Cevap: Osmanlı'yı Tanıyalım
ANADOLU VE BALKANLAR HARİTASI
BALKAN kelimesi Türkçe olup ”dağ”, sarp dağ” veya “sık ormanla kaplı sıradağ” anlamına gelmektedir. Balkan kelimesi hem bir yarımadanın hem de Bulgaristan’ı ortadan bölen dağların. adı olmuştur. Balkan yarımadası’nın kuzey sınırı kesin olarak tespit edilemediğinden farklı yüzölçümleri bulunmaktadır. Bununla ilgili olarak çeşitli ansiklopedilerde şu bilgiler yer almaktadır. 505.000 km 620.000 km2, 788.000 km ve 1000.000km kadar.
Balkan Yarımadası’nın en eski toplumları arasında Yunanlılar ve Arnavutlar yer almıştır. Daha sonra ise, Romenlerin kökenleri olan Daçyalılar ve Slavlar gelmektedir.
Türklerin Balkan Yarımadası’nda ve dolayısıyla Avrupa kıtasında görülmeleri ve bölgeye yerleşmeleri IV. YY. sonlarında başlamıştır. Atalarımızın Balkan Yarımadası’na geçişleri ve yerleşmeleri iki ayrı dönemde ve iki ayrı yoldan olmuştur. Birinci dönemde gelenler Şamanist Türkler olup Karadeniz’in kuzeyinden geçerek Tuna Boyları’na yerleşmişlerdir. Daha sonra ise iç bölgelere yayılmışlardır. Şamanist Türklerin IV. YY. sonlarından itibaren Avrupa’nın Doğusuna ve Güneydoğusuna göç etmeleri Ortaçağ Avrupa’sının tarihini önemli ölçüde etkilemiş ve değiştirmiştir.
İlk dönemde Balkan Yarımadası’na gelmiş olan Şaman Türkleri olarak Hunlar ol muştur. 375 Yılından itibaren Balkanlar’da ve Avrupa’da görülen Hunlar’ın büyük bö lümü bugünkü Macaristan ve Kuzey Balkanlar’a yerleşmişlerdir. Bununla birlikte Hunlar meşhur hükümdarları Attila ve kardeşi Bleda’nın faaliyetleri ile Avrupa içlerine kadar ilerlemişlerdir. Attila (ölm. 453) komutasındaki Hun ordusu Fransa ve İtalya’da faaliyette bulunmuştur. Büyük kavimler göçü sırasında bölgeye gelmiş olan Hunlar, Avrupa Hun imparatorluğu’nu kurarak, Batı ve Doğu Roma imparatorlukların’ paniğe düşürmüşlerdir. Bir suikast sonucu ölen Attila’ya Hıristiyanlarca, “Tanrının Kırbacı” tabiri kullanılmıştır.
Hunlardan sonra Balkanlar’a gelen ikinci Türk kavmi AVARLAR olmuştur. Avarlar burada 558 - 835 yılları arasında bir devlet kurarak etkili olmuşlardır. “Saç ören Türk kavmi” olarak isimlendirilen Avarlar 619 ve 626 yıllarında Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu’nun başkenti olan İstanbul’u bir süre kuşatmışlardır, Bir müddet sonra Bizans Avarlar’la yakın ilişkiye girmiştir. Bunu en iyi şekilde değerlendiren Bizans İmparatorluğu, Avarlar’ı kendi düşmanlarına karşı savaşmalarını sağlamıştır. 796 yılından itibaren Hıristiyanlığı kabul eden Avarlar zamanla slavlaşarak tarih sahne sinden çekilmeye yüz tutmuşlardır. Bu arada Adriyatik kıyısında olan Navarin şehrinin adının Avar dilinden geldiği araştırmalar sonucu ortaya çıkmıştır.
