ve Çin İmparatoru, hatta Papa bile her zaman başkaları tarafından taşınıyordu. Kutsal insanların ayaklarının yere değmesine izin verilmezdi. Biz ise Stonehenge’e hep, modern ve dünya merkezli bir açıdan baktık. Geçmişte görülen bütün yükseltilmiş sunaklar bize Stonehenge’i inşa eden insanların, gök ve cennetle ilgili törenleri, bayağı ve aşağı seviyedeki yerde gerçekleştirmeyeceğini düşündürtüyor. Ölümsüz varlıkları cennetten aşağı, toz ve hayvan pisliğinin olduğu yer seviyesine indirmek, bu ölümsüz varlıklara karşı aşırı derecede saygısızca ve aşağılayıcı olurdu.”

British Museum’dan bile daha büyük boyutlarda bir arkeoloji koleksiyonuna sahip olan Glasgow Müzesi’nde de müdürlük yapan Spalding, yeni teorisini bu hafta içinde çıkan “Realisation: From Seeing to Understanding – The Origins of Art” (Kavrayış: Görmekten Anlamaya – Sanatın Kökenleri) isimli kitabında yayınladı. Kitap, ünlü sanat eserleri ve anıtlar için yeni açıklamalar getirerek atalarımızın dünya anlayışını keşfetmeye çalışıyor.

txj0hA1.jpg


Stonehenge ve Kabe Benzeri Anıtlar

Stonehenge MÖ. 3000 ve MÖ. 2000 yılları arasında birkaç evrede inşa edildi. Stonehenge İngiltere’nin en ünlü tarih öncesi anıtı ve UNESCO Kültür Mirası Listesi’nde. Anıt yılda 1 milyondan fazla turist çekiyor.

Tahtadan yapılmış bir daire olarak başlayan anıt, daha sonra dev taş parçalarıyla kalıcı hale getirilmiş. “Dev taşlar, dolerit isimli, hafif mavi renkli, ve yıldızlara benzeyen beyaz noktaları olan bir taştan yapılmış. Her biri 2 ve 4 ton arasında değişen bu megalitler 400 kilometre boyunca taşınmış. Bu o zamana göre olağanüstü bir başarıydı. Bu veriye göre Stonehenge’i inşa etmek, büyük bir toplumsal girişim olmalıydı” diyor Spalding. Stonehenge için niye bu kadar çaba sarf edildiği sorusu yüzyıllardır bilim insanlarını düşündüren bir soru.

Spalding’in teorileri, Stonehenge’den 6,000 yıl daha önce yapılmış olan Göbekli Tepe gibi arkeolojik alanlara ziyaretleri sonucu şekillenmiş. Spalding’e göre, Göbekli Tepe’nin hala sırrı çözülemeyen T-şekilli sütunları da yükseltilmiş bir platform taşıyor olmalıydı.

Spalding ayrıca, Peru’da yaklaşık 1,500 yıl önce, insanların yaşadığı köylerden daha yüksekteki platolarda yerlere çizilmiş Nazca Çizgileri’ni de incelemiş: “İnsanlar bu kutsal yere, daha yukarıya çıkıyorlardı. Çizgiler, yıldızların hareketlerini ve şekillerini takip eden bir tören sırası, bir tören alayı oluşturuyordu.”

“Erken insanların gizemi, dünyanın düz olduğunu düşünmüş olmaları, çok yakın zamana kadar herkes böyle düşünüyordu. Mekke’de Kabe çevresinde hala yapılan Hac gibi, dünyadaki bütün büyük dini törenler, hep dairesel bir hareket içinde oluyor. Bu bir şeyin çevresinde sürekli dönme hareketi, yıldızları taklit ediyor” diye açıklıyor Spalding.

rt7BKqQ.jpg


Stonehenge Uzmanları Katılmıyor

Stonehenge Gizli Manzaralar Projesi’nin başındaki Profesör Vincent Gaffney, bu teorinin hayli şüpheli olduğunu düşünüyor. Gaffney, “Stonehenge’de, açıkça yer seviyesinden görülmesi için dizayn edilmiş astronomik hizalarda başka yapılar da var. Gökyüzünü de neredeyse her yerden görebilirsiniz” diyor.

Avrupa Tarih öncesi Arkeolojisi Profesörü Sir Barry Cunliffe, “Spalding haklı olabilir, ama ben bunu destekleyecek hiçbir kanıt bilmiyorum… Ülkenin başka yerlerinde de birçok taşlardan yapılan daire var, ve bu dairelerin üstünde bir platform olmadığı çok bariz. O zaman Stonehenge’in niye olsun?” diyor.

Yakın geçmişte Stonehenge’de kazılar yapan Tim Darvill, “Stonehenge’in üstünde bir üst yapı olduğu teorisi son yıllarda birçok kez öne sürüldü, ama bununla ilgili iki sorun var. Birincisi bu büyük taşların bir ahşap platform ya da bir çeşit çatıyı desteklediğine dair hiçbir kanıt yok. İkincisi de, insanlar yukarıda tam olarak ne yapabillirdi ki?” diyor.

Fakat tarih öncesi taş daireler üstünde bir uzman olan Aubrey Burt daha olumlu yaklaştı. “Taşların üstünde bir şey olabilirdi, bu da bir olasılık. Stonehenge hakkında herhangi yeni ve mantıklı bir teori incelenmeye değerdir, ama bu inceleme özenle ve iyi düşünülerek yapılmalı” dedi Burt.

Spalding ise akademisyen meslektaşlarından bir direnç beklediğini, ve tartışma ve eleştiriye açık olduğunu söylüyor.

QWevHPi.jpg

11800103_865226576891115_3023112567814581944_n.jpg


11781749_865225943557845_4042377403499947064_n.jpg


11760257_864222206991552_3176290587678004173_n.jpg

11800181_864212170325889_3274185397719961547_n.jpg
 
Son düzenleme:

cantar

Kıymetli ustamız.
Kullanıcı
Katılım
27 Ağustos 2012
Mesajlar
8,795
Beğeni
11,116
Puanları
113
Konum
Vefat etti. :(
Haifa Üniversitesi’nin Hippos-Sussita Milli Parkı’nda yürüttüğü kazılarda, bilinen en büyük, bronzdan yapılmış tanrı Pan’ı betimleyen bir maske bulundu. Kazı başkanı Prof Eisenberg’e göre bu büyüklükte bronz maskeler oldukça nadir bulunuyor, ve genelde Pan ya da başka bir Yunan ya da Roma mitolojik figürünü betimlemiyor: “Helenistik ve Roma dönemlerinden bilinen bronz maskelerin çoğu çok küçük boyutlarda.”



Son yıllarda Hippos-Sussita kazılarında 2011’de yağmur sularıyla bir Herkül heykeli ortaya çıkması ve 2013’te üstünde ölünün büstü de bulunan bir mezartaşı bulunması gibi ilginç keşifler yapılmıştı. Normalde kışın kazı yapılmayan alanda, birkaç ilginç yapının fark edilmesi nedeniyle kışın tek bir gün kazı yapıldı.

Kazı, şehrin mancınıklarının bulunduğu bir zırhlı hangar olduğu düşülen bir bazalt yapı üstüne yoğunlaştı. Kazıda, Hippos-Sussita’da normalde kullanılandan farklı bir materyalden yapılmış, ve muhtemelen düşmana ait mancınık topları bulunmasıyla, uzmanlar bu topları tarihlendirmek için metal detektörle sikke aramaya başladılar. Fakat bu arayış sonucu sikke yerine büyük bir bronz maske ortaya çıkardılar.

Maskede ilk göze çarpan ayrıntılar başının üstündeki iki küçük boynuz olmuş. Daha sonra maskedeki keçi sakalı ve uzun sivri kulakların da fark edilmesiyle, Dr Eisenberg bunun bir Pan/Faunus/Satir maskesi olduğunu anlamış. Bu maskedekine benzer boynuzlar, genellikle çobanların, müzik ve zevkin yarı-insan yarı-keçi tanrısı Pan ile ilişkilendiriliyor.

Dr Eisenberg : “İlk aklıma gelen soru, bu buluntunun neden burada, şehir sınırlarının dışında bulunduğuydu. Maske ağır olduğu için bu kadar uzağa yuvarlanmış olamazdı. Maske, kalın ve çok sağlam duvarlı bir bazalt yapının kalıntılarının yakınında bulundu. Bu özellikler yapının Roma dönemine ait olduğunu düşündürüyor” diyor.

“Şehre giden ana yolda, fakat şehrin sınırları dışında bir Pan sunağı olması pek muhtemel olurdu, çünkü Pan’a sadece şehirlerdeki tapınaklarda değil, mağaralarda ve doğada da tapılıyordu. Hippos-Sussita’nın kuzeyindeki antik Paneas kentinin en ünlü Pan’a ibadet alanı bir mağaranın içindeydi. İçki içmek, kurban kesmek, ve çoğu zaman çıplaklık ve seks içeren kendinden geçmek gibi aktiviteleri kapsadığı için, Pan gibi kırsal/rustik tanrılar adına yapılan ritüeller genellikle şehir dışında yapılıyordu” diye devam ediyor Eisenberg.

Arkeologlar şimdi de, hangi amaçla kullanıldığını daha iyi anlayabilmek için maskenin bulunduğu bazalt yapıyı ortaya çıkarıyor. Yapının savunma amaçlı olduğu düşünülüyor. Eisenberg “Belki daha sonra, Pax Romana döneminde artık savunma surlarına ihtiyaç duyulmadığında, bu bina çobanların tanrısı adına bir ibadet ve tapınma yerine dönüştürülmüştü. Bu maske de belki bir çeşme ya da mezar hediyesi olabilir” diyor.

Araştırmacılar, Roma ve Helenistik döneme ait benzer bir Pan/Satir bronz maskesi hiç duymamış. Dr Eisenberg, maskelerin genelde tiyatro maskelerine benzediğini, taştan ya da pişmiş topraktan yapıldığını, ve ritüel, dekoratif ve sembolik önemleri olduğunu açıkladı.

Eisenberg dünyanın en büyük müzelerinden birkaçının küratörleriyle iletişime geçmiş ve onlar da Hippos’takine benzer bir bronz maske hiç görmediklerini söylemiş. Eisenberg “Hippos-Sussata şehri Roma İmparatorluğu’nun kültürel merkezleriyle yarışacak bir zenginliğe sahip değil, bu yüzden böyle bir buluntuyu burada bulmak şaşırtıcı” diyor.
11752169_861627447251028_5558463829305479601_n.jpg


11265509_832256356854804_7815425617226556535_n.jpg
 
Son düzenleme:

cantar

Kıymetli ustamız.
Kullanıcı
Katılım
27 Ağustos 2012
Mesajlar
8,795
Beğeni
11,116
Puanları
113
Konum
Vefat etti. :(
11016073_789806377766469_1909133641144162638_n.jpg


Çin’in Kuzeybatısındaki Shannxi eyaletinin Baoji şehrinde Antik Zhou Hanedanlığı (MÖ. 771 – MS. 1100) Dönemi’ne ait bir sitede çalışan arkeologlar, kurban ritüelleri yapılan devasa yapılar buldular.

nGbqbRf.jpg


Başkanlığını Shaanxi Arkeoloji Enstitüsü’nden Zhong Jianrong’un yaptığı ekip, geçen kazı sezonunda yaptığı çalışmalarda anıtsal boyutlarda iki tane birbirinden bağımsız kurban yapısını ortaya çıkardı. Geçtiğimiz günlerde ise yapılar hakkında bir rapor yayınlandı.

b6JDQ6u.jpg


Yapılardan biri yaklaşık 2600 metrekarelik bir alanı kaplamakta. 56 metre genişliğinde ve 47 metre uzunluğunda olan yapının planı ise Çin alfabesinde bulunan “回” yani dönüş anlamına gelen kelime ile benzerlik göstermekte. Aynı zamanda bu yapı Batı Zhou Hanedanlığı’na ait bulunmuş en büyük bireysel yapı olma özelliğini taşıyor.

Yapının avlusunda ise Çince asya anlamına gelen bir karaktere benzeyen “亚” 1.68 metre yüksekliğinde bir altar bulundu. Avlunun içi ise kasten doğal taşlarla döşenerek işlenmeden bırakılmış durumdaymış.

xIEMScm.jpg


Uzmanlar ise bu dev yapıların kurban ritüeli için yapılmış olmasını, antik Çin kültüründe dünyanın tanrısı “She” için yapılan kurban ritüellerinin önemli bir yer tutmasına bağlıyorlar.

Keşif antik Çin’in kurban ritüellerinın ve Zhou Hanedanlığı’nın kültür yapısının incelenmesinde önemli bir buluntu olarak kabul edilmiş durumda.

PRTpSzj.jpg
 
Son düzenleme:

cantar

Kıymetli ustamız.
Kullanıcı
Katılım
27 Ağustos 2012
Mesajlar
8,795
Beğeni
11,116
Puanları
113
Konum
Vefat etti. :(
Alaska’nın kuzeybatısında bulunan bronz objeler, tarih öncesinde Avrupa ile temastan yüzyıllarca önce Kuzey Amerika’ya Asya’dan metal getirildiğini gösteriyor.

alaska1.jpg

Bir evde bulunmuş levha, iğne ve balık oltası bakırdan, balık tuzağı ise kemikten yapılmış.

Prude Üniversitesi tarafından Alaska’nın kuzeybatısında sürdürülen çalışmalarda ele geçirilen kurşun kaplı iki bronz eser, Kuzey Amerika’da yaşayan Thule kültürünün Avrupa ile temasından yüzyıllar öncesinde Asya ile ticari ilişkiler kurduğunu kanıtlıyor.

Alaska’nın Seward Yarımadası’ndaki Espenberg Burnu’nda yapılan kazı çalışmalarında Thule insanlarına ait olan evlerde ele geçen metal eserlerin üretildiği bölgeden Sibirya’ya, buradan da Bering Boğazı üzerinden Alaska’ya ulaştığı düşünülüyor. Kuzey Kutbunda bulunan bakır, meteorittik ve tellürik demir gibi yerel metal çeşitlerinin eşya yapmak ve statü belirlemek için kullanıldığı biliniyordu.

Yetkililer, gerek sözlü anlatımlardan gerekse arkeolojik buluntulardan yola çıkarak Kuzey Kutbu ve Asya arasındaki bağlantıyı kanıtlayacak bir eser bulmanın sadece zaman meselesi olduğunu belirtiyor. 2009-2011 yılları arasında gerçekleştirilen kazılarda ele geçirilen altı adet metal eserden ikisi yoğun kurşun ve bakır alaşımından oluşmakta ve bu tür metal eserlerin Arktik bölgesinde üretilmediği biliniyor. Boncuk ve toka parçasından oluşan alaşım eserlerden toka parçası üzerinde bulunan deri parçası üzerinde yapılan radyo karbon testleri sonucunda, deri parçası günümüzden 500-800 yıl öncesine tarihlendi. Tokanın metal parçasının ise Kuzey Çin’de 6. yüzyılda at koşumlarında kullanılan bir parça olduğu düşünülüyor.

Buluntuların ele geçirildiği ev, Kuzey Amerika’nın Geç Prehistorik dönemi olarak bilinen MS. 1100-1300 arasına tarihlenmekte. Asya ile yapılan erken dönem ticaretine işaret eden buluntular dışında bulunan levha, iğne ve balık oltası bakırdan, balık tuzağı ise kemikten yapılmış. Bu dört eser ise 17-18. yüzyıllara tarihlenen başka bir evden ele geçirildi.

Araştırma ekibinde yer alan antropoloji bölümü öğretim üyesi H. Kory Cooper, buluntuların ışığında “az nüfuslu, teknolojik olarak ilerlemelere kapalı ve geri kalmış” olarak tanımlanan Thule insanları hakkında artık farklı düşünülmesi gerektiğini belirterek, topluluğun sadece yerel metalleri işleyen değil aynı zamanda farklı bölgelerden metal satın alan bir kültüre sahip olduğunun altını çiziyor.


13173705_1015637701817295_8541583020951792941_n.jpg


13164339_972539962866786_5432465955164542266_n.jpg


1437_948055255242207_4427642417654653044_n.jpg


12523187_948055301908869_2163273506124582269_n.jpg
 
Son düzenleme:
Üst Alt