Osmanlı'yı Tanıyalım | Sayfa 2 | Define işaretleri ve anlamları

Osmanlı'yı Tanıyalım

aliveli44

ONURSAL ÜYE
Forum Düzeni
Admin
Super Moderatör
Vip Üye
Katılım
12 Haziran 2012
Mesajlar
11,018
Beğeni
20,950
Puanları
426
Konum
Malatya
Cevap: Osmanlı'yı Tanıyalım

ANADOLU VE BALKANLAR HARİTASI
BALKAN kelimesi Türkçe olup ”dağ”, sarp dağ” veya “sık ormanla kaplı sıradağ” anlamına gelmektedir. Balkan kelimesi hem bir yarımadanın hem de Bulgaristan’ı ortadan bölen dağların. adı olmuştur. Balkan yarımadası’nın kuzey sınırı kesin olarak tespit edilemediğinden farklı yüzölçümleri bulunmaktadır. Bununla ilgili olarak çeşitli ansiklopedilerde şu bilgiler yer almaktadır. 505.000 km 620.000 km2, 788.000 km ve 1000.000km kadar.

Balkan Yarımadası’nın en eski toplumları arasında Yunanlılar ve Arnavutlar yer almıştır. Daha sonra ise, Romenlerin kökenleri olan Daçyalılar ve Slavlar gelmektedir.

Türklerin Balkan Yarımadası’nda ve dolayısıyla Avrupa kıtasında görülmeleri ve bölgeye yerleşmeleri IV. YY. sonlarında başlamıştır. Atalarımızın Balkan Yarımadası’na geçişleri ve yerleşmeleri iki ayrı dönemde ve iki ayrı yoldan olmuştur. Birinci dönemde gelenler Şamanist Türkler olup Karadeniz’in kuzeyinden geçerek Tuna Boyları’na yerleşmişlerdir. Daha sonra ise iç bölgelere yayılmışlardır. Şamanist Türklerin IV. YY. sonlarından itibaren Avrupa’nın Doğusuna ve Güneydoğusuna göç etmeleri Ortaçağ Avrupa’sının tarihini önemli ölçüde etkilemiş ve değiştirmiştir.

İlk dönemde Balkan Yarımadası’na gelmiş olan Şaman Türkleri olarak Hunlar ol muştur. 375 Yılından itibaren Balkanlar’da ve Avrupa’da görülen Hunlar’ın büyük bö lümü bugünkü Macaristan ve Kuzey Balkanlar’a yerleşmişlerdir. Bununla birlikte Hunlar meşhur hükümdarları Attila ve kardeşi Bleda’nın faaliyetleri ile Avrupa içlerine kadar ilerlemişlerdir. Attila (ölm. 453) komutasındaki Hun ordusu Fransa ve İtalya’da faaliyette bulunmuştur. Büyük kavimler göçü sırasında bölgeye gelmiş olan Hunlar, Avrupa Hun imparatorluğu’nu kurarak, Batı ve Doğu Roma imparatorlukların’ paniğe düşürmüşlerdir. Bir suikast sonucu ölen Attila’ya Hıristiyanlarca, “Tanrının Kırbacı” tabiri kullanılmıştır.

Hunlardan sonra Balkanlar’a gelen ikinci Türk kavmi AVARLAR olmuştur. Avarlar burada 558 - 835 yılları arasında bir devlet kurarak etkili olmuşlardır. “Saç ören Türk kavmi” olarak isimlendirilen Avarlar 619 ve 626 yıllarında Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu’nun başkenti olan İstanbul’u bir süre kuşatmışlardır, Bir müddet sonra Bizans Avarlar’la yakın ilişkiye girmiştir. Bunu en iyi şekilde değerlendiren Bizans İmparatorluğu, Avarlar’ı kendi düşmanlarına karşı savaşmalarını sağlamıştır. 796 yılından itibaren Hıristiyanlığı kabul eden Avarlar zamanla slavlaşarak tarih sahne sinden çekilmeye yüz tutmuşlardır. Bu arada Adriyatik kıyısında olan Navarin şehrinin adının Avar dilinden geldiği araştırmalar sonucu ortaya çıkmıştır.

Türk kavimlerinden olan Macarlar, IX. YY.da bugün bulundukları bölgeye yerleşmişlerdir. X. YY.da bir Macar devleti kurmuşlar ve çeşitli bölgelere akınlarda bulunmuşlardır. Slavlara karışmamış olan Macarlar, Hıristiyanlığın Katolik mezhebine bağlanarak Roma kültürü içine girmişlerdir. Bulgar Türkleri ise 680 yıllarına doğru Karadeniz’in kuzeyinden inerek bugün bulundukları topraklara gelmişlerdir. Bulgar kabileleri Avarlar ile birlikte (626) İstanbul u ele geçirmeye çalışmışlardır. Hükümdarları Asparuh komutasında Tuna’yı aşan Bulgarlar (679) burada bir devlet kurmuşlardır. Bulgar Kralı Boris zamanında (864) resmen Hıristiyanlığı kabul etmişlerdir. Bu din değiştirme sonrasında Bulgarlar’ın Slavlar’la kaynaşmaları hızlanmıştır. Bulgar devletinin kurulmasından sonra Bulgarlar Balkanlar’da Bizans’ın aleyhine topraklarını geliştirmişlerdir. X. YY. başında Edirne’yi iki defa ele geçiren Bulgarlar, Istanbul’u da tehdit etmişlerdir. Bulgar Devleti, 972 yılında Bizans saldırıları sonucu yıkılmıştır, Fakat Bizans’ın Bulgaristan’daki hakimiyeti ancak 1186 yılına kadar devam edebilmiştir.

6. ve 7. YY. ise Balkanlara Peçenek, Kuman (Kıpçak) ve Uz Türkleri göç ederek yerleşmişlerdir. 1020 yılından itibaren Tuna’yı aşarak güneye inmeye başlamış olan Peçenekler, Bizans İmparatorluğu ile mücadeleye başlamışlardır. Bizans İmparatorluğu bu tarihten önce yani Peçenekler’le komşu olmadan önce, onları Bulgarlara, Ruslara ve Macarlara karşı kullanmışlardı. 1053 yılında Bizans ordusunu yenmiş olan Peçenekler, Selanik ve Mora’ya kadar olan bölgeyi kontrolleri altına almışlardı. 1087 yılında Edirne’yi de kuşatmış olan Peçenekler’in bir kısmı Bulgaristan’a yerleşmiş, bir kısmı da Macaristan’a gitmiştir. 1078 yılında kurulmuş olan “Peçenek-Kuman Federatif Birliği” 1091 yılında dağılmıştır. Peçenekler Bisans’ın emrinde Anadolu’ya sevk edilerek Selçuklulara karşı savaştırılmışlardır.

10. YY. ortalarından itibaren (1048) Uzlar, (Oğuzlar) Balkanlar’a göç etmeye başlamışlardır. 1064 yılında Tuna’yı aşarak bölgeye gelen Uz’lar, uzun süre Peçe-nekler ve Bizanslılar ile mücadele etmelerine rağmen önemli bir başarı elde edeme-mişlerdir. Uz’lar bir süre sonra Bizans’ın hakimiyeti altına girdiler. Balkanlar’a gelen son Şamanist Türkler ise Kumanlar (Kıpçaklar) olmuştur. Müslüman yazarlarca “Kıpçak”, Avrupalılarca genellikle Kuman (Sarışın) olarak adlandırılan bu Türk kavimleri XI YY. başlarından itibaren Balkanlar’a göç etmişlerdir. Kuman ve Kıpçaklar, gerçekte sonradan birbirleriyle kaynaşan iki ayrı Türk boylarıdır. Kumanlar, 1050 yıllarına doğru Doğu Avrupa’ya yerleşmişlerdir. Rus Kroniklerinde “Ovalı” anlamına gelen bir lakapla anılan Kumanlar zamanla Oğuz ve Peçeneklerle de kaynaşmışlardır. XIII. YY’daki Moğol istilasından sonra bazı Kıpçak gurupları Macaristan, Bulgaristan, Rusya, Gürcistan ve hatta Suriye ve Mısır’a kadar yayılmışlardır. Makedonya ve Bulgaristan’ın dağlık kesimlerinde kalmış olan Kuman-lar, Osmanlıların Balkanlar’a hakim olmasından sonra Osmanlı Türkleri ile kaynaşmışlardır. Romanya, Macaristan, Avusturya ve Çekoslovakya’ya göç etmiş olan Kıpçaklar, Şamanizm’den çıkarak Hıristiyan olmuşlardır. Kumanlar’ın bir kısmı Bizans İmparatorluğu’nun izni ile VARDAR Nehri boyunca yerleşmeye başladılar. Ortodoks mezhebine girmiş olan bu Kuman Türkleri savaşçı ve göçebe adetlerini ve geleneklerini bırakmadılar. Bizanslılar bunlara VARDARYALI yani (VARDARLILAR) diyorlardı. Bizans Sarayı muhafız birlikleri de bu Ege Makedonyası Türklerinden meydana getiriliyordu. Dağlık bölgelerde yaşayan bir kısım Kumanlar ise, Osmanlı Türkleri’nin Rumeli’ye geçişlerine kadar Şamanist olarak kalmışlardır.

Şamanist Türk kavimlerinin Avrupa ve Balkanlar’a doğru 375 yılında başlayan güçleri ve yerleşimleri 1200’hi yıllardan itibaren sona ermiştir. Fakat bundan sonra yeni bir dönem de başlamak üzeredir. Bu yeni ve ikinci dönem, Müslüman Türkler’in Balkanlar’a göç ederek yerleşme süreci olmuştur. XIll. YY’da Selçuklu Türklerinden ve HORASAN ERENLERİ’nden olan SARI SALTUK, bir kısım Türkmen aşiretleriyle birlikte Balkanlar’a göç ederek Dobruca ve çevresine (Romanya) yerleşmiştir.



Xlll. yüzyılda Selçuklu Türkleri’nden ve Horosan Erenlerinden olan Sarı Saltuk bir takım Türkmen aşiretiyle birlikte Balkanlar’a göç ederek Dobruca ve çevresine (Romanya) yerleşmiştir. Ayrıca Izmir ve çevresinde kurulmuş olan Aydınoğulları’ndan (1308-1425) Gazi Umur Bey Yunanistan’a, Trakya’ya çeşitli seferler yapmıştır. Gazi Umur Bey bir ara Peçeneklerle de anlaşarak Bizans’a karşı başarılı seferler düzenlemiştir.

Türklerin Balkanlar’da ve Avrupa’da etkili oldukları ikinci dönem 1353 yılında başlamıştır. 1353 yılında Müslüman Türkler, Osmanlı Şehzadesi Süleyman Paşa’nın (ölm.1359) Anadolu’dan Rume li’ye geçmişlerdir. Osmanlı ordusu Balkanlar’a geçmiş oldukları Gelibolu’yu feth ederek daha içlere doğru fetihler gerçekleştirmişlerdir. Küçük bir uç beyliği olarak Bizans’ın sınırında kurulmuş olan Osmanlı Beyliği’nin yapmış olduğu fetihler sonucunda, Anadolu’dan getirilen Yürükler Gelibolu’ya ve daha sonraları ise tüm Rumeii’ye yerleştirilmeye başlanmıştır.

1363 yılında Edirne’nin 1364 yılında ise Filibe’nin Türklerin eline geçmesi Av rupa’da bir Haçlı Ordusunun hazırlanmasına neden olmuştur. Edirne’nin 1. Murat (ölm.1389) tarafından başkent yapılmasından sonra, Balkan Yarımadasının sistematik bir şekilde feth etme imkanı elde edilmiş olundu. Bundan sonra 1. Murat Rumeli beylerbeyi Hayrettin Paşa’yı ve Gazi Evrenos Bey’i Batı Makedonya’ya sefer yapmakla görevlendirmiştir. 1389 Kosova zaferinden sonra Yıldırım Beyazıt (ölm.1402) zamanında tüm Makedonya Osmanlı-Türk hakimiyetine girmiş oldu,

Osmanlı Devleti 1402-1413 yılları arasındaki Fetret Dönemi’nde yani Timur yenil gisinden sonra Balkanlar’daki faaliyet ve fetihlerini en aza indirgemek zorunda kalmıştır. Çünkü Yıldırım Beyazıt’ın şehzadeleri tahta çıkmak için birbirleriyle uzun yıllar mücadele etmişlerdir.Bu arada Osmanlı Devleti Anadolu’da büyük oranda toprak kaybına uğramıştır. Buna mukabil Balkanlar’daki toprak kaybı daha az olmustur. Balkanlar’daki Türk fetihleri II. Murat (ölm. 1451) zamanında yeniden başlamıştır. 1430 yılında Selanik tekrar Osmanlı sınırları içerisine katılmıştır. Müslüman Türkler’in Makedonya ve Balkanlar’da genişlemelerine karşı Katolik Kilisesi’nin başı Roma’daki Papa’nın da teşvik ve yardımları sonucu, 1364-1371- 1389-1444-1448 yıllarında beş ayrı Haçlı Seferleri düzenlenmiştir. Bu Haçlı Ordularıyla yapılan savaşlarıysa Osmanlılar kazanmıştır. Bu zaferlerin kazanılmasıysa Makedonya’nın kesin olarak Türklerin hakimiyeti altında kalmasını sağlamıştır. Makedonya ve Balkanlarda Türklerin fetihlerini kolaylaştıran dini, ekonomik, politik ve askeri sebepler vardı. Özellikle Türklerin bölgede yaşayan insanlara dini ve kültürel serbestlik ve özgürlük vermesi en önemli kolaylaştırıcı unsur olmuştur. Yerli halk, Osmanlı Devleti sayesinde Katolik Latin Devletlerinin ve Derebeylerinin baskı ve haksızlıklarından kurtulmuştur. Osmanlıları kurtarıcı olarak gören yerli halk şöyle diyordu:”Roma Tacı görmektense, Osmanlı Sarığı görmeyi tercih ederim,”

29 Mayıs 1453 tarihinde ise genç yaşta padişah olan Il. Mehmet (ölm1481) Doğu Roma İmparatorluğu’nun (Bizans’ın) başkenti İstanbul’u fethetmiştir. İstanbul’u fethederek Fatih unvanını kazanan Fatih Sultan Mehmet, doğuda ve batıda büyük üne ve şöhrete kavuşmuştur. Fatih’in İstanbul’u ve dolayısıyla Doğu Roma İmparatorluğunu ve tacını elde ettikten sonra, Osmanlı akınları ve fetihleri daha fazla hızlanıp, Anadolu’da ve Rumeli’de çok geniş alanlara yayılmıştır. Balkanlar’daki fetihlere ek olarak Kırım ve İtalya’da da fetihler eklenmiştir. Fatih Sultan Mehmet İtalya’yı da fethederek Batı Roma İmparatorluğu’nun da tacına sahip olmak istiyordu. Nitekim Fatih’in emri üzerine Vezir-i Azam Gedik Ahmet Paşa 1480 yılında İtalya’ya askerleriyle birlikte ayak basmıştır. Gedik Ahmet Paşa, Napoli Krallığına ait olan Otranto Limanı’nı kuşatarak şehri almıştır.Böylece Türkler Osmanlı Devleti’nin yönetimi altında İtalya’ya da geçmiş oldu. Fatihin ölümünden hemen sonra, Osmanlılar İtalya’dan ayrılmışlardır.

Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) zamanındaysa Türkler Viyana’ya (Avusturya) kadar olan tüm bölgede hakimiyetini kurmuştu. 1529 yılında Macaristan’ı feth eden Kanuni Sultan Süleyman Viyana’yı da kuşatmıştır. Fakat kışın yaklaşması ve bir kuşatma için yeterli hazırlık yapılmadığından dolayı Viyana alınamamıştır. Bununla birlikte Türk akıncıları Avusturya içlerine akınlarda bulunmuştur. Viyana’nın kuşatılmasıyla Osmanlılar gücünü Orta Avrupa’ya kadar yaymış ve kabul ettirmiştir. Osmanlı Devleti, XVII. yüzyıldaysa Balkanların dışında Doğu Avrupa’da da dolaylı veya dolaysız söz ve yetki sahibi olmuştur, XVII. yüzyıl sonunda Lehistan (Polonya) da Osmanlı’nın hakimiyetine girmiştir.

Balkanlar’da Türklerin egemenliklerinin ve nüfusunun gerilemeye başladığı yüzyılsa XVIII.yüzyıl olmuştur. Osmanlı devleti XVIII. yüzyılda Balkanlarda Habsburglar ve Romanoflarla yoğun bir mücadeleye başlamıştır. Avusturya ve Rusya, Türkleri Balkanlar’dan uzaklaştırmak için zaman zaman tek başlarına zaman zaman da ortaklaşa hareket etmişlerdir. Buna ek olarak, XVIL yüzyıl sonunda 1789 yılında meydana gelmiş olan Fransız İhtilali de Osmanlı Devleti’ni Balkanlarda za yıflatmıştır. Çünkü 1789

Fransız Ihtilali ve Napolyon Bonapart’ın faaliyetleri sonucu milliyetçilik akımı Osmanlı Devleti’ne de girip yayılmaya başlamıştır. Bu milliyetçilik akımını Rusya XIX. yüzyılda Panislavizm çatısı altında Osmanlı Devletine karşı çok iyi şekilde değerlendirmiştir. Rusya ayrıca Ortodoks Kilisesini de Osmanlılara karşı kullanmıştır.

1683 yılında Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın başlatmış olduğu II. Viyana kuşatması başarılı sonuç vermemiştir.Viyana’ya yardıma gelen Haçlı Ordusu ile ve sonra yapılan savaşlar neticesinde 1699 yılında Karlofça Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmayla Osmanlı Devleti Avrupa’da askeri, siyasi, toprak kaybı açısından gerilemeye başlamıştır. Gerçi XVIII. yüzyıl başlarında Karlofça Antlaşmasıyla kaybedilmiş olan bazı topraklar geri alınmış( 1711 Prut Antlaşması, 1718 Pasarofça Antlaşması ve 1739 Belgrat Antlaşması) olmakla beraber Türklerin siyasi ve askeri açıdan Avrupa’dan çekilme süreci başlamıştı.

Bu arada Osmanlı Devleti XVII.yüzyılın sonunda başka bir sorunla karşı karşıya kalmıştır. Bu sorunsa günümüze kadar devam etmiştir. Ortaya çıkan yeni sorunsa “GÖÇ” olmuştur. Artık XVII. Yüzyıldan itibaren Türkler ve Müslümanlar Balkanlar’dan Osmanlı sınırları içerisine ve Anadolu’ya geri göç etmeye başlamışlardır. Balkanlar’dan hatta Kafkasya’dan yapılmış olan bu geri göçler 1768-1774, 1787- 1792, 1828-1829, 1853-1856, 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşları sırasında ve sonrasında daha yoğun olmuştur. Bu geri göçler özellikle 1912- 1913 Balkan Harbi’nde ve 1914-1918 I. Dünya Harbinde de devam etmiştir. Yukarıdaki kısa bilgilerden de anlaşıldığı üzere bu geri göçler özellikle Ruslarla yapılan savaşlar sırasında ve sonrasında gerçekleşmiştir. Çünkü XVII. yüzyıl başlarından itibaren Rusya, Çar 1. Petro ile birlikte sıcak denizlere inme politikası izlemeye başlamıştır. Rusya kurulduğunda bir kara devleti niteliğindeydi ve denizlere açılarak daha fazla güçlenmek zenginleşmek istiyordu. Rusya sıcak denizlere inebilmek, ulaşabilmek için, Osmanlı Devleti ve İsveç ile uzun yıllar mücadele etmiştir. Ama asıl mücadeleyi Osmanlı Devletiyle yapmıştır. Rusya, Karadeniz’e, Boğazlar’a ve Akdeniz’e ulaşabilmek için Karadeniz’in kuzeyini, Kafkasya’yı ve Balkanları kendi hakimiyeti altına almaya çalışmıştır. Bunun da gerçekleşebilmesi için Osmanlı ile uzun yıllar mücadele etmiştir.

Bu geri göçler daha sonra Türkiye Cumhuriyeti zamanında da devam etmiştir. Bu dönemde yapılmış olan göçlerin büyük bir kısmı, Türkiye ile ilgili devletler arasında yapılmış olan ikili antlaşmalar neticesinde gerçekleşmiştir.
 

aliveli44

ONURSAL ÜYE
Forum Düzeni
Admin
Super Moderatör
Vip Üye
Katılım
12 Haziran 2012
Mesajlar
11,018
Beğeni
20,950
Puanları
426
Konum
Malatya
Cevap: Osmanlı'yı Tanıyalım

ANADOLU BEYLİKLERİ
Anadolu Beylikleri Malazgirt Zaferinden sonra, Anadolu'da kurulan Türk beyliklerinin genel adı. Bu beylikler, tarihi kaynaklarda Tavaifi Mülûk ismiyle geçmektedir. Malazgirt Zaferi'nden sonra, birçok akıncı beyi, Anadolu'yu Türk toprakları haline getirmek için seferler düzenledi. Bu beyler, elde ettikleri bölgelerde, ilk Türk beyliklerini kurdular. Üsküdar'a kadar Anadolu topraklarının büyük bir kısmı bu beyliklerin eline geçti. Beyler, Selçuklu sultanını hükümdar tanımakla beraber, iç işlerinde tam bağımsız bir haldeydiler. Bunlar; Bitlis ve Erzen'de Dilmaçoğulları (1085-1394), Ahlat'ta Ermenşahlar (1100-1207), Diyarbekir'de İnaloğulları (1098-1183), Erzincan, Kemah ve Divriği'de Mengücükler (1072-1277) Erzurum'da Saltuklular (1072-1202)'dan ibaretti. Bu beyleri, bir düzene sokmak için çalışan Büyük Selçuklu Devleti sultanları, başarılı olamadılar. Bununla birlikte, beyliklerin ekserisi, sonraları Türkiye Selçukluları'nın hakimiyetine girdiler.

Alaeddin Keykubad'ın saltanatının sonlarına doğru, merkez ile uçlar arasında münasebetler gevşemeye başladı. 1220'den sonra Moğol istilasının Ortadoğu üzerinde yoğunlaşması, Bizans sınırında, büyük değişikliklere sebep oldu. Moğol akınlarına karşı koyamayan Türkmen aşiretlerinin, Selçuklu topraklarına yönelmeleri üzerine, Selçuklu sultanı, bunları Bizans sınırına yerleştirdi. İkinci Gıyaseddin Keyhüsrev'in Kösedağ Savaşı'nda yenilmesinden sonra, merkezî idare iyice zayıfladı. Son Selçuklu veziri Muinüddin Pervane'nin ölümüyle, düzenli devlet idaresi de ortadan kalktı. Anadolu'da idareyi ele geçiren Moğol valilerinin zulümleri ve koydukları ağır vergiler, halkı huzursuz etti. Neticede Selçuklu Devletinin hiç bir fonksiyonunun kalmaması, halkı, kuvvetli beyler etrafında toplanmaya teşvik etti.
Nitekim, gaziler ve onlara katılan çeşitli aşiretlerle bazı Türkmen beyleri, karışıklık devresi içinde hakimiyet kurarak, birer hanedan haline geldiler. Aydın, Karesi, Menteşe, Saruhan, Germiyan, Çoban ve Osmanoğulları bu şekilde kurulan beyliklerden bazılarıdır. Eşref, Sahib Ata, İnanç, Hamid ve Candaroğulları gibi diğer beylikler ise; Selçuklu veya İlhanlılar tarafından, mükâfat olarak malikane tarzında verilen arazilerde, bazı komutanların, istiklallerini ilan etmeleriyle ortaya çıktılar.
Beylikler, kuruluşlarından hemen sonra, buhranlı bir devreye girdiler. Bunun sebebi ise, İlhanlıların, Anadolu valileri ile baskılarını arttırmaları idi. Emir Çobanoğlu Timurtaş, Ebu Said Bahadır Han tarafından affedilip Anadolu'ya ikinci defa vali olunca, beylikler, bağlılıklarını belirtmek için, İlhanlılar adına akçe bastırdılar. Daha önce affedilen Emir Timurtaş, 1324'te babası gibi öldürülmekten korktuğundan Memluklar'a sığındı. Vali olarak, Büyük Şeyh Hasan tayin edildi ise de kendisi gelmeyip, yerine Alâeddin Eretna'yı vekil olarak gönderdi. Ebu Said Bahadır Hanın ölümü ile çıkan kargaşalıktan faydalanan Eretna, 1343'te Timurtaş'ın oğlu Şeyh Hasan'ı yenince, hükümdarlığını ilan etti ve bir beylik haline geldi. Bu hadiseler neticesinde, Anadolu'da İlhanlı hakimiyeti tamamen çöktü.
İlhanlı baskısının, Anadolu beyliklerinin üzerinden kalkması üzerine, beyler rahat bir nefes aldılar. Anadolu şehirlerinde imar hareketlerini hızlandırdılar. Diğer taraftan, sınır boylarında olan Osmanoğulları, Aydınoğulları, Saruhanoğulları, Menteşeoğulları ve Karesioğulları, Bizans topraklarına yaptıkları seferleri sıklaştırdılar. Osmanoğullarının, akınlarda büyük başarılar elde etmesi, Anadolu'daki diğer beylikleri rahatsız etti ve onları bu beyliğin büyümesine engel olmaya sevk etti.
Yıldırım Bayezid Han, başarılı muharebeler neticesinde Germiyan, Hamid, Menteşe, Aydın, Saruhan ve Candaroğulları beyliklerini, Osmanlı topraklarına kattı. Bu sırada Timur Han'ın Ortadoğu'ya doğru hareketi, toprakları kaybolan beylerin ona sığınmasına yol açtı. Yıldırım Bayezid'in Ankara Savaşı'nda mağlup olmasıyla, bazı beylikler yeniden kuruldu. İkinci Murad Han zamanında, Anadolu beyliklerinin çoğu, Osmanlı topraklarına katıldı. Fatih Sultan Mehmed Han ise Anadolu'da birliği tekrar tesis etti. Fatih, 1461 senesinde Trabzon seferi ile Candaroğulları Beyliğini ortadan kaldırdı. Karaman Beyliği'nin topraklarının ekseriyetini, Osmanlı hakimiyeti altına aldı. Bu fetihlerden sonra, Karaman beyinin oğulları ile Kastamonu sancakbeyi olarak bırakılan Candaroğlu Kızıl Ahmed Bey, Uzun Hasan'dan yardım istediler. Ancak beyliklerinin başına geçmeye muvaffak olamadılar. İshak, Pir Ahmed, Kasım Beylerin mağlup edilmeleriyle de, 1471'de, Karaman Beyliğinin bütün toprakları, Osmanlı Devletine katılmış oldu.
Dulkadiroğulları ve Ramazanoğulları, Osmanlı-Memluk rekabetinden faydalanarak, mevcudiyetlerini bir süre daha korudular. Ancak, Yavuz Sultan Selim Han'ın Mısır seferi sırasında Osmanlı hakimiyetini kabul ettiler. Böylece, Anadolu'da Osmanlı Devleti'nin mutlak hakimiyeti kurulmuş ve Tavaif-i Mülûk adıyla anılan beylikler devri, sona ermiş oldu.
Beylikler devrinin en önemli özelliği, kültür faaliyetlerinde ortaya çıkmış ve her beylik, kendi merkezini bu açıdan zenginleştirmeye çalışmıştır. Eski Anadolu Türkçesi dil yadigârları bu faaliyetlerin neticesinde ortaya konmuş ve çok sayıda eser yazılmıştır. Bazı beyler, kültür faaliyetlerini teşvik ederken, bir kısım beyler de bizzat eserler vermişlerdir.
 

aliveli44

ONURSAL ÜYE
Forum Düzeni
Admin
Super Moderatör
Vip Üye
Katılım
12 Haziran 2012
Mesajlar
11,018
Beğeni
20,950
Puanları
426
Konum
Malatya
Cevap: Osmanlı'yı Tanıyalım

Anadolu'yu kendisine bağlayamayı uman Büyük Selçuklu Devleti hükümdarı Melikşah, Urfa emiri Bozan'ı Ebu'l-Kasım'ın üzerine yolladı. Emir Bozan İznik'i kuşattıysa da alamadı. Ancak Büyük Selçuklu Devleti'yle savaşmayı göze alamayan Ebu'l-Kasım kardeşini İznik'te bırakarak Melikşah'la anlaşmak üzere İsfahan'a hareket etti. Melikşah Ebu'l-Kasım'la anlaşmayı kabul etmedi. Ebu'l-Kasım İznik'e geri dönerken 1092 yılında yolda yakalanarak idam edildi. Ebu'l-Kasım'ın ölümünden sonra kardeşi Ebu'l-Gazi kısa bir süre daha İznik'i elinde tutmaya devam etti. Ancak Büyük Selçuklu Devleti sultanı Melikşah'ın ölümü üzerine Süleyman Şah'ın iki oğlu I. Kılıç Arslan ve Kulan Arslan İsfahan'da serbest bırakıldılar. Ebu'l-Gazi İznik'e 1092 yılı sonlarında ulaşan I. Kılıç Arslan'a hiç direnmeden yönetimi devretti. Böylece Anadolu Selçuklu Devleti'nin yönetimi tekrar Kutalmışoğlu Süleyman Şah'ın hanedanına geri dönmüş oldu.

Anadolu Selçuklu Devleti veya Türkiye Selçuklu Devleti[1][2] (Arapça: السلاجقة الروم el-Salācika el-Rūm Farsça: سلجوقیان رومSelcūkiyân-i Rūm; Rum Selçukluları), Selçuklu Türklerinin Anadolu coğrafyasında kurmuş olduğu devlettir. Türklerin Anadolu’ya yerleşmesi 1071’deki Malazgirt Savaşı’ndan sonra hızlandı. Selçuklu komutanı Kutalmışoğlu Süleyman ŞahAnadolu’daki fetihleri batıya yayarak 1075'te İznik’i Bizans’tan aldı ve burayı başkent yaparak bağımsızlığını ilan etti.[3] Böylece kurulan Anadolu Selçuklu Devleti, İlhanlıların son Anadolu Selçuklu sultanını tahttan indirdikleri 1308'e kadar varlığını sürdürdü. Bizans'ın sınır komşusu olan Süleyman Şah bir süre sonra bu devletin içişlerine karışmaya başladı. 1078'de Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah, Anadolu’da ayrı bir devlet kuran I. Süleyman Şah’ın güçlenmesinden kaygı duymaya başladı. 1078'de ordusunu Süleyman Şah'ın üzerine gönderdi.Beklediği zaferi kazanamadı. Süleyman Şah, Bizans'taki taht kavgalarından yararlanarak sınırlarını genişletmeyi bırakmak zorunda kaldı. Daha sonra I. Süleyman Şah 1082'de Adana ve Tarsus kentleriyle birlikte bütünKilikya topraklarına sahip oldu. 1084'te de Antakya'yı ele geçirdi. Kutalmışoğlu Süleyman Şah 1086 yılında Antakya yakınlarında Suriye Selçuklu Devleti Sultanı Tutuş'la yaptığı savaşta yenilerek ölünce, Süleyman Şah'ın iki oğlu I. Kılıç Arslan ve Kulan Arslan Büyük Selçuklu Devleti Sultanı Melikşah'ın İsfahan'daki sarayına esir olarak gönderilmişti. Böylece Anadolu'da bir otorite boşluğu meydana geldi. Bu döneme Anadolu Selçuklu Devleti'nin Fetret dönemi denilebilir. Bu otorite boşluğundan yararlanan İznik beyi Ebu'l-Kasım Anadolu Selçuklu Devleti'nin yönetimini eline geçirdi. Kardeşi Ebu'l-Gazi Hasan Bey'le birlikte Marmara civarında Bizanslılarla savaşarak devletin sınırlarını genişletmeye başladı. Anadolu'yu kendisine bağlayamayı uman Büyük Selçuklu Devleti hükümdarı Melikşah, Urfa emiri Bozan'ı Ebu'l-Kasım'ın üzerine yolladı. Emir Bozan İznik'i kuşattıysa da alamadı. Ancak Büyük Selçuklu Devleti'yle savaşmayı göze alamayan Ebu'l-Kasım kardeşini İznik'te bırakarak Melikşah'la anlaşmak üzere İsfahan'a hareket etti. Melikşah Ebu'l-Kasım'la anlaşmayı kabul etmedi. Ebu'l-Kasım İznik'e geri dönerken 1092 yılında yolda yakalanarak idam edildi. Ebu'l-Kasım'ın ölümünden sonra kardeşi Ebu'l-Gazi kısa bir süre daha İznik'i elinde tutmaya devam etti. Ancak Büyük Selçuklu Devleti sultanı Melikşah'ın ölümü üzerine Süleyman Şah'ın iki oğlu I. Kılıç Arslan ve Kulan Arslan İsfahan'da serbest bırakıldılar. Ebu'l-Gazi İznik'e 1092 yılı sonlarında ulaşan I. Kılıç Arslan'a hiç direnmeden yönetimi devretti. Böylece Anadolu Selçuklu Devleti'nin yönetimi tekrar Kutalmışoğlu Süleyman Şah'ın hanedanına geri dönmüş oldu.
 

TEVFiK

Vip Üye
Katılım
11 Haziran 2012
Mesajlar
3,904
Beğeni
7,680
Puanları
113
Yaş
65
Konum
FETHİYE,MANİSA,İZMİR.
Cevap: Osmanlı'yı Tanıyalım

Selamunaleyküm Sayın Ustalarım Paylaşımlarınız İçin Teşekkür eder. Ellerinize ve Emeklerinizle Sağlık derim Çok Güzel Konular İşlemişsiniz Sağolun Varolun Saygılarımla.:cool:
 

aliveli44

ONURSAL ÜYE
Forum Düzeni
Admin
Super Moderatör
Vip Üye
Katılım
12 Haziran 2012
Mesajlar
11,018
Beğeni
20,950
Puanları
426
Konum
Malatya
Cevap: Osmanlı'yı Tanıyalım

İlk Yerleşim Yerleri
ilk-yerlesim-yerleri.gif


Çatalhöyük Konya'nın Çumra İlçesi sınırlarında olup ilçenin 10 km. doğusunda yer almaktadır. Höyük farklı yükseklikte iki tepe düzü olan bir tepe şeklindedir. Bu iki yükseltisi nedeniyle çatal sıfatını almıştır. Çatalhöyük 1958 yılında J. Mellaart tarafından keşfedilmiş 1961-1963 ve 1965 yıllarında kazısı yapılmıştır. Yüksek tepenin batı yamacında yapılan araştırmalar neticesinde 13 yapı katı açığa çıkarılmıştır. En erken yerleşim katı (1) ise M.Ö. 5500 yıllarına tarihlenmektedir. Stil kritiği yolu ile yapılan bu tarihleme C 14 metodu ile de doğrulanmış bulunmaktadır. İlk yerleşme ilk ev mimarisi ve ilk kutsal yapılara ait özgün buluntuları ile insanlık tarihine ışık tutan bir merkezdir.
Çatalhöyük'teki yerleşimin yani şehirciliğin en iyi bilinen dönemi 7. ve 11. katlardadır. Dörtgen duvarlı evlerin duvarları birbirine bitişiktir. Ortak duvar yoktur her evin kendi müstakil duvarı vardır. Evler ayrı ayrı planlanmış ve ihtiyaç duyulunca yanına başka bir ev yapılmıştır. Evlerin bitişik duvarları nedeniyle şehirde sokaklar mevcut değildir. Ulaşım düz damlar üzerinden olmaktadır. Şehri sınırlayan ve koruyan sur duvarları niteliğinde herhangi bir buluntuya rastlanmamıştır. Bina yapımında kullanılan malzeme kerpiç ağaç ve kamıştır. Evlerin temel derinlikleri azdır. Duvarlar arasında ağaç dikmeler vardır. Bu dikmeler üzerine gelen kirişler düz tavanı taşımaktadır. Tavan üst örtüsü kamış üzerine sıkıştırılmış kil topraktır. Evler tek katlı olup eve giriş damda açılan bir delikten merdivenle olmaktadır. Her ev bir oda ve bir depodan oluşur. Odaların içinde dörtgen ocaklar duvarların ön kısımlarında taban döşemesinden yüksekliği 10-30 cm. arasında değişen sekiler ve duvar içinde dörtgen nişler bulunmaktadır. Duvarlar sıvalıdır sıva üzeri beyaza boyandıktan sonra sarı kırmızı ve siyah tonlarda resimler yapılmıştır. Kutsal odalar diğer odalara nazaran daha büyüktür. Bu evlerin içindeki duvar resimleri yanında ise orijinal boğa başı koç başı ve geyik başlarının sıkıştırılmış kil ile konserve edilmiş trofeleri duvarlara aplike edilmiştir. Bunların yanında rölyef halinde insan figürleri ile hayvan figürleri de görünmektedir. Çatalhöyük'te duvar resimleri en erken 10. en geç 11. tabakada bulunmuştur. En güzel ve gelişmişleri ise 7. ve 5. tabakalara aittir. Bu resimler paleolitik insanın mağara duvarlarına yaptığı resimlerin bir gelenek olarak devamıdır. İnanç olarak avın bereketi için yapılan resimlerdir. Geç döneme doğru duvar resimlerinde ev sahnelerinin azaldığı ve kuş motifleri ile geometrik desenlerin ortaya çıktığı görülür.
Duvarlara resmedilmiş olan akbabalar tarafından parçalanan başsız insan figürlerinin ölü gömme adetleri ile ilgili olduğu sanılmaktadır. Akbabalar tarafından et kısmı yenerek temizlenen kemikler toparlanarak hasırlardan yapılmış bir örtüye sarılır ve ev içindeki şekillerin altına gömülürdü. Şekiller altında yapılan araştırmalarda çok sayıda iskelet ortaya çıkarılmıştır. Ölü hediyesi olarak kemikten yapılmış aletler renkli taşlar kesici aletlerden taştan baltalar deniz kabuğundan yapılmış boncuklar konmuştur. Çatalhöyük kazısında ele geçen heykelcikler bize ana tanrıça kültürünün (tapınma) başlangıcı ve zamanın inançları hakkında özgün bilgiler vermektedir. Pişmiş toprak ve taştan yapılmış bu heykelcikler 5 ila 15 cm. arasında değişen büyüklüktedir. Şişman iri göğüslü büyük kalçalı ve zaman zaman doğum yapar vaziyette tasvir edilmişlerdir. Bu özellikleri bolluk ve bereketi temsil etmeleri nedeniyledir. Çatalhöyük'te ele geçen alet ve malzemelerin hemen hepsi taş pişmiş toprak baltalar sığ tabaklar yüksek kabartma bereket tanrıçası motifleri ile süs eşyası olarak kullanılan bilezik ve kolyelerdir. Pişmiş topraktan iri taneli hamura sahip çarksız siyah ve kiremit renkli kaplar ve çanaklar bulunmuştur. Ayrıca ana tanrıça ve mukaddes hayvan figürü de pişmiş topraktan yapılmıştır. Kemikten yapılmış kesici ve delici aletler ile obsidyenden yapılmış mızrak ve ok uçları Çatalhöyük'te kullanılan en önemli malzemelerdir.
Çatalhöyük'te 1996 yılına kadar kazı yapılmamış; bu yıldan itibaren İngiliz Arkeoloji Enstitüsü tarafından Ian Hodder başkanlığında kazılara devam edilmiştir. Kazı buluntuları Konya Arkeoloji Müzesi'ndedir. Bunların bir kısmı teşhir edilmiş diğerleri ise depolarda koruma altına alınmış durumdadır.
 

aliveli44

ONURSAL ÜYE
Forum Düzeni
Admin
Super Moderatör
Vip Üye
Katılım
12 Haziran 2012
Mesajlar
11,018
Beğeni
20,950
Puanları
426
Konum
Malatya
Cevap: Osmanlı'yı Tanıyalım

Anadoluda Yerleşim Yerleri Haritası
anadoludak%20%20lk%20yerlem%20yerler.bmp

Çatalhöyük, Güney da, MÖ 7500 yıllarina dayanan, çok geniş bir Cilali Taş ve Bakır devri yerleşimidir. Muhtemelen, bugüne kadar bulunmuş en eski ve en gelişmiş yerleşim merkezidir. Çatalhöyük, 1958 yılında J. Mellaart tarafından keşfedilmiş, ilk kazıları 1961-1963 ve 1965 yıllarında yapılmıştır.
Çatalhöyük, günümüz Şehri'nin güneybatısında,ın yaklaşık olarak 136 kilometre uzağında, Konya Ovası'na hakim buğdaylik arazide bulunmaktadir.
Doğu yerleşimini, en son Cilali Taş Devri sirasında ovadan 20 metre yüksekliğe kadar ulaşan bir yerleşim birimi oluşturmaktadır. Ayrıca, batıya doğru da ufak bir yerleşim birimi ve birkaç yüz metre doğuya doğru da bir yerleşimi bulunmaktadır.
Tarih öncesi yerleşim birimleri ndan önce terk edilmiştir. Bir zamanlar iki yerleşim birimi arasında Çarşamba Nehri'nin bir kanalı akmaktadır, ve yerleşim birimleri, ilk tarım zamanlarında elverişli sayılabilecek alüvyonlu toprak üzerine kurulmuştur.
 

aliveli44

ONURSAL ÜYE
Forum Düzeni
Admin
Super Moderatör
Vip Üye
Katılım
12 Haziran 2012
Mesajlar
11,018
Beğeni
20,950
Puanları
426
Konum
Malatya
Cevap: Osmanlı'yı Tanıyalım

M.Ö. 2.Binyılda Anadolu
3-MO-II_binyilda_Anadolu.jpg

M.ö. 2.Binyılda Anadolu
M.Ö. 2.binyılının 2. yarısında, Asur Devletinin Anadolu'daki yayılımı, bu devletin siyasi, ekonomik ve coğrafi konumuyla yakından ilgilidir. O dönemdeki tüm bu girişimler, birazdan anlatılacağı gibi, Asur devlet adamlarının siyasi yapısını ve izledikleri politikayı da yakından görmemizi sağlayacaktır.
Asur Devleti, kurulduğundan itibaren, yayılımcı ve sömürüye dayalı bir ideolojiyi benimsemiştir. M.Ö. I. binden itibaren uygulanan ve daha sonraları gelenekselleşen bu düşüncenin bir kanıtı olarak kullanılan krallık unvanlarının devamlılığı gösterilebilir. Bu ideolojinin bir uzantısı olarak yeni Asur dönemine bakıldığında, Sargon'un Assur kralları için önemli bir model oluşturduğu, ayrıca "Dört bir yanın efendisi, tümünün efendisi, dünyanın hakimi" gibi ünvanların da sıkça kullanıldığı dikkat çekmektedir. M.Ö. II. binyıldan itibaren Asur kralarının yayılımcı politikalarının en önemli kanıtlarını "yazılı belgeler" oluşturmaktadır.
Asur Devleti'nin sınırları;güney-güney batıda merkezi Irak step bölgesi olan JaziraGazira bölgesi, kuzey ve kuzey doğuda Zagros Dağlık Bölgesi, güneyde Babil Ülkesi ile Hamrin Dağlık alanı ve Aşağı Zap Nehri doğal bir sınır oluşturmaktadır.Asur aslında, coğrafi açıdan savunmasız bir ülkedir. Bir çölde kurulu olması ve doğu, batı ile güney tarafında herhangi bir yüksekliğin bulunmaması bu ülkeyi iyice savunmasız bırakıyordu.Tek engel kuzey sınırındaki Toros Dağları'ydı. Bu durum askeri açıdan bir olumsuzlukken, olumlu tarafı, kültürel alışverişini kolaylaştırmış olmasıdır. Bu devlet, coğrafyasının izin verdiği ölçüde, Anadolu, İran, Akdeniz dünyası ve hatta İndus Bölgelerine yayılımını gerçekleştirmiştir.
 

Serhat

Kullanıcı
Katılım
12 Temmuz 2012
Mesajlar
224
Beğeni
2
Puanları
18
Konum
Elazığ.
Cevap: Osmanlı'yı Tanıyalım

1-2 Sayfa İle Bitmez Osmanlıyı tanımak yinede Elinizden geldikçe anlatmaya Aydınlatmaya çalışmışsınız İnsanları Elinize Emeğinize Sağlık Teşekkürlerimizi Sunarız...
 
Üst