Türk kavimlerinden olan Macarlar, IX. YY.da bugün bulundukları bölgeye yerleşmişlerdir. X. YY.da bir Macar devleti kurmuşlar ve çeşitli bölgelere akınlarda bulunmuşlardır. Slavlara karışmamış olan Macarlar, Hıristiyanlığın Katolik mezhebine bağlanarak Roma kültürü içine girmişlerdir. Bulgar Türkleri ise 680 yıllarına doğru Karadeniz’in kuzeyinden inerek bugün bulundukları topraklara gelmişlerdir. Bulgar kabileleri Avarlar ile birlikte (626) İstanbul u ele geçirmeye çalışmışlardır. Hükümdarları Asparuh komutasında Tuna’yı aşan Bulgarlar (679) burada bir devlet kurmuşlardır. Bulgar Kralı Boris zamanında (864) resmen Hıristiyanlığı kabul etmişlerdir. Bu din değiştirme sonrasında Bulgarlar’ın Slavlar’la kaynaşmaları hızlanmıştır. Bulgar devletinin kurulmasından sonra Bulgarlar Balkanlar’da Bizans’ın aleyhine topraklarını geliştirmişlerdir. X. YY. başında Edirne’yi iki defa ele geçiren Bulgarlar, Istanbul’u da tehdit etmişlerdir. Bulgar Devleti, 972 yılında Bizans saldırıları sonucu yıkılmıştır, Fakat Bizans’ın Bulgaristan’daki hakimiyeti ancak 1186 yılına kadar devam edebilmiştir.
6. ve 7. YY. ise Balkanlara Peçenek, Kuman (Kıpçak) ve Uz Türkleri göç ederek yerleşmişlerdir. 1020 yılından itibaren Tuna’yı aşarak güneye inmeye başlamış olan Peçenekler, Bizans İmparatorluğu ile mücadeleye başlamışlardır. Bizans İmparatorluğu bu tarihten önce yani Peçenekler’le komşu olmadan önce, onları Bulgarlara, Ruslara ve Macarlara karşı kullanmışlardı. 1053 yılında Bizans ordusunu yenmiş olan Peçenekler, Selanik ve Mora’ya kadar olan bölgeyi kontrolleri altına almışlardı. 1087 yılında Edirne’yi de kuşatmış olan Peçenekler’in bir kısmı Bulgaristan’a yerleşmiş, bir kısmı da Macaristan’a gitmiştir. 1078 yılında kurulmuş olan “Peçenek-Kuman Federatif Birliği” 1091 yılında dağılmıştır. Peçenekler Bisans’ın emrinde Anadolu’ya sevk edilerek Selçuklulara karşı savaştırılmışlardır.
10. YY. ortalarından itibaren (1048) Uzlar, (Oğuzlar) Balkanlar’a göç etmeye başlamışlardır. 1064 yılında Tuna’yı aşarak bölgeye gelen Uz’lar, uzun süre Peçe-nekler ve Bizanslılar ile mücadele etmelerine rağmen önemli bir başarı elde edeme-mişlerdir. Uz’lar bir süre sonra Bizans’ın hakimiyeti altına girdiler. Balkanlar’a gelen son Şamanist Türkler ise Kumanlar (Kıpçaklar) olmuştur. Müslüman yazarlarca “Kıpçak”, Avrupalılarca genellikle Kuman (Sarışın) olarak adlandırılan bu Türk kavimleri XI YY. başlarından itibaren Balkanlar’a göç etmişlerdir. Kuman ve Kıpçaklar, gerçekte sonradan birbirleriyle kaynaşan iki ayrı Türk boylarıdır. Kumanlar, 1050 yıllarına doğru Doğu Avrupa’ya yerleşmişlerdir. Rus Kroniklerinde “Ovalı” anlamına gelen bir lakapla anılan Kumanlar zamanla Oğuz ve Peçeneklerle de kaynaşmışlardır. XIII. YY’daki Moğol istilasından sonra bazı Kıpçak gurupları Macaristan, Bulgaristan, Rusya, Gürcistan ve hatta Suriye ve Mısır’a kadar yayılmışlardır. Makedonya ve Bulgaristan’ın dağlık kesimlerinde kalmış olan Kuman-lar, Osmanlıların Balkanlar’a hakim olmasından sonra Osmanlı Türkleri ile kaynaşmışlardır. Romanya, Macaristan, Avusturya ve Çekoslovakya’ya göç etmiş olan Kıpçaklar, Şamanizm’den çıkarak Hıristiyan olmuşlardır. Kumanlar’ın bir kısmı Bizans İmparatorluğu’nun izni ile VARDAR Nehri boyunca yerleşmeye başladılar. Ortodoks mezhebine girmiş olan bu Kuman Türkleri savaşçı ve göçebe adetlerini ve geleneklerini bırakmadılar. Bizanslılar bunlara VARDARYALI yani (VARDARLILAR) diyorlardı. Bizans Sarayı muhafız birlikleri de bu Ege Makedonyası Türklerinden meydana getiriliyordu. Dağlık bölgelerde yaşayan bir kısım Kumanlar ise, Osmanlı Türkleri’nin Rumeli’ye geçişlerine kadar Şamanist olarak kalmışlardır.
Şamanist Türk kavimlerinin Avrupa ve Balkanlar’a doğru 375 yılında başlayan güçleri ve yerleşimleri 1200’hi yıllardan itibaren sona ermiştir. Fakat bundan sonra yeni bir dönem de başlamak üzeredir. Bu yeni ve ikinci dönem, Müslüman Türkler’in Balkanlar’a göç ederek yerleşme süreci olmuştur. XIll. YY’da Selçuklu Türklerinden ve HORASAN ERENLERİ’nden olan SARI SALTUK, bir kısım Türkmen aşiretleriyle birlikte Balkanlar’a göç ederek Dobruca ve çevresine (Romanya) yerleşmiştir.
Xlll. yüzyılda Selçuklu Türkleri’nden ve Horosan Erenlerinden olan Sarı Saltuk bir takım Türkmen aşiretiyle birlikte Balkanlar’a göç ederek Dobruca ve çevresine (Romanya) yerleşmiştir. Ayrıca Izmir ve çevresinde kurulmuş olan Aydınoğulları’ndan (1308-1425) Gazi Umur Bey Yunanistan’a, Trakya’ya çeşitli seferler yapmıştır. Gazi Umur Bey bir ara Peçeneklerle de anlaşarak Bizans’a karşı başarılı seferler düzenlemiştir.
Türklerin Balkanlar’da ve Avrupa’da etkili oldukları ikinci dönem 1353 yılında başlamıştır. 1353 yılında Müslüman Türkler, Osmanlı Şehzadesi Süleyman Paşa’nın (ölm.1359) Anadolu’dan Rume li’ye geçmişlerdir. Osmanlı ordusu Balkanlar’a geçmiş oldukları Gelibolu’yu feth ederek daha içlere doğru fetihler gerçekleştirmişlerdir. Küçük bir uç beyliği olarak Bizans’ın sınırında kurulmuş olan Osmanlı Beyliği’nin yapmış olduğu fetihler sonucunda, Anadolu’dan getirilen Yürükler Gelibolu’ya ve daha sonraları ise tüm Rumeii’ye yerleştirilmeye başlanmıştır.
1363 yılında Edirne’nin 1364 yılında ise Filibe’nin Türklerin eline geçmesi Av rupa’da bir Haçlı Ordusunun hazırlanmasına neden olmuştur. Edirne’nin 1. Murat (ölm.1389) tarafından başkent yapılmasından sonra, Balkan Yarımadasının sistematik bir şekilde feth etme imkanı elde edilmiş olundu. Bundan sonra 1. Murat Rumeli beylerbeyi Hayrettin Paşa’yı ve Gazi Evrenos Bey’i Batı Makedonya’ya sefer yapmakla görevlendirmiştir. 1389 Kosova zaferinden sonra Yıldırım Beyazıt (ölm.1402) zamanında tüm Makedonya Osmanlı-Türk hakimiyetine girmiş oldu,
Osmanlı Devleti 1402-1413 yılları arasındaki Fetret Dönemi’nde yani Timur yenil gisinden sonra Balkanlar’daki faaliyet ve fetihlerini en aza indirgemek zorunda kalmıştır. Çünkü Yıldırım Beyazıt’ın şehzadeleri tahta çıkmak için birbirleriyle uzun yıllar mücadele etmişlerdir.Bu arada Osmanlı Devleti Anadolu’da büyük oranda toprak kaybına uğramıştır. Buna mukabil Balkanlar’daki toprak kaybı daha az olmustur. Balkanlar’daki Türk fetihleri II. Murat (ölm. 1451) zamanında yeniden başlamıştır. 1430 yılında Selanik tekrar Osmanlı sınırları içerisine katılmıştır. Müslüman Türkler’in Makedonya ve Balkanlar’da genişlemelerine karşı Katolik Kilisesi’nin başı Roma’daki Papa’nın da teşvik ve yardımları sonucu, 1364-1371- 1389-1444-1448 yıllarında beş ayrı Haçlı Seferleri düzenlenmiştir. Bu Haçlı Ordularıyla yapılan savaşlarıysa Osmanlılar kazanmıştır. Bu zaferlerin kazanılmasıysa Makedonya’nın kesin olarak Türklerin hakimiyeti altında kalmasını sağlamıştır. Makedonya ve Balkanlarda Türklerin fetihlerini kolaylaştıran dini, ekonomik, politik ve askeri sebepler vardı. Özellikle Türklerin bölgede yaşayan insanlara dini ve kültürel serbestlik ve özgürlük vermesi en önemli kolaylaştırıcı unsur olmuştur. Yerli halk, Osmanlı Devleti sayesinde Katolik Latin Devletlerinin ve Derebeylerinin baskı ve haksızlıklarından kurtulmuştur. Osmanlıları kurtarıcı olarak gören yerli halk şöyle diyordu:”Roma Tacı görmektense, Osmanlı Sarığı görmeyi tercih ederim,”
29 Mayıs 1453 tarihinde ise genç yaşta padişah olan Il. Mehmet (ölm1481) Doğu Roma İmparatorluğu’nun (Bizans’ın) başkenti İstanbul’u fethetmiştir. İstanbul’u fethederek Fatih unvanını kazanan Fatih Sultan Mehmet, doğuda ve batıda büyük üne ve şöhrete kavuşmuştur. Fatih’in İstanbul’u ve dolayısıyla Doğu Roma İmparatorluğunu ve tacını elde ettikten sonra, Osmanlı akınları ve fetihleri daha fazla hızlanıp, Anadolu’da ve Rumeli’de çok geniş alanlara yayılmıştır. Balkanlar’daki fetihlere ek olarak Kırım ve İtalya’da da fetihler eklenmiştir. Fatih Sultan Mehmet İtalya’yı da fethederek Batı Roma İmparatorluğu’nun da tacına sahip olmak istiyordu. Nitekim Fatih’in emri üzerine Vezir-i Azam Gedik Ahmet Paşa 1480 yılında İtalya’ya askerleriyle birlikte ayak basmıştır. Gedik Ahmet Paşa, Napoli Krallığına ait olan Otranto Limanı’nı kuşatarak şehri almıştır.Böylece Türkler Osmanlı Devleti’nin yönetimi altında İtalya’ya da geçmiş oldu. Fatihin ölümünden hemen sonra, Osmanlılar İtalya’dan ayrılmışlardır.
Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) zamanındaysa Türkler Viyana’ya (Avusturya) kadar olan tüm bölgede hakimiyetini kurmuştu. 1529 yılında Macaristan’ı feth eden Kanuni Sultan Süleyman Viyana’yı da kuşatmıştır. Fakat kışın yaklaşması ve bir kuşatma için yeterli hazırlık yapılmadığından dolayı Viyana alınamamıştır. Bununla birlikte Türk akıncıları Avusturya içlerine akınlarda bulunmuştur. Viyana’nın kuşatılmasıyla Osmanlılar gücünü Orta Avrupa’ya kadar yaymış ve kabul ettirmiştir. Osmanlı Devleti, XVII. yüzyıldaysa Balkanların dışında Doğu Avrupa’da da dolaylı veya dolaysız söz ve yetki sahibi olmuştur, XVII. yüzyıl sonunda Lehistan (Polonya) da Osmanlı’nın hakimiyetine girmiştir.
Balkanlar’da Türklerin egemenliklerinin ve nüfusunun gerilemeye başladığı yüzyılsa XVIII.yüzyıl olmuştur. Osmanlı devleti XVIII. yüzyılda Balkanlarda Habsburglar ve Romanoflarla yoğun bir mücadeleye başlamıştır. Avusturya ve Rusya, Türkleri Balkanlar’dan uzaklaştırmak için zaman zaman tek başlarına zaman zaman da ortaklaşa hareket etmişlerdir. Buna ek olarak, XVIL yüzyıl sonunda 1789 yılında meydana gelmiş olan Fransız İhtilali de Osmanlı Devleti’ni Balkanlarda za yıflatmıştır. Çünkü 1789
Fransız Ihtilali ve Napolyon Bonapart’ın faaliyetleri sonucu milliyetçilik akımı Osmanlı Devleti’ne de girip yayılmaya başlamıştır. Bu milliyetçilik akımını Rusya XIX. yüzyılda Panislavizm çatısı altında Osmanlı Devletine karşı çok iyi şekilde değerlendirmiştir. Rusya ayrıca Ortodoks Kilisesini de Osmanlılara karşı kullanmıştır.
1683 yılında Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın başlatmış olduğu II. Viyana kuşatması başarılı sonuç vermemiştir.Viyana’ya yardıma gelen Haçlı Ordusu ile ve sonra yapılan savaşlar neticesinde 1699 yılında Karlofça Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmayla Osmanlı Devleti Avrupa’da askeri, siyasi, toprak kaybı açısından gerilemeye başlamıştır. Gerçi XVIII. yüzyıl başlarında Karlofça Antlaşmasıyla kaybedilmiş olan bazı topraklar geri alınmış( 1711 Prut Antlaşması, 1718 Pasarofça Antlaşması ve 1739 Belgrat Antlaşması) olmakla beraber Türklerin siyasi ve askeri açıdan Avrupa’dan çekilme süreci başlamıştı.
Bu arada Osmanlı Devleti XVII.yüzyılın sonunda başka bir sorunla karşı karşıya kalmıştır. Bu sorunsa günümüze kadar devam etmiştir. Ortaya çıkan yeni sorunsa “GÖÇ” olmuştur. Artık XVII. Yüzyıldan itibaren Türkler ve Müslümanlar Balkanlar’dan Osmanlı sınırları içerisine ve Anadolu’ya geri göç etmeye başlamışlardır. Balkanlar’dan hatta Kafkasya’dan yapılmış olan bu geri göçler 1768-1774, 1787- 1792, 1828-1829, 1853-1856, 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşları sırasında ve sonrasında daha yoğun olmuştur. Bu geri göçler özellikle 1912- 1913 Balkan Harbi’nde ve 1914-1918 I. Dünya Harbinde de devam etmiştir. Yukarıdaki kısa bilgilerden de anlaşıldığı üzere bu geri göçler özellikle Ruslarla yapılan savaşlar sırasında ve sonrasında gerçekleşmiştir. Çünkü XVII. yüzyıl başlarından itibaren Rusya, Çar 1. Petro ile birlikte sıcak denizlere inme politikası izlemeye başlamıştır. Rusya kurulduğunda bir kara devleti niteliğindeydi ve denizlere açılarak daha fazla güçlenmek zenginleşmek istiyordu. Rusya sıcak denizlere inebilmek, ulaşabilmek için, Osmanlı Devleti ve İsveç ile uzun yıllar mücadele etmiştir. Ama asıl mücadeleyi Osmanlı Devletiyle yapmıştır. Rusya, Karadeniz’e, Boğazlar’a ve Akdeniz’e ulaşabilmek için Karadeniz’in kuzeyini, Kafkasya’yı ve Balkanları kendi hakimiyeti altına almaya çalışmıştır. Bunun da gerçekleşebilmesi için Osmanlı ile uzun yıllar mücadele etmiştir.
Bu geri göçler daha sonra Türkiye Cumhuriyeti zamanında da devam etmiştir. Bu dönemde yapılmış olan göçlerin büyük bir kısmı, Türkiye ile ilgili devletler arasında yapılmış olan ikili antlaşmalar neticesinde gerçekleşmiştir